21 Aralık 2014 Pazar

İzlediğim Diziler-Aralık 2014

Sınav zamanı olmasından mütevellit dizi üzerine dizi izliyorum, hepsini anlatmak için yeterli zamanım da olmuyor, o yüzden böyle liste şeklinde devam ediyoruz:) Daha ayın ortasında olduğumuz için muhtemelen aralık ayı için ikinci bir liste daha çıkarırım. Ama çıkarmayabilirim de, sonuçta sınavım pazartesi bitiyor ve sonrasında dizi izlemek için isteğim kalmayacak:D Ben de böyle örnek bir öğrenciyimdir işte:D
Geçtiğimiz yazıdan beri Marriage Not Dating, My Princess ve Cunning Single Lady'yi izledim. Ayrıca Ookami Shoujo to Kuro Ouji animesinin 10. bölümüne, Hello My Teacher'ın da 5. bölümüne kadar geldim ama birini yeni bölümleri gelmediğinden, diğerini de sıktığı için bitiremiyorum; o yüzden onlar bir sonraki yazıya kalıyorlar:)
Marriage Not Dating 2014 yapımı, bu yüzden de cıvıl cıvıl bir dizi. Sevimli ve ilginç bir başrol kızımız, çekici bir birinci erkeğimiz ve dünyanın en tatlı gülümsemelerinden birine sahip bir ikinci erkeğimiz var. En tatlı gülümseme derken abartmıyorum, gülümseyince gözleri yok olanlardan, ki bence bu dünyanın en sevimli şeyi:) Zaten bir de genelde kendinden büyük kadınlarla takıldığı için sürekli gözlerini kısa kısa gülümseyip "Noonaaaa" diye dolaştı etrafta, tam yanağını sıkmalık:) Ama bu sevimli yüzüyle hiiç uyuşmayan acayip kaslı bir vücudu var ki iyi mi kötü mü kendiniz karar verirsiniz plaj sahnelerinde:D Bir yandan da çocuğu Leeteuk'a benzetip duruyorum üçgen çene yapısı ve keskin burnu yüzünden. Ha tabi Leeteuk da çok tatlı bir gülümsemeye sahip ama onunki daha çok gamzesinden:)
Neyse, Yeo Reum'dan bu kadar bahsettiğim yeter sanki:D Diziye geçecek olursak konu olarak çok yaratıcı değil ama işleniş olarak çok güzel:) Bazı yerlerde Ki Tae'nin annesinin ve eski nişanlısının insana gına getirdiği, "Yeter artıııık!" diye haykırmak istediğiniz durumlar da olabilir, onları yok sayın, genele bakın, mutlu olun:)
Diziyi bitireli 5 gün ancak olmuştur ama lanet gitsin, hiçbir şey hatırlamıyorum ya:D Sürekli kendinden önceki ve sonraki dizilerle karışıyor kafamda sahneler... İlişkiye başladıktan sonraki durum çok gözümü korkutmuştu, "Allahımm, böyle böyle uzaklaşacaklar heralde" diye düşünmüştüm kiii çok uzatmadan el attılar allahtan oralara. Bir de Yeo Reum uyuzu çok gözümü korkutmuştu, bir türlü çıkmak bilmedi ya aradan. Neyse ki ilişkileri gerçekten başladıktan sonra sorun çıkarmayı kesti de içim rahat etti. Yalnız diziyi uzatmak için özellikle baya bi geciktirmişler birbirlerine itiraf etme kısmını. Çünkü nişanlı numarası yaptıkları zamanın yarısında gerçekten seviyorlardı birbirlerini, bir açılsalar olay hiç ortaya çıkmadan evlenip mutlu mesut yaşayacaklardı ama olmaaaz; illa ki araya entrikalar, başka insanlar filan koyup geciktirdiler olayı.
