27 Temmuz 2014 Pazar

CNBLUE ÖZEL Vol.3

Diğeri de doldu, artık yeni sayfa lazım:)
Ben CNBLUE'yu ilk Heartstrings'le tanıdım. Söylemişimdir. Ama Yong Hwa'dan dolayı değil, Min Hyuk'dan dolayı:) "Benim çocuğum da böyle olsun noluuuur" modunda çocuğun resimlerine filan bakarken gördüm CNBLUE diye bir grubun üyesi olduğunu, hatta aynı dizideki Yong Hwa'nın da o grupta olduğunu. Because I Miss You'ya zaten bayılmıştım, oradan You've Fallen For Me derken baktım CNBLUE dinliyorum:)
Bunu yazmamın sebebi şu ara kardeşim yüzünden Heartstrings'i ikinci defa izliyor olmam ve kardeşimin aynı benim ilk izleyişimde olduğu gibi Kang Min Hyuk'a bayılması:) Kardeşim "Abla, sevgilin Yong Hwa'ya benziyor." dedi az önce. (Ki ben de aynısını Lee Seung Gi için söylemiş, hatta resimlerini de karşılaştırmıştım:D Sonuç olarak hayır, sevgilimin gözleri daha çekik, dudakları daha dolgun, gözleri yeşil olduğu için daha tatlı vs vs. Ama gülümsemeleri benziyor, o yüzden şey ettim heralde:) ) Neyse, ben de Yong Hwa'nın resimlerini açtım Google'dan. Sevgilimin gözleri yine daha çekik:D Hatta bence hiçbir benzerlikleri yok da neyse... Sonra Yong Hwa'nın Ulzzang resmini açtım, yanına da sevgilimi. "Hangisi daha tatlı? Doğru söyle." diyorum. "Min Hyuk!" diyor. "Hayır, Yong Hwa mı sevgilim mi? İkisinden birini seç." "Min Hyuk!" :D Bir süre böyle devam etti, en sonunda sevgilimin daha tatlı olduğunu onaylattım, gönül rahatlığıyla döndüm işime:D
Bu yazı çok da CNBLUE'yla ilgili olmadı ama:D Bu arada Wanna Be Like You şarkısının İngilizce versiyonu ne kadar mükemmeldir öyle! First Step'te Korece versiyonu var, rezil olmuş şarkı:/ "I wanna live like there's no tomorrow" diye bağırmayınca aynı tadı vermiyor ki. Aynı şekilde Just Please'i de rezil etmişler bence First Step'te. Zaten bu İngilizce şarkıları Koreceye çevirmeleriyle ilgili fikrimi söylemiştim daha önce... Itunes'un Warner Music Japan'la anlaşması olmaması... Ahh, içim acıyor:( (Allahımm, şu ara çok bir ergenim. Allah sonumu hayır etsin:D )

Ekleme: Bugün CNBLUETORY'yi izledim. Varlığını biliyordum tabi ama kendisini Making The Artist'ten hemen sonra keşfettiğim için yakın konulu iki şeyi arka arkaya izlemek istememiştim. Şimdi izlemek iyi oldu. Acayip küçüklermiş o zaman, onu gördüm. Min Hyuk hele "sahte band" laflarından sonra ağlayınca iyice çocuk gibi oldu. Bence 19 yaşındaki bir erkek için azıcık utanılacak bir durum. Daha güçlü olmalı, Yong Hwa gibi daha erkeksi bir şekilde göstermeliydi duygularını. Bu arada Jung Shin'in bildiğin ergenlikle olması! Kardeşim Jung Shin'i hiç beğenmiyor, hatta adını bile bilmiyor, "uzun çocuk" diyor onun için. Ama ben aralarında Jung Shin'i hep ayrı tutarım. Sanırım içlerinden biriyle arkadaş olabilecek olsam bu Jung Shin olurdu:) Fotoğrafçılıkla ilgilenmesi, moda merakı, alışverişi sevmesi, espri anlayışı; bence tam da yakın arkadaş olarak isteyebileceğim biri:) Bir de bas gitar çalışına bayılıyorum. Özellikle WGM'de Seo Hyun'a öğretirken ben de çok özendim, çok ilgi çekici bir enstrüman.
CNBLUETORY'de içlerinde en çok Jong Hyun'a uyuz oldum bu arada. Çünkü gelecek planlarından bahsederken herkes sürekli CNBLUE'yla ilgili planlar yaptı, o ise kendisiyle ilgili. Daha iyi bir gitarist olmak, hem besteleyip hem çalıp hem söylemek vb vb. Jason Mraz gibi olmak istediğini söyledi sanırım bir de. Oysa diğer hepsi grupları örnek aldılar kendilerine. Öyle işte, Jong Hyun'un gelecek planlarında CNBLUE olup olmadığını merak ediyorum. Şu çocuğa bir solo albüm çıkarırsanız kaçıp gidecek heralde:D (Üzerinden dört yıl geçtiği için şimdi durum değişmiş olabilir. Bilemeyeceğim)

