27 Ağustos 2012 Pazartesi

Uyusam

Sonsuza dek dinleyebilirim sesini;
O yumuşak, sıcak, ilgili ses tonunu.
Ama ne yazık ki engeller var aramızda
Ve kapatmak zorundayız ne yazık ki telefonu.

Gözlerimi bir yumsam, uyusam...
Günlerce, haftalarca uyusam.
Uyandığımda gelmiş olsa zamanımız
Ve sonsuza dek senin yanında olsam.

Zor, beklemek haftaların geçmesini
Hele de benim kadar özlemişsen sevdiğini.
Tekrar görebilmek için gözlerini
Uyusam, uyusam, uyusam...

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Röfle, Saç Boyası ve Bolca Şampuan

Bir güne küllü sarı saçlarla başlayıp, gün içinde platin sarı olup akşamına tekrar küllü sarı olmak gibi bir şey benden başka kimde vardır acaba... Benden başka kimsenin bir günde bu kadar şey yapıp da sonucunda sabah olduğunun aynısı olacağını sanmıyorum. Neyse efenim, olay aynen şu şekilde gelişti:
Sevgilim benim gereksiz derecede saçma ve tehlikeli bulduğum rafting'de eğleniyordu, bense onun yokluğunda oyalanmaya çalışıyordum. En sonunda anneme bir yıldır dolapta duran saç açıcıyla bir kaç aydır düşündüğüm üzere saçlarıma röfle yapmasını söyledim. Açıcının arkasında işleme başlamadan önce saçlarımı yıkamam gerektiği yazıyordu. ben de yıkadım. Ardından annem saçıma röfle yapmaya çalıştı ama yapılan bir takım hatalar ve düşüncesizlikler sonucu saçlarımın üst kısmı komple platin sarı oldu. Aslında platin sarı olması için 45 dk. beklemesi gerekiyordu ve ben özellikle öyle olmasın diye sadece 20 dk. beklettim ama sanırım saçlarım zaten açık renk olduğu için beni öyle iğrenç bir sonuca götürdü. Bu röfle olayından sonra saçımı üç defa yıkamak zorunda kaldım. Saçın farklı kısımlarına farklı zamanlarda uygulama yaptığımız için farklı zamanlarda yıkamam gerekti. Dolayısıyla suyla fazlasıyla haşır neşir oldum diyebilirim.
Tabi ki röflenin sonucu felaketti, esmer olduğu halde saçını platin sarıya boyatan ve iki metre dip boyası gelmiş Romen kızlarına benzetiyordum kendimi. Aynaya baktıkça gözyaşlarına boğuluyordum. Eskiden beğenmediğim saç rengime geri dönebilmek için her şeyi verirdim.
Ben bu kadar üzülünce annem de bana koyu sarı saç boyası almış, "Hadi gel, saçlarını boyayalım" dedi bana. El mahkum, gittim, boyattım saçlarımı. Sonrasında bir saç yıkama seansı daha tabii... Bugünden sonra en az bir ay su görmek istemiyorum diyebilirim. Saçlarıma gelince... Eh, söylemeliyim ki röfleli (!) halinden çok daha iyi olmuştu. Ama kendi saç rengime çok yakın olduğu için tüm gün saatlerimizi harcamış ve sonucunda HİÇBİR ŞEY elde edememiştik.
Ama tabi başkalarına böyle demiyorum. "Kendi saç rengimden birkaç ton açığı oldu. Çok güzel oldu. Parıltı verdi bana. Ben çok beğendim." diyorum. Ki eğer çok dikkatle bakarsak kendi rengimden gerçekten de bir ton daha açık. Gülüyorum bu halime. Sonuç olarak "değişiklik, değişiklik" diye tutturan ben yine aynı saç rengiyle devam ediyorum. Zavallı annemse beni memnun etmek için yorgunluktan öldü. Boşa geçirilmiş bir gün daha diyebiliriz o zaman...

Yar

Bir resim kalmış olsaydı, elimde senden;
Bir anı, kopup gelmiş uzak günlerden;
Tek dileğim bu Allah'ım senden;
Yarimin yüzünü esirgeme benden.

Kulağıma aşk şarkıları fısıldayan sesi;
Artık bir rüya kadar uzak nefesi.
Hiç yaşamadık sanki o günleri
Yarim benden geçip gitti mi?

24 Ağustos 2012 Cuma

Ateş İçinde

Daha pek çok şiir var aklımda, pek çok düşünce.
Anlatmak zor, kelimeler kifayetsiz.
Ruhum acı, ızdırap, ateş içinde.