Dizimiz erkeğin ailesini oğlanı evlendirmekten vazgeçirmek için sevgili rolü yapan bir çifti anlattığı için yarısı sahte de olsa bol bol yakınlaşma sahnesi gördük:) Zaten benim 2014 dizilerinde cıvıl cıvıllığından sonra en sevdiğim şey yakınlaşma sahnelerinden kaçınmaması, daha gerçekçi olması... Bu diziyle ilgili bir diğer sevdiğim şey de her bölümün başında o bölümün ortasında/sonunda yaşanacak bir olaya dair flashforward vermesi. Amaaaaa... Flashforward deyince çok ciddiye almayın, konuşmalar aynı, evet, ama olaylar aslında en başta gösterilenden çok farklı gelişiyor çoğunda:D Başında sevişme sahnesi gösterip "Oha" olmanızı sağlıyor, sonrasında sarhoşken yatağına yatırmaya başlıyorlar. Başında romantik bir itiraf sahnesi gibi gösteriyor sonrasında çok komik ve absürd bir yere bağlıyorlar:D Yapıyorlar yani öyle şeyler:D Neyse işte, güzeldi bu dizi, bence izleyin:)
My Princess. Ne desem bilmiyorum. Konusu her kızın içten içe hayal ettiği gibi, bir gün aslında kraliyet ailesinden geldiğini öğrenen orta halli bir üniversite öğrencisiyle ilgili. Ama bu konu bu kadar kötü anlatılabilir, sonu bu kadar havada bırakılabilir, çok güzel olabilecek bir dizi bu kadar vasat yapılabilirdi. Daha da bir şey söylemeye gerek yok.
Ha, yine de izleyecekseniz bir kaç bilgi daha vereyim. İkinci kadını derisini yüzmek, kızgın yağa atmak, gözlerini kızgın şişle oymak, minik minik kesiklerle tüm etlerini lime lime etmek vs işkencelerle öldürmek isteyebilirsiniz. Hayatımda gördüğüm en gereksiz, en kötü (ki kötü olmak için de bir sebebi yok, karakteri öyle), en herkesin yoluna taş koyan, şeytanımsı şeydi. Tüm bunlara rağmen kendisini seven, koruyan, sonunda da birleşip mutlu olduğu bir ikinci erkeği vardı ki ne gerek vardı hiç anlamadım. Bu kadının mutlu olmasını isteyecek bir izleyici kitlesi olduğunu mu sanıyorlar acaba? Dizi 2011 yapımı ama 2010 (Secret Garden) sonrası bir dizi olmasına rağmen başrol erkek kendini beğenmiş, uyuz, kıza çooook geç aşık olan bir tipti. Ki benim 2010 öncesi dizileri sevmememe yol açan erkek tiplemesidir kendisi. Başrol erkek dediğin ilk bölümlerde aşık olur, aşkla şapşallaşır, şapşallaştıkça da biz ona aşık oluruz. Bu döngüyü bozunca sevmiyorum işte başrol erkeği. Tüm dizi boyunca niyetlerinin ne olduğunu çözemeyeceğiniz bir sürü insan olacak; o öyle miymiş, bu böyle miymiş, aklınızı karıştırıp duracaklar; sonuçta da hiçbir yere bağlanmayacak. Benden uyarması, izlemek size kalmış:) Çünkü diğer tüm bloglarda beğenilmiş baya dizi (Bunu diziyi 2011 veya 2012'de izlemelerine bağlıyorum. Şapşal aşık başrol erkeklere ve daha sağlam finallere alıştıktan sonra bu dizi bence insanın dizi zevkini bozuyor ama dediğim gibi, bence... ) Bu arada resimlere bakarken hatırladım, çok tatlı yakınlaşma sahneleri vardı. Kızın kıyafetleri de acayip tatlıydı, tam modern prenses:) Aslında o kadar kötü bir dizi olmayabilirdi, sonu öyle bitmeseydi!...