Ekleme: Geçenlerde bir yazıda (hangisiydi hatırlamıyorum) CNBLUE'nun tarzının o "lalalala, daridiridara du" tarzı ses efektleri (nasıl tanımlayacağımı bilmediğim için böyle diyeceğim hep:D ) olmadığından, o şarkılardan bir tek Still in Love'da Yong Hwa'nın elinin değmiş olduğundan filan bahsetmiştim. Hatta FNC kendi şarkılarını bestelemelerine izin verdiğinden beri şarkılarında ses efekti olmadığını da söylemiştim. Acaba aklım neredeymiş?! Çünkü ortada Re:Blue albümünde Yong Hwa tarafından yazılmış, bestelenmiş, düzenlenmiş koskoca La La La şarkısı var! Bunun az önce şarkıyı dinlerken dank etmesi... :D
Neyse efenim, demem o ki; ben hatalıyım, CNBLUE da içinde ses efekti geçen şarkı besteliyormuş. Ha, çok mu, değil. Kendilerinin besteledikleri onca şarkı içinden (ki iPod'umda şu an Japonya albümlerindeki şarkılarla birlikte 101 tane şarkıları var-daha Kore albümlerinin tamamını almamış olmama rağmen- yani zannederim az uz değil kendi besteledikleri şarkılar) bir iki tane ses efektli şarkı olabilir. Bu arada 101 devasa bir rakam gibi görünebilir, bunun sebebi single'larındaki şarkıları sonra albümlerinde de kullanmaları ve benim "Ama albümde Monday yok, single'ı da alayım." "Albümde Feeling yok single'ı da alayım" "Ama bu albümün kapak resmi güzel, bir de Instrumental vaaar" (Zannedersin instrumental dinleye dinleye ölüyorum) diye diye bazı şarkılardan iki, Where You Are gibi hem Kore'de hem Japonya'da yayınlanmış şarkıdan ise 5 gibi komik bir rakamda bulundurmam:D Allahtan Japonya'da filan yaşamıyormuşum; sırf "Ama Edition A'da şu konserin DVD'si var, Edition B'de bu konserin DVD'si var, bu Edition'da da üyelerin resimleri var" diye diye aynı albümden 3-4 tane alır, müzik endüstrisine baya bir katkıda bulunurdum:D

Ekleme:Bunu yazdıktan sonra gittim aynı olan şarkıları sildim, 88'e düştü. Hem Korece hem Japonca/İngilizce versiyonları olanlar duruyor tabi. Zaten onları iki farklı şarkı sayabiliriz, zira İngilizceleri Korecelere, Koreceleri de Japoncalara tercih ediyorum bariz olarak:D
Bu arada geçenlerde Yong Hwa'nın Heartstrings 8. bölüme kadar sadece 5 mimikle oynadığını söylemiştim. Düzeltiyorum. O bölüme kadarki karakteri buzdolabından hallice olduğu için de öyle olmuş olabilir, sonraki bölümlerde farklı mimikler yaptığını da gördüm, çocuğun günahını almayayım. Tabi bu aslında o kadar batmaz, mesela ben başka hiçbir oyuncuya bakmıyorum kaç mimiği var diye ama Yong Hwa normal hayatında Maske filmindeki Jim Carrey kadar mimik yaptığı için... :p:D