Sevildiğimi biliyorum, dört bir taraftan.
Ama sevme özgürlüğü alındı yardan.
O yar susuz çöllerde, ateş içinde.

Bir ince hastalık var içimde,
Güneşim, ayım, yarim nerede,
Ben hasta, biçare, ateş içinde.

Susmak

Zor;
Söyleyecek bu kadar çok şey varken susmak çok zor,
Gözlerimin önündeyken ona elimi uzatamıyor olmak;
Zor, çok zor.

Oysa ne kadar kolaydı eskiden bazı şeyler.
Ne kadar basitti kavgalar
Ve ne kadar basitti üstesinden gelmek kavgaların;
Ne kadar kolay...

Şimdi, burada; acı çekiyoruz ikimiz de
Üstesinden gelemeyeceğimiz şeylerin pençesinde.
O kadar imkansız ki çözmek;
Bocalıyoruz.

Susmak çare değil.
Ama konuşmak da kurtaramayacak bizi bu dertten.
Zaman; her şeyin ilacı.
Ve sabır; çok fazla sabır...

23 Ağustos 2012 Perşembe

Kayıp

Ne güzeldi bir zamanlar yaşamak;
Senin kollarında, mutluluk içinde.
Oysa şimdi nasıl da karanlık her yer;
Güneş yok, ay yok bu bedende.

Bir sabah kalktığımda bana aittin
Sonsuza kadar, sadece benim.
Sonra akşam oldu çekildi güneş uykuya;
Sen gittin, koparıldın elimden benim.

Şimdi bilmiyorum, gelecek mi o güzel günler geri;
Yoksa sonsuza dek terk mi etti güneş bu bedeni?

Ağla; ağla ki bilinsin çektiğin acılar.
Savaş; savaşmadan alınmaz geri, kayıplar.

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Eski Bayramlar...

İnsanlar her zaman eski bayramların tadını arar ya, ben de arıyorum. Ama bunun sebebi şimdi bayramların değişmesi değil, benim büyümem... Eskiden, küçükken, bayramlar çok daha eğlenceliydi benim için. Bayram geldi mi en güzel, en yeni kıyafetlerimize bürünür; sadece küçük çocukların sahip olabileceği büyük heveslerle el öpmeye giderdik. Sadece bayramlarda olurdu o kadar çok paramız. Bayramın ikinci veya üçüncü günü, yeterince para topladığımızı düşündüğümüzde, bayram harçlıklarımızı alır sinemaya giderdik tüm kuzenlerimle. Harry Potter serisini, Hırsız Var'ı, Vizontele serisini, Okul'u, hepsini o bayramlarda izledik. Sinemadan sonra başımızda ailelerimiz olmadan, "o zararlı" "o pahalı" "aman çok gelir" diyen birileri olmadan, kendi paramızla dilediğimiz yemeği yerdik.
O zamanlar ne kadar basitti mutlu olmak. Kuzenlerle geçirilmiş o kısa ama çok değerli gün nasıl mutlu ediyordu bizi. Artık hepimiz büyüdük. Kuzenlerim evlendi, farklı şehirlere taşındı. Kimi gelmiyor bile bayramlarda; kimi gelse de kayınvalidesinde kalıyor, görüşemiyoruz. Bu sene sadece üç kişi gittik bu bayram eğlencesine. Ben, benden iki yaş büyük kuzenim ve eskiden çok küçük diye aramıza almak istemediğimiz kardeşim. Sinemada güzel film yoktu, o yüzden sadece alışveriş yaptık ve bir şeyler yedik. Eski neşeli bayramlara kıyasla o kadar boş ve sıkıcıydı ki...
Kardeşim için bayram hala eğlenceli. Bayramdan birkaç gün önce alışverişe çıkıp bayramlık aldık ona. Bayram günü, her zaman sımsıkı topuz yaptığı açık kumral, upuzun saçlarını maşa yapıp süsledik onu. Babamla birlikte el öpmeye gitti çevredeki akrabalara. Bol bol para topladı, para topladıkça mutlu oldu. 10 yaşında şimdi. Bayramlar onun için hala bu kadar güzelken tadını çıkarsın. Bir gün gelecek bayramın bir farkı olmayacak öbür günlerden.
Keşke o günlere geri dönebilsem. Tekrar çocuk olsam, tekrar çocuk masumiyeti içinde mutlu olsam küçük şeylerden, tekrar babaannemin elini öpebilsem.... Onu o kadar özledim ki... Mezarına ziyarete gittik bayramın ilk günü. Önce dedemin, sonra onun... Annem Yasin okudu ikisi için de. O kadar duygulandım ki mezarını görünce... Ama yanımda başkaları vardı, ağlayamadım. Karar verdim kendi kendime, o şehre her gidişimde ziyaret edeceğim babaannemin mezarını. Ona yaptıklarımı anlatacağım, okulumu anlatacağım. Okulu bitirdiğimde de gideceğim yanına. Mezun olduğumu, artık doktor olduğumu söyleyeceğim ona. O kadar isterdi ki doktor olduğumu görebilmeyi. Ve tabi düğünümü görebilmeyi, yardımla da olsa ayakta durup diğer torunlarına yaptığı gibi koluma bilezik takabilmeyi...
İnşallah izliyordur beni; inşallah görebilir mezuniyetimi, düğünümü, çocuklarımı... İnşallah biliyordur onu sürekli düşündüğümü ve ne çok sevdiğimi... Sensiz ilk bayramımı geçirdim babaannecim. Ve sensiz hiçbir tadı yoktu bayram olmasının. Seni çok özlüyorum...