Cunning Single Lady... İsmen itici, konu olarak idare eder, izlemesi zevkli ama çok etki bırakmayan bir diziydi... Zaten nedense beni içine çeken, etkileyen diziler çok azaldı artık. Bitirdikten sonra "Waov" olduğum, bittiği için üzüldüğüm, tekrar izlemek istediğim diziler gittikçe azalıyor. Umarım yine öyle diziler görebilirim, yoksa durup durup aynı dizileri izleyeceğim...
Cunning Single Lady boşanmış bir çiftle ilgili ki böyle ayrılmış/boşanmış çiftleri işleyince uzun süre açılamayıp, yakınlaşamayıp bizi uyuz etme olasılığı baya bir azalmış oluyor, o yüzden de seviyorum bu konuyu:) Daha güzel işlenilebilir, daha tatlı olabilirdi ama olduğu haliyle de iyiydi. Kızımız fakir diye ayrıldığı eski kocasının zengin olduğunu öğrenince onu tavlamak için dönen açgözlü kadın gibi lanse ediliyor ama bence hiiiiç alakası yoktu. Kız evlilikleri süresince baya iyi tahammül etti, ben o kadar uzun süre dayanamazdım. Zaten ayrılmasının sebebi de başkaydı, haklıydı. Sonrasında gelişen olaylar da öyle değildi. Yani ben kıza haksızlık edildiği görüşündeyim.
Genelde oğlanın ailesi itici, kızın ailesi sempatik olur. Oysa burada kızın ailesi beni inanılmaz uyuz etti; o baba, o abi... Yaşamaları zarar, gidip ölseler daha faydalı olurdu aileye. Gerçi oğlanın ailesi de uyuzdu ama haklı bir uyuzluk, bir şey diyemiyorum...
Dizinin en sempatik karakteri bence Cha Jung Woo'nun asistanı Gil Yo Han'dı. Keşke daha çok rolü olsaydı. İkinci erkeğimiz de tatlıydı başlarda ama sonlara doğru kötü adama bağlayınca soğudum:/ İkinci kadını zaten hiç söylemiyorum, pislik** Cha Jung Woo ve Na Ae Ra karakterleri sempatikti ama bu Steve Jobs çakmalarını daha ne zamana kadar göreceğiz çok merak ediyorum. Evet adamın başına gelen çok ilginç bir olay da dizilerdeki her teknoloji dehasının da aynı yoldan geçmesi gerekmiyor:D
Neyse işte dizilerimiz de böyleydi. Bu yazıyı aralığın 11'inde yazmıştım galiba, yayınlamadığımı unutmuşum, bugün fark ettim:D Bu yazıdan sonra Yamato Nadeshiko Shichi Henge animesini ve Love Rain'i izledim ama onlar başka yazıya artık:) Arrivederci!

5 Aralık 2014 Cuma

İzlediğim Diziler-Kasım 2014:D

Son zamanlarda nedense bol bol dizi izliyor ama hiçbirini anlatmıyorum. Oysa olmaz ki böyle, ben anlatmazsam millet nasıl bilecek hangi dizi iyi hangisi kötü?:p:D İşte böyle megaloman düşüncelerle geldim yine izlediğim dizilerden bahsediyorum. En son Sungkyunkwan Sacandal, It's Okat That's Love, Cheongdamdong Alice, Love Cell ve Bride of the Century'yi izledim. Love Cell'i zaten izler izlemez geldim anlattım "Nihaha, ilk ben anlatacağım" diye:D O yüzden kaldı geriye dört dizi...
Uzun uzun anlatmak istemiyorum. Sadece net fikrimi söyleyeceğim o yüzden hepsiyle ilgili.