Ekleme: Son zamanlarda yeni bir huy edindim. Bir süredir bazen uyanır uyanmaz, bazen de akşam eve dönüp bilgisayarı açtığımda önce cnbluestorm, sonra turkishboice sitelerini kontrol ediyorum. Yeni bir şeyler var mı, twitter'da neler demişler, yeni video çevirisi var mı filan diye... Ama son bir iki gündür buna bir de youtube eklendi. Youtube'a "cnblue" yazıp, filtrelerden de "yüklenme tarihine göre"yi seçtiğinizde CNBLUE'yu gün gün takip etme şansınız oluyor:D Mesela az önce 26.07.14 tarihli konserden bir sürü şarkı dinledim (ki daha biz 27.07.14'e geçeli 2 saat oldu:D Ha, Tayvan'da bizden çok daha önce geçildi o ayrı ama yine de konserden döndükleri saniye internete video yüklemiş olmaları gerekiyor insanların ki ben yapmazdım:D
Neyse işte, bundan önce de önce Tayvan'a giderkenki havaalanı görüntülerini, sonra da orada verdikleri interview'in görüntülerini filan izlemiştim. Gün gün ne giymişler, ne yapmışlar, nasıl görünüyorlar'ı takip etmek için mükemmel bir şey:D Zaten cnbluestorm da turkishboice de yeterince yazı yazmıyor bence gün içinde. Eğer fan sitesinde ben de olsaydım son fotoğraflar, son video'lar filan, bir sürü paylaşım yapardım.
Ha tabi bu söylediklerim okul açılana kadarki bir buçuk aylık dönemimde geçerli, okul açıldıktan sonra babam olsa tanımam, o ayrı:D (Bkz: Boşluktan fangirl'lüğe sarmak:p )

Ekleme: Youtube'da "cnblue" yazıp gün gün takip etmek acayip zaman alıcı bir şey. Hayır bir konserdeki her şarkıyı o gün dinlersin, 1-2 saatin gider tamam. Ama her şarkıyı "Yong Hwa focus/ Jung Shin version/ Jong Hyun focus) diye ayrı ayrı dinleyince kaça katlanıyor o konser:D Neyse ki görüntü kalitesi ve sahneye yakınlığını baz alarak çoğu video'yu eliyorum da 1-2 saati geçmiyor toplam süre. Çoğu şarkıyı dinlememiş oluyorum tabi ama... Bu arada, yavrum Min Hyuk ya, kimse çocuğu göremediği için onun versiyonu yok ne yazık ki. Ki benim şarkıyı dinlerken en sevdiğim şey bateriyi takip etmek olduğu için o da olaydı iyiydi.
Gerçi şu ara Jung Shin'e ve bas gitara taktığım için çok da sorun değil:D Youtube'da bir kız var, birkaç CNBLUE şarkısına bas gitarıyla cover yapmış. Aynı şekilde 27.07.14'teki Taipei konserinden bir sürü şarkının da Jung Shin versiyonlarını yayınlamış. Ona buradan kokulu öpücükler (!) gönderiyorum, sayesinde fazlasıyla bas gitar takip ettim:) Gittikçe daha çok seviyorum bas gitarı. Kızın eline de çok yakışıyor maşallah da Jung Shin kadar havalı çalmıyor o ayrı:D

Ekleme: CNBLUE Japonya'da bu seneki ikinci single'ını çıkarıyor. Hatta teaser'ı yayınlanmış bile. Yalnız anlayamadığım bir şey var ki neden Japonya'da ikinci çıkarken Kore'de hiçbir şey olmuyooor?! Yong Hwa diziye odaklanmak istediği için CNBLUE'nun zannederim bu senenin sonunda çıkaracağı albümün biraz ertelendiğinden bahsetmişti. E Japonya'daki noluyor o zaman? Ama tabi Kore'de çıkaracakları albüm mini albüm değil de 10+ şarkılık tam bir albüm olursa hiç sorun değil, bir ay erteleniversin, yeter ki 10+ şarkı gelsiiin.
Bu arada eğer CNBLUE albümü ertelenirken Yong Hwa'nın solo albümü bu sene çıkarsa kudururum! Dinlemicem de zaten ben onu, hıh! :p
Bir de ben daha önce hiçbir ünlüyü takip etmediğim ve hiç magazin programı filan da izlemediğim için bilmiyorum ama ünlülerin günlük hayatta hayranları bu kadar takmaması normal mi? Havaalanlarında, ne biliyim gidecekleri binanın önünde biiiirsürü kişi kendini yırtıyor Yong Hwa filan diye (hepsinin ismini bağırıyorlar ama %80'i Yong Hwa) hiçbiri dönüp bir kere olsun bakmıyor. Oysa çok zor bir şey değil, yürürken bir yanına bakıp hafifçe gülümsemek veya hafifçe el sallamak. Ki bunları yapsalar ne biçim mutlu olur o insanlar... Oysa onlar sanki orada kimse yokmuş gibi aksi bir suratla hiç bakmadan geçip gidiyorlar. Konserde de çoğunlukla öyle. Evet Yong Hwa deli gibi öpücük saçıyor (özellikle de kameraya) ama diğerleri (hele de o Jong Hyun) millet önünde kendisini yırtsa da gitarından başını kaldırıp bir bakmıyor arkadaş ya, uyuz oldum. Bu arada da Jung Shin yine sempatikliğiyle kendini öne çıkardı benim gözümdee:) Hem Taipei konserinde fanlardan birinin verdiği büyük kırmızı kağıt kalbi alıp (seyircilerin çoğunun elinde vardı, sallayıp duruyorlardı) dişlerinin arasında tutup şarkının kalanını o şekilde çaldı, sonra komiklikler yaptı kalple filan; hem de Tayvan'dan ayrılışta havaalanında en son "Yong Hwa" "Jung Shin" "Thank you" diye bağıran fanlara dönüp el salladı da gitti. Kuzum ya, çok terbiyeli, maşallah:) Ama işte anlayamadığım şey şu: Normali bu değil mi??