3 Ağustos 2012 Cuma

Olimpiyatlar, Cupcake'ler ve Tatil

İki haftalık tatilim yarın son buluyor. Söyledim mi bilmiyorum iki hafta önce kuzenim beni ve kardeşimi yanına çağırdı çok sıkıldığı için. Kocası tüm gün işte oluyor ve kendisi şu anda tatilde olduğundan yapacak bir şey bulamıyor. Neyse işte, iki hafta önce gelip bizi aldılar annemlerin yanından (böyle söyleyince de kendimi acayip ergen gibi hissettim ama naparsın), o zamandan beri de onlarla kalıyoruz. Buraya gelmenin benim için ayrı bir önemi vardı, burası zaten benim şehrim olduğu için sevgilim ve tüm üniversite arkadaşlarım bu şehirdeler. Dolayısıyla buraya gelmek onlarla görüşmek, hasret gidermek demekti. Ki iftar olsun, sürpriz doğum günü kutlamam olsun, kız kıza alışveriş günü olsun, bol bol vakit geçirdik beraber. Sevgilimle de baş başa bir sürü güzel mekana gittik, onun kardeşi ve benim kardeşimi de alarak lunaparkta mükemmel bir akşam geçirdik. Kısacası isteyebileceğim her şeyi yaptım. İçimde kalan tek burukluk var, buradayken yaptığım puzzle'ı çerçeveletip hediye etmeyi planlıyordum, erteleye erteleye yapamadım kaldı o iş:/ olsun, eylülde buraya geri döndüğümde mutlaka halledeceğim onu.
Son iki hafta sabah yatıp öğlen uyanmakla, bol bol alışverişle, filmle, özellikle de son hafta tamamen olimpiyatlarla geçti. Potanın Perileri olsun, Filenin Sultanları olsun, Badminton'da Neslihan, masa tenisinde Melek, halterde Sibel, Nurdan, Aylin, Erol, Hurşit olsun, yüzmede Derya olsun Kemal Arda olsun, atletizmde İlham olsun Tarık olsun; ohooo, bilmediğim yok. Sanırım tüm Türkiye'de bu işin içinde olanlar dışında olimpiyatları en çok izleyen bizizdir. Televizyonda sürekli Trt3 veya TrtHD açık, biz yarışıyor olalım olmayalım pür dikkat izliyoruz. Tabi bizimkiler oldu mu daha bi dikkatle izliyoruz. Hele o basket ve voleybol maçları, nasıl heyecanlı, nasıl heyecanlı... Baskette çeyrek finali garantilediğimiz için çok mutluyum, voleyboldaki berbat yenilgilerimizin üstüne süper oldu. Gerçi onda da düzeltecek gibiyiz, bakalım, son maçtan bir puan alabilirsek şahane olur.
Neyse, sanki sporla çok ilgiliymişim gibi... Olimpiyatlar dışında dönüp bakmam bile herhangi bir maça. Gerçi zaten şu ara esas ilgi alanlarımın hiçbiriyle ilgilenmiyorum ki. Olimpiyatlar dışında çoğunlukla HomeTv'deki yemek programlarını izliyorum. Böyle cupcake yarışması fln var veya Şefin Sırları var veya Fiks Menu var. Tabi pişirebildiğim tek şey makarna olduğu için bu da ilginç kaçıyor. Ama geçen gün kuzenim (aşırı derecede hamarattır), kardeşim (mutfak konusunda çok hevesli ve pek çok şeyi pişirebiliyor) ve ben (çoğunlukla bir şeyleri kırıp dökmeyeyim diye beni mutfaktan çıkarırlar) cupcake benzeri mükemmel bir kek yaptık. Tart şekline benzeyen kornetlerin içine kek hamuru koyup fırınladık, üzerine çikolata sosu, üzerine de krem şanti. Gerçi benim tek görevim krem şanti çırpılırken gereken kas gücü olmaktı ama olsun, bu da bir başlangıçtır. Yaptığım kekin önce resmini sonra da kendisini direkt olarak sevgilime ilettim, yazık yavrum benim, çok beğendi, tabi bilmiyor ki ben hiçbir şey pişiremiyorum. Aman canıım, evlenince öğrenir nolucak:)