Sungkyunkwan Scandal artık alıştığımız erkek kılığındaki kız klişesinin bir diğer örneği. Güzel, komik, duygusal. Diğerlerinden ne farkı derseniz Joseon döneminde geçmesi diyebiliriz. Bu ilk tarihi dizim, o yüzden biraz yabancıyım herşeye ama sevdim ben. Biliyorsunuz ki erkek kılığındaki kız klişesinin iki işleniş şekli vardır: 1)Başrol erkek herşeyi anlar ve kızımızı korur 2)Başrol erkek başrol kızımızı erkek sansa da ona aşık olmaktan kendini alıkoyamaz. Bu dizi ikinci şekilde işlenmişti ki ben böyle olanları daha çok seviyorum:) Üstelik aynı odada yan yana yattıkları için bu durum daha da eğlenceli hale geldi. İkinci erkeğimiz de çok tatlıydı ama ekstradan resmini koyup uzun uzadıya bahsetmeyi düşünmüyorum çünkü bence bu dizinin esas yıldızı Yeorim!:)
O nasıl bir tatlılıktır, o nasıl bir gülümsemedir, o nasıl bir göz kırpmadır!:) Yeorim ilginç ve sevimli bir karakter. Hayatı zevk için yaşıyor, kendine sürekli yeni eğlenceler arıyor. Ama aynı zamanda arkadaşları için her şeyi yapabilen, fedakar ve duygusal biri. Moda düşkünü ve biraz kız gibi ama yine de her gününü kadınların peşinde koşmakla geçiriyor. Çok zeki, iyi bir gözlemci, iyi plan kuruyor ve her şeyi kendi lehine döndürmekte başarılı. Her olayda durup durup "Ben Gu Yong Ha'yım" deyişine de bayılıyorum:)
Yeorim'den kopabilirseeek:D Sonuç olarak bence Sungkyunkwan Scandal izlenilesi bir dizi, ben öneririm eğer umursayan biri varsa:D
It's Okay That's Love da 2014 yapımı, benim en sevdiğim oyunculardan Gong Hyo Jin'in oynadığı eğlenceli ve bazı açılardan ciddi bir dizi. Dizinin başları çok eğlenceliyken 4. bölümde adamın şizofren olduğunu çakmamızdan sonra yavaş yavaş başlayan, finale doğru gittikçe artan bir ciddiyet kaplıyor diziyi. Ben psikiyatrist olmayı düşündüğüm için özellikle adamın akıl hastanesindeki zamanlarını da kapsayan bu ciddiyeti sevdim ama siz izlerken sever misiniz, sıkılır mısınız bilemem. Yine de başları için; obsesif, çapkın yazar Jang Jae Yeol'un seks fobisi olan, sinirli Ji Hae Soo'yu tavlamaya çalıştığı zamanlar için her türlü izlenir diyorum:) Çok tatlı bir aşk başlıyor aralarında, çok tatlı yakınlaşmaları var; içiniz ısınarak, zevkle izleyebilirsiniz:) Diziden aklımda başka da bir şey kalmamış valla:D Ev arkadaşlarını da çok sevdiğimi söylemeliyim bu arada:) Bitti:D
Cheongdamdong Alice hakkında cidden pek bir şey söylemek istemiyorum. Başrol erkekten başta nefret etmiştim çünkü kindar insanları hiç sevmem ama çok güzel sevdi, çok duygusaldı, üstelik de cidden insanın içini titreten bir gülümsemesi vardı o yüzden sevdim yine de:) İnsan öyle gülümseyen, öyle tatlı bakan birine nasıl yalan söyleyebilir? Diziyle ilgili hoşuma giden şeyler var, evet, ama genel olarak bu "her insan kötüdür" olayını sevmiyorum. Evet, ben de farkındayım gerçek hayatta insanların siyah-beyaz değil gri olduğunun. Ama bu bir dizi, gerçek hayat değil. O yüzden de başta para için olsa bile sonradan akıllanmalı, sadece kalbini dinlemeliydi Han Se Kyung. Tabi ki para önemli, ben de fakir biriyle evlenmek istemem, rahat yaşamak isterim. Zaten