26 Temmuz 2014 Cumartesi

Ramazan da bitti

Bugün ramazanın son günüüü!:) Ne çabuk geçti ya, bana hala bitmiş gibi gelmiyor. Gerçi bana öyle gelmemesi normal:D İlk hafta önce final; sonra direksiyon dersleri, direksiyon sınavı derken tutamadım. Sonra geldim bir hafta yalnız başıma evde takıldım. Sonra da otel zaten, bana oruç tutmuşum gibi gelmiyor ki:D
Son sahurumu da noodle'la yaptım, hadi hayırlısı:D Son günlerde sadece noodle'la besleniyorum denebilir. İftarda çok bir şey yemiyorum zaten, gece 12-1 gibi noodle yiyorum, sonra bir de sahurda yiyorum, şu oruç biraz daha devam etseydi koca bir noodle olacaktım:D Hayır zaten anlamıyorum bir anda nereden fırladılarsa her markette en az 3 farklı markanın içine su katınca 3 dakikada şahane bir yemek ortaya çıkaran hazır noodle'ları var. Bizim evde de bir market çıkaracak kadar onlardan depo var:D Her alışverişte tekrar tekrar aldırıyorum. Ki bu sene yurtta her gün noodle yiyerek yaşamayı planlıyorum, bundan sonra yaşamsal gıdam noodle:D Tam böyle "Ya ama bana 34 bedenler bol gelmeye başladıııı" modundayken bu noodle'lar sayesinde baya kilo alacağım ama hadi hayırlısı... Bu arada Kore dizilerinde sürekli "aman gece ramen yedim, sabaha yüzüm şişecek" muhabbeti var, doğru mu o ya? Ben full yiyorum, bir fark göremedim ama?...
Geçenlerde doğum günüm vardı, bahsetmiştim "muhtemelen bu sene de kutlanmaz" diye. Aslında bunun için ayrı yazı yazacaktım ama sonra nedense içimden gelmedi, doğum günüme saplantılıymışım gibi... (Ki fena halde saplantılıyım:D ) Bu sene yine geçen sene gibi oldu başlarda. Sevgilim o gece telefonla konuşmamıza rağmen kutlamadı, unuttu. Annem, kardeşim, kimse kutlamadı. Bir tek biricik kuzenim aradı kutladı, sağ olsun, ben kızınkini her sene unutuyorum, o özveriyle kutluyor her sene:D Neyse işte, o akşama kadar hala bir aktivite yok, sadece sevgilim, annem ve kardeşim kutladı sonunda filan. İftarda ailem bizimle değildi, kardeşimle ben yalnız başımıza yemek yedik. Ben böyle her an garsonlar pasta getirecek filan diye bekliyorum, kardeşim sırıtışını zor engelliyor çünkü. Sonra yine hiç bir aktivite olmadı:D
Artık dedim boşver, en olmadı belki annenler dönerken bir pasta alırlar da onu yeriz. Sonra annemler geldi, kahve içelim diye beni restoranın balkonuna götürdüler ve orada hayatımda gördüğüm en süslenmiş, en "kutlama yapıyoruuuz" modundaki masa vardı:D Yemin ediyorum ben bir daha bu kadar özenle süslenmiş, bu kadar şaşırtan-sevindiren bir masayı evlilik yıldönümünde bile görmem:D Sonra da üzerinde Mini Cooper resmi olan ve "Güle güle kullan" yazan bir pasta geldi:D Pastama aşığım zaten, bir "büyük kırmızı kurdele" kadar oldu bence, yetti yani bana:) Sonra pastayı afiyetle yememiz, sohbet muhabbet, bolca resim filan derken baya güzel bir doğum günü kutlaması oldu benim için:) 21 yılın sonunda, ennn sonunda böyle bir şey yaptıkları için teşekkür ediyorum aileme:) Normalde pastayı almaya ben de giderdim filan da:D Bu sene cidden sürpriz bir şey yapmışlar, teşekkürler teşekkürler:D
Ama hediye yoktu ortada, ki kaç gün geçti, hala yok:D Ama neyse, Mini Cooper yeter:) Gerçi babam sonra "Biz söz verdiğimiz Mini Cooper'ı aldık, sen yemeseydin arabanı" filan diyerek alabileceğim tek Mini Cooper'ın o resim olabileceğini ima etse de umudumu kaybetmedim:D Ehliyetim bayramdan sonra geliyor, sonra görsünler bakalım iniyor muyum arabamdan:) Zaten şu ara da benden 4 yaş büyük erkek kuzenimi şöförüm niyetine kullanıyorum, ehliyetim gelince de kendim kullanacağım arabamı:)
Anlatacak başka bir şeyim var mıydı diye zorluyorum kendimi ama yok sanırım. Bugün alışverişe gittik bu arada, malum, bayram filan... Bir tiyatroda duyduğum "Kadınlar alışverişteyken acıkmaz, susamaz, tuvalete gitmez ve ölmezler" sözünü anıyorum sık sık:D Oruç oruç bir milyon defa alışverişe gitmişimdir, 5-6 saat hiç durmadan alışveriş yapmışımdır, bir gram etkisi olmaz bünyeme:D Başka kadınlar için ne kadar doğru bilemem ama benim için kesinlikle doğru:)