Şu aralar bir de babamın son yazdığı kitabı düzenleme işine başladım. Bu sefer bir yemek kitabı yazdı babam, Turizm&Otelcilik ve Aşçılık bölümlerinde ders veriyor da üniversitede. Önceden de önbüro programları ve otel dekorasyonlarıyla ilgili kitaplar yazmıştı. Bu kitabının konusu diğerlerine göre kat kat daha eğlenceli ama biri gerçekten babama yazım kurallarını veya sayfa düzenini öğretmeli. Çoğunlukla her cümledeki anlatım bozukluklarını düzeltmek için en az üç defa okuyup öyle değiştirmem gerekiyor, çoğu yeri de baştan yazıyorum gibi bir şey. Kesinlikle hiçbir bütünlük yok kitapta; kullanılan terimler, cümle stilleri, her şey birbirinden farklı. Çok zamanımı alıyor ama babam sürekli "çok yavaş çalıştığımdan" yakınıp duruyor.
Babam demişken, tatilimin bitme sebebi o. Kuzenim babamları iftara çağırmıştı geçenlerde. Babam da bugün 3 gibi arayıp "birazdan yola çıkacaklarını, gelip bizi alacaklarını" söyledi. Tabi ki tamamen bir şok oldu bu ve bütün planları değiştirdi. Sevgilimle apar topar bir vedalaşma yaşadık, ikimiz de tekrar ayrılacağımız için çok üzülüyoruz ama bu beklenmedik bir şekilde birlikte geçirilen iki hafta için de fazlasıyla mutluyuz. Hem eve gitmek benim için pek çok açıdan çok daha iyi olacak. Zaten sevgilim dışında burada kalmak için fazla bir sebebim de yok. Ama yine de tabi ki onun özlemi her şeyden çok, çok fazla...
Belki de her şeyden değil... Son zamanlarda babaannem hakkında gittikçe daha az düşünüyorum. Bazen onu hisseder gibi oluyorum ama sonra bir anda geçiyor. Onu hiç rüyamda görmedim. Gördüğüm rüyalarda da ölmüş oluyor babaannem, öldüğünü yeni öğreniyormuşum gibi oluyor. Onun öldüğünü kabullendiğim için mi acaba diye düşünüyorum. Ama bir yandan da sanki onun ölümüyle daha yüzleşememişim gibi geliyor. Orada bir yerlerde sanki o hala yaşıyormuş gibi oluyor. Bu konudaki duygularım çok karışık. Sadece biliyorum ki; esas darbeyi daha yaşamadım. Belki de kışın her eve gidişimde babaanneme sarılamadığımda yaşayacağım o darbeyi, belki de yaz gelip de babaannemin evine onunla birlikte kalmaya gidemediğimde... Artık hiçbir zaman kimse görmeden beni öpüp elime harçlık tutuşturamayacak, hiçbir zaman "hacı bekir lokumum" diye sevemeyecek beni... Onu öyle eski evimizin salonundaki kanepede oturmuş, son yıllarda gittikçe boş bakan mavi gözleriyle bana bakarken görebiliyorum. Zihin ne ilginç şey... O artık yok ama ben her gözümü kapattığımda onu görebiliyorum, onunla konuşabiliyorum. Sil Baştan filmi geliyor aklıma. İnsan gerçekten sevdiği birini sildirebilir mi aklından? Acı çekmemek için hiç hatırlamamak, iyisiyle kötüsüyle tüm hatıraları unutmak... Ben istemezdim sanırım. Gözümü kapattığımda sevdiklerimi göremediğim bir dünyada yaşamak istemezdim...