ben fazlasıyla maddiyatçı biriyim bile denebilir. Ama bu kadarını ben yapmazdım, içinde insaniyet olan kimse yapmazdı. Biri kindar, biri açgözlü; mutlu olmayı hak edip etmediklerini cidden sorguluyor insan... Tabi ki bu bir dizi, farkındayım. Ve tabi ki gerçek bile olsa yargılamaya hakkım yok, onun da farkındayım. Ama ben bir izleyici olarak bu durumu sevmedim. O yüzden de çok tavsiye ettiğim bir dizi değil. Yine de izlemek isterseniz siz bilirsiniz, güzel tarafları da var sonuçta:)
Son olarak da Bride of the Century:) Lee Hong Ki sevgimi depreştiren, diziyi izlemediğim zamanlarda bile sesini duyayım diye full FT Island dinlettiren, bazı yerleri klişeleşip içimi baysa da genel olarak zevk alarak ve heyecanla izlediğim bir dizi Bride of the Century. Bir noktaya kadar "lanet gerçek mi" diye götürüyor zaten heyecanını, sonra "kavuşabilecekler mi"ye bağlıyor, tam her şey halloldu derken o klasik 15. bölüm ayrılığını koyuyorlar ve işte o noktada bayıyor! Bu bir Kore dizisi geleneği sanırım. Bir bölüm arttırmak için mi yapıyorlar bilmem ama her dizinin sondan bir önceki bölümünde eften püften şeylerle ayrılıyor, uzaklara gidiyor, sonra nasıl oluyorsa son bölümde geri dönüyorlar, bitiyor. "E madem hiçbir şey değişmeden geri dönebiliyorsun, o zaman en başta neden gidiyorsun?" diye sormazlar mı adama...
Choi Kang Ju rolüyle benim bildiğimden çok farklıydı Hong Ki. O şirin mi şirin mimiklerini bile çok az görebildik. Genel olarak soğuk ama aşkı için her şeyi yapabilen bir karakterdi Kang Ju. Ha, ama bu hali de gitmiş Hong Ki'ye o ayrı:) Özellikle de ben son zamanlarda Hong Ki'yi hep turuncu, mor gibi absürd saç renkleriyle gördüğüm için bu siyah saçlarla pek bir yakışıklı geldi gözüme:) Kilo da vermiş sanırım biraz, yanaklarının tombulluğu azalmış en azından. Yanlız Hong Ki'cim, öpüşme şeklini geliştirmelisin şekerim. Öyle arkadaşına yapar gibi omzuna elini atıp ensesinden tutup öpülmez bir kız. Ama neyse; alan memnun satan memnun; bana laf düşmez:D Yan Jin Sung'la da pek bir tatlı oldunuz, hani bir şeyler olacaksa filan... :p:D
Dalgayı geçecek olursam ben bu diziyi sevdim:) Entrikalar filan kol gezse de Hong Ki'den midir, Doo Rim karakterinden midir bilinmez, bir tatlılık hakimdi diziye. Yi Hyun karakterini de çok sevdim. Hiçbir zaman onun tarafını tutmadım gerçi, çünkü karşısındaki "Hong Ki" ama yine de tatlıydı. Bu arada fanı olduğun birinin dizisini izlemenin de farklı bir zevki varmış. Full ona odaklı izliyorsun diziyi, ilginç bir bakış açısı oluyor. Allahtan Hong Ki başroldü de finalde moralim bozulmadı:) Bilirsiniz, Yong Hwa fanı olarak bir dizi izlemek kalbinizi kırmaktan başka bir işe yaramaz. Buradan anlayacağınız üzere hala Marry Him If You Dare ve The Three Musketeers'i izlemedim:D Ama izlemeyi planlıyorum, indirilmiş bir şekilde duruyorlar bilgisayarımda.
İndirmek demişken... Dizi önerisine ihtiyacım vaaaar! Lütfen biri yardımcı olsun. Resmen dizi kıtlığı çekiyorum:( Bride of the Century'yi de bitirdim, taze taze de anlattım, şimdi ne izleyeceğim acaba....

Kirli Beyaz Kedi...