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Bence boşverin, hiç okumayın:)

Son zamanlarda biraz fazla Kpop dünyasına girdiğimi fark ettim. Özellikle de geçen gün tüm Kpop'u silelim dedikten sonra pişman oldum önyargılı davrandığıma; onu sever miyim, bunu sever miyim diye bir milyon Kpop şarkısı dinledim:D Artık kareografi kusacaktım, gözümün önünde dans eden kızlar uçuşup duruyordu:D
Ha hoşuma giden bir şeyler bulmadım mı, buldum. Mesela Secret'ın I do I do diye bir klibi var. Hem şarkının hem de klibin tarzı bana zamanında kardeşimle fazlasıyla izlediğim High School Musical filmlerini, özellikle de oradaki Sharpey miydi neydi, o sarışın kızın kısımlarını hatırlattı. Sharpey'in maceraları mı ne diye bir filmi çıktı o kızın bir de sonradan, aynen bu tarz şeyler. Disney'in filmlerini çok ayılıp bayılarak olmasa da zamanında fazlaca izlemiş, saatlerimi hoş ve boş bir şekilde geçirmiş olduğum için bu klibe de 5 dakikamı zevkle verdim. Hatta bir sonraki gün tekrar izledim. Belki bir üçüncüyü daha izlettirir ama işte o kadar.
Sonra f(x)'in Electric shock'ını da sevdim diyebiliriz. Özellikle daimi tekrar eden "Electric nananananana" kısmını. Zaten fark ettim ki bana böyle lala, nana, daridiridara du vb ses efektleri verin canımı yiyin:D Şekil 1a: CNBLUE. Gerçi onların aslında çok az şarkısında böyle efektler var ama nedense milletin en çok bildikleri bunlar, ki ben de bunları dinleyerek bağlanmıştım gruba:) Tabi sonra daha rock tarzı olan parçalarını da sevdim o ayrı:) Zaten baktığınızda bu tarz ses efektleri olan şarkılarından bir tek Still in Love'de Yong Hwa'nın ucundan eli değmiş, kalanının hepsinin bestecisi ve söz yazarı farklı. Yani tarzları aslında o değil ki FNC kendi şarkılarını bestelemelerine izin verdiğinden beri de hiçbir şarkılarında ses efekti yok ama neyse, konu dağıldı:D Seviyorum yani ben ses efektlerini. Sağolsun Kpop da bunu çoooook fazla kullanıyor o yüzden o an için dinlenebilir ama aklımda kalıcı yer edinmeyen şarkıları dinledim fazlasıyla. Ertesi gün hatırlayabildiğim bir bu ikisi vardı:D
Neyse, Kpop'a abartılı derecede girdiğimi fark ettim bugün. Sonuç olarak da silkindim, "Aman bana neyse..." dedim ve kendime geldim:) Cidden niye bu kadar abarttım bilmiyorum, sırf CNBLUE seviyorum diye ne gerek varsa bu kadar Kpop olayına girmeye... Sanki illa tüm grupları bilmem gerekiyormuş gibi bir moda girmişim:D
Bu furyayı da böylece bitirip eskiden sevdiğim şeylere döndüm işte. Mesela ben blog okumayı çok severim. Günlük tarzındakileri bile:) Zaten ben de öyle yazdığım için ve eskiden beri milletin düşüncelerini bilmeye saplantılı olduğum için... Lisedeyken bir ara şöyle bir süper gücüm olsun isterdim: bir insana dokunduğum anda onun tüm geçmişini, yaşadıklarını, hissettiklerini, şimdiye kadar aklından geçmiş olan her şeyi öğreneyim. Sonradan Alacakaranlık serisindeki bir kötü karakterin gücü çıkmıştı bu, özenmiştim adama:D
Neyse işte, blogger'da sol üstteki "Sonraki Blog" yazısına tıklayıp rastgele blog okumayı seviyorum. Bugün de aylardan sonra yapıyım dedim. Alçak Basınç diye bir müzik blogu çıktı şansıma:) Bu benim bu şekilde denk geldiğim ilk müzik blogu. CNBLUE'dan sonra müziğe daha çok önem vermeye başladığımdan bahsetmiştim. Üstüne tam denk geldi yani:) Bu blogda önerilen şarkıları dinlemeye başladım ben de. Özellikle ilk dinlediğim şarkı olan Sivu-Over&Over'ı sevdim:) Her ne kadar son zamanlarda full Korece şarkı dinlediğim, Kore dizisi izlediğim için en başta İngiliz İngilizcesi kulağıma acayip tuhaf gelse de:D
Sonra Blogdan bir kaç şarkı daha dinledim ama çok hoşuma giden bir şey olmadı. Sonra ocakta yazılmış bir caz yazısı ve caz listesiyle birlikte bayadır dinlemediğim, zaten normalde de çok dinlemediğim caz müziğe bıraktım kendimi:) Birkaç ay önce öylesine girdiğimiz bir barda caza yakın parçalar çalıyordu en son. Ben bayılmıştım ama tabi ki yine hiçbiiiiiir arkadaşımla ortak konumuz olmaması mevzusu... Ondan önce de Fizy mood'un Caz vokalistleri kısmını dinlerdim arada, cazla alakam bu:) Ha bir de The Simpsons'ın jeneriğindeki Lisa'nın okul bandosunda çaldığı saksafon:D
Saksafon çok ilginç bir müzik aleti değil mi? Aslında üflemeli çalgılara hiçbir zaman ilgim olmadı. Nefesim inanılmaz güçsüzdür çünkü. Hatta bugün doğum günü mumlarımı 5 defa söndürmeye çalışıp, dibine girmeme rağmen sadece bir tanesini söndürebilip en sonunda kardeşime bıraktım o işi:D Ama parmaklarım fazlasıyla uzun, o yüzden de gitar ve piyanoyla ilgilendim zamanında. Tabi iki farklı zamanda, iki farklı gitar aldırıp toplamda iki yıl gitar kursu almama rağmen yıllardır elime almadığım gitarım evin bir yerlerinde sürünüyor:D Hatta yeni evde bodruma bile atılmış olabilir, zavallım:D İlk dersten dönüşümde yalvara yakara aldırdığım piyanom da aldığım üç aylık kurstan sonra araya yaz tatili girmesi, sonra da hevesimi kaybetmem sonucunda iki yıl evde takılıp en sonunda bari yer kaplamasın diye satıldı:D Sonradan bir de bateriye ilgi duydum ama tabi ki bateri aldırmak gibi bir manyaklığa başvurmadım:D Zaten sonraki Guitar Hero çalışmalarım göstermiştir ki bateri hayvan gibi zor bir alet, Beginner modunda bile kollarım kopuyor:D
Müzik aletleriyle böyle aşkla başlayan ama devamı gelmeyen bir ilişkim oldu yani şimdiye dek:) Şu ara da bas gitara sardım, aldırsam çalabilir miyim diye düşünüyorum:) Hatta bu listedeki bazı şarkılarda da çok hoş bas gitar kısımları vardı, baya hoşuma gitti. Hoşuma gitmek demişken Mellow Mood cidden baya hoşuma gitti aralarında:) İlk şarkı da çok güzeldi: A Love Supreme Part 1. Zaten aslında saksafondan bahsetme sebebim buydu, yine konuyu dağıttım:D
Saksafon sizinle konuşuyor gibi geliyor mu size de? Özellikle bu şarkının başlarında çok da belli bir ritme sahip olmayan saksafon kısımlarında gerçekten iletişim kuruyormuşuz gibi hissettim. Benimle konuşuyordu ve ben de anlıyordum. Oyuncu bir enstrüman saksafon. Bir öyle bir böyle. Önce sesleniyor sana, sonra nazlanıyor biraz, sonra derdini döküyor, susuyor belki biraz, sonra tekrar ilgi istiyor senden, şımarıklık yapıyor, tekrar anlatıyor kendini, sonra vedalaşıyor yavaş yavaş. Her ortaya çıkışında bir dostumla karşılaşmışçasına gülümseyerek dinledim bu ve sonraki birkaç şarkıda. Bilmiyorum, belki de saçmalıyorum gece gece (sabah sabah) ama bana öyle geldi işte:)
Neyse, bu blogu geçince bu sefer de kendimi bir sinema blogunda buldum ama entel olanından:) Ki bu da bana bu sene katıldığım ama popüler kültürden uzak olduğu için ne yazık ki varlığını sürdüremeyen sinema kulübümüzü hatırlattı. Popüler kültürden uzak derken bir noktada Luis Bunuel ve Salvador Dali'nin filmi olan "Bir Endülüs Köpeği"ni izliyorduk sürrealist filmleri tanımak için, o derece uzak:D Ki ben o filmden bir anlam çıkarmıştım, bildiğin filmi mantığa oturtmuştum, hala da haklı olduğumu düşünüyorum ama sırf emin olmak için tekrar izleyemem, bünyem kaldırmaz:D
Üçüncü blog da ne olduğunu pek tanımlayamadığım, isimlendiremediğim bir blog:) Edebi yazılardan oluşuyor desek... Edebiyat diyemem. Günce desek... Değil, hayır, eksik işte bir şeyler... Bana özellikle lisede ve üniversitenin ilk senesinde yazdığım bazı yazıları anımsattı. Tanımlanamayan yazılar... Kuzenimde görüp ilk 5-6 sayfasını okuduktan sonra göz koyduğum Bulantı kitabını hatırladım bu yüzden. Eve dönünce sorayım da bitirdiyse alıyım ondan. Bugün eve gidiyoruz gibi. Öyle umuyorum. Nolur!
Oh be, özüme döndüm:) Sevgilim bu yazıyı görünce mutlu olacak sanırım. Artık iyice gına gelmişti çocuğa tüm o ergen hallerimden. Kendi yaş seviyeme döndüm küçük bey, mutlu olun:)