Şu aralar oldukça depresif bir moddayım. Bu olay aslında pediyatriye çalıştığım zamanlarda başladı. Depresyon... Ciddi anlamda... Günün 12 saatini uyuyarak geçirmek, uyanık olduğun sürelerde durup durup ağlamak, aileni özlemek, kendini yalnız hissetmek, ölmeyi istemek... Atlatmıştım aslında o evreyi. Yani ben öyle düşünüyordum. En azından durduk yere ağlamaya başlamıyorum artık. Gerçi hala hiç enerjim yok, hala çok fazla uyuyorum, hala ailemi özlüyorum. Ama bunların üzerimdeki etkisi yavaş yavaş azalıyordu kiiii "Unutursam Fısılda"yı izledim.
Bugün oturdum 20 küsür sayfa ekşisözlük'teki yorumları okudum filmle ilgili. Aslında 37 sayfa var ama 20'den sonra artık gına gelip atlaya atlaya okuduğum için 20 küsür sayfa... Bu sırada da bir yandan Unutursam Fısılda albümünü tekrar tekrar dinlediğim için bir yandan duygulanıp bir yandan sinir olarak baya uzun zaman geçirdim. Çoğu kişi çok fazla eleştirmiş filmi. Tabi ki eleştirilebilecek yerleri var ama genel olarak Türk sineması ortalamasının baya baya üstünde bir film. Zaten ben Çağan Irmak'ın filmlerinin neredeyse tamamını çok seviyorum. Tek istisnamız Issız Adam, o da ekşi tayfasının bu filmi suçladıkları şekilde "ağlatmalık" film olması yüzünden. Hayır yani, sonu o şekilde bitmeseydi, herkesi göz yaşlarına boğmasaydı ne kalırdı o filmden geriye? Ki şimdi de kalan sadece son 15 dakika ve "Anlamazdın"... Neyse canım, Issız Adam eleştirisi değildi bu yazı:)
Unutursam Fısılda'nın şarkısız fragmanını elli defa izlemiştim Youtube her video'nun önüne koyduğu için ama gitmeyi pek düşünmemiştim. Sonra "Gel ya da Git"li fragmanı gördüm ve "Gidiyoruz!" oldum:) Şarkıları gerçekten, gerçekten, gerçekten mükemmel. Zaten filme gittiğimin ertesi günü albümünü satın aldım iTunes'tan, o zamandan beri aralıksız dinliyorum. Favorim Kirli Beyaz Kedi. En başta Gel ya da Git daha çok hoşuma gitmişti ama Farah Zeynep Abdullah'ın sesi yeterince güçlü değil bence, biraz yetersiz kalıyor şarkının bazı kısımlarında. O yüzden arka arkaya defalarca dinletmiyor şarkı kendini. Oysa Hümeyra'nın sesi çok güzel uyuyor Kirli Beyaz Kedi'ye. Beni de çok etkiliyor tabi şarkı. Şarkılarını, anılarını unutan Ayperi'nin; en sonunda ablasına hak ettiği yeri verdikten sonra kendi gençliğine, kendi kendisine söylediği şarkı... Hem daha güçlü bir sesten dinlemek isteyenler için Kenan Doğulu'nun söylediği versiyonu da var albümde.
Kenan Doğulu demişken... O adama aşık olmamak mümkün mü?? Filmdeki tüm şarkıları Kenan Doğulu bestelemiş. Ve şahane bir iş çıkarmış. Son zamanlardaki albümleriyle hiç alakası olmayan çok güzel işler koymuş ortaya. Benim filme yakıştıramadığım tek şarkı Sevdim. O da Kenan Doğulu'nun fazlasıyla bilinen, üstelik de Farah Zeynep'in sesinin güçsüz kaldığı bir şarkı olması dolayısıyla. Keşke Kenan Doğulu kendisine de bu tarz şarkılar yapsa da onun sesinden güzel güzel dinlesek...