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Oradan buradan...

Şu ara FT Island dinlemeye başladığımdan bahsetmiştim. I wish şarkısı da en sevdiklerimin arasında. Klip de şahane filan ama ben klibin olayını anlamadıııım! Bunların hepsi aynı kıza mı yazıyorlar, kız hepsine yüz mü veriyor, noluyor, çözemedim ben klibi. Bunun üzerine yazdım Google'a "FT Island I wish MV story" diye, aydınlatıcı bir şey çıkmadı. Sonra Türkçe arattım, yine bir şey bulamadım ama Yeppudaa'da bildiğin kliplerine spoiler sayfası açılmış:D Mantıklı aslında, çünkü benim izlediklerim mi hep öyle denk geldi bilmiyorum ama ben baya baya klibi izlemekten şarkıyı dinleyemiyordum bazılarında:D
İşte Yeppudaa'da da spoiler sayfası var ama nedense hiç spoiler yok:D En azından ben çoğunu okumama rağmen dişe dokunur bir şey bulamadım. Sadece Bad Woman ve Thunder+Only One Person+A Man's First Love kliplerine yönlendirdi beni sağ olsun, gece gece yaşam enerjimi çaldılar resmen. Hele Thunder+Only One Person'ın sonunda Min Hwan'ın artık dayak yemekten kendinden geçme durumundayken o sınıf arkadaşı kızın ennn sonunda Min Hwan'ın aşkını anlayıp ona sarıldığı sahnede yemin ediyorum gözlerim doldu. Ki A Man's First Love'ın sonunda da Jong Hoon mu her kimse onun öldüğü sahnede de öyle. Bu ne ya, 8 dakikalık kliple ne biçim dram yapmışlar öyle. Azıcık daha duygusal modumda olsam oturup hüngür hüngür ağlıyordum şu an. Üzerine tekrar I wish izledim de ancak toparladım:D Bu arada ben FT Island'ın ilk şarkılarını, tarzını pek beğenmedim sanırım. Resmen arabeske bağlamışlar, bu ne?
Neyse, I wish diyordum, konuyu dağıtmayayım. Google'da bir de Masal Evi diye bir blog çıktı. Direkt bu konuyla ilgili bir yazısı yok aslında ama kızın blogundaki içinde FT Island geçen tüm yazıları sıralamışlar işte, ben de oturdum hepsini okudum:D Sonuç olarak FT Island hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğimi görmüş oldum ama gözümde acayip büyüdü, kesinlikle araştıracak enerjim yok:D Bana CNBLUE manyaklığı yetiyor, bir grubu daha kaldıramam, ki CNBLUE'dan daha uzun süreli bir geçmişleri var, ölürüm artık:D
Şu ara kardeşim sağ olsun, dizi izleyemiyorum pek. Bir Heartstrings izliyoruz beraber, kalan zamanımda da My Girl'ü bitirdim en sonunda. Bir de CNBLUE konserleri filan derken... My Girl güzel dizi bu arada. Gerçi bir kaç sahnede aşırı drama bağlayıp neredeyse Yeşilçam mimikleri yapıyordu kız, koptum oralarda ama kalanını sevdim:) Gerçi diziyi bitirdiğim saniye bilgisayarımdan sildim, o da ayrı konu:D Oturup tekrar izlenmez ama ya. Zaten çevremde de benimle aynı ilgi alanlarını paylaşan hiiiiiç arkadaşım olmadığı için başkasına da veremem, gerek yoktu yani durmasına.