Bunun dışında "Hümeyra ve Işıl Yücesoy'un oyunculuğu!!" diyorum ve çekiliyorum. Zira söylenebilecek tek söz yok. Bir de karakterlerin gençlik ve yaşlılık hallerinin birbiriyle bu kadar uyumlu olması için ne yapmışlar?? Bakışlar, mimikler, konuşma tarzı; her şey uyuyordu genç ve yaşlı halleri arasında. Görünüş olarak da andırıyorlardı gayet birbirlerini. Ben çok başarılı buldum o açıdan. Amaaaa... Bence filmde oyunculuk konusunda çuvallayan bir kişi var ki o da Kerem Bursin. Evet yakışıklısın, ölüyoruz bitiyoruz ama olmamışsıııın. Kerem'in benim kendisine acayip yakıştırdığım hafif tiki bir konuşması var. Hafif değil hatta, baya bariz bir şekilde tiki konuşuyor adam. Ama Amerika'da büyüdüğü için biz bu tiki konuşmayı, sürekli "Iıı"lamasını, el-kol hareketlerini kabul ediyoruz normalde de karaktere uymuş mu? Ki anlamadığım şey Güneşi Beklerken'de bu kadar bariz değildi bu konuşma, burada role mi girememiş nolmuş anlamadım ama karşımda Erhan'ı değil direkt Kerem Bursin'i gördüm ben. Yine de Erhan karakterini çok sevdim, sonunda Ayperi'yle olmalarını isterdim herşeye rağmen. Zaten o Tarık herşeyi mahvettiği için.....! Tüm bencillikleri, kıskançlıkları, alkolikliği... Hele de Ayperi'ye el kaldırdığı an... Neyse...
Bunu çok düşündüm de Ayperi'nin Aşk ve Gurur'daki Lydia'dan pek de farkı yok, değil mi? Ama o kitapta Lydia'yı aşağılarken, küçük görürken burada Ayperi'yi destekliyor, yüreğinin peşinden gitmediği için Hanife'ye kızıyoruz. Bu da anlatımın gücünü gösteriyor sanırım. Gerçi ben yine de Ayperi'yi küçük görüyorum. Lydia'da olduğu gibi; tek albenisi gençliğin verdiği iyi huyluluk olan, düşüncesiz, bencil bir kız Ayperi. Ablasının şiirlerini çalıp ablasının aşık olduğu erkekle kaçması... Aslında ablasının aşık olduğu erkek olmasının çok da önemi yok. En azından fragmanda anlatıldığı kadar önemi yok. Hatta erkek karakterlerin genel olarak pek bir önemi yok filmde. Biri yüreğinin peşinden gitmiş, biri gidememiş iki kardeşin hikayesi bu. Onların arzuları, kızgınlıkları, onların hesaplaşmaları anlatılıyor sadece. Bu beklentiyle izlemek gerek bence.
Başka söylemek istediğim neler vardı? Bu yazıya ilk başladığımda çok fazla şey vardı aklımda. Ama üzerinden bir hafta geçti, bunlar kalmış sadece aklımda, demek ki önemli olanlar bunlarmış:)
Bence Unutursam Fısılda çok çok güzel şarkılara sahip güzel bir film. İzleyin, ama daha da önemlisi dinleyin:) Özellikle de Kirli Beyaz Kedi...
"Nasılsın kızım, anlat bana hikayeni, kimler üzdü gözlerini?
Nasılsın kızım, söyle bana kendini, neler kırdı kalbini?
O taze saçlarda kimlerin eli, yaşlanmış dumanlı nefesleri;
Hoyratça itişleri; görgüsüz, asaletsiz üzüşleri...
Sen neler neler çektin, ben biliyorum
Dokunsam ağlarsın, hissediyorum
Hüzün zamanı geçti, onlar eskidendi, bitti, hepsi geçti.

Kirli beyaz kedi
Yıkan gözyaşınla
Kurtul anılardan
Sarıl yarınlara..."