Bu arada zaten bu yüzden kardeşime "ağaç yaşken eğilir" şeklinde daha bu yaştayken kendi ilgi alanlarımı aşılamaya çalışıyorum ya:D Kızla tüm yazı birlikte geçiriyoruz, tüm kış da haftada bir arayarak ailemden en çok konuştuğum kişi yapıyor kendini, bari ortak konumuz olsun:) Gerçi sevmiyor, "Of abla" diyor, sıkılıyor, şımarıklık yapıyor filan ama yavaş yavaş alışıyor benim konularıma. Bugün en son kendimi 12 yaşındaki kıza içki türlerini anlatırken buldum, sanırım biraz abarttım ortak ilgi alanları mevzusunu:D Sonra "Ama tabi bunları bilmek için çok küçüksün daha." diyip durumu toplamaya çalıştım da, cık, olmadı:D
Şu ara ramazan ya, acayip ilginç bir hayat tarzım var. 13-14 civarı uyanıyorum. Oteldeyiz zaten, full odada takılıyorum iftara kadar. Sonra iftar için giyinip süslenip (Ciddi anlamda giyinip süslenip... Yemin ediyorum bir iki kıyafetimle Vogue'a çıkabilecek pozlar bile verebilirim:p Hatta kafamda bir tema belirledim, pozları filan planladım:D Sevgilim olsaydı da bir fotoğraf çekimi yapsaydık:D ) yarım saatliğine çıkıyorum odadan. Sonra odaya dönüyorum, makyajımı filan çıkarıp bir saat takılıp bu sefer havuza gidiyorum 21.30-22.00 gibi. Havuz, sauna, sonra duş, saat oluyor 12. Bazen annemle lobide kahve filan içiyoruz, sonra yine odada takılıyorum. 3'te yine hazırlanıp (Bu sefer abartmıyorum, makyaj filan yapmıyorum mesela) sahura gidiyorum. Sonra odaya dönüş, 8'e 9'a kadar filan takılıyorum, sonra uyku, sonra tekrar 13-14'de uyanış. Sevgilim gece 1'de aradı "Yatıyorum ben artık." diye. Ben de şey diyorum: "Ben de 7 saat sonra filan yatarım işte" :D Ramazandan sonra nasıl normale döneceğim bilmiyorum artık...
Otelde babamın işi dolayısıyla kaldığımızdan bahsetmiştim. Adama hayranım şu ara. Sabah 9-10 gibi kalkıyor, öyle ki o kalktığında bazen uyumamış oluyorum. Tüm gün çalışıyor, hiçbirimiz görmüyoruz babamı gün boyu. Çoğu gün gece 3'te sabahki kıyafetleriyle işten kalkıp geliyor sahura, sadece bir iki defa işini erken bitirip 1-2 saat uyuyabildi sahurdan önce. Buna rağmen enerjisi yerinde; otelle ilgili heeer şeye koşturuyor; bana, kardeşime takılıp espri yapıyor, gayet normal görünüyor. Ben onun temposunda yaşasaydım ölü gibi geziyordum şu anda. Bunu hiç okumayacak olsa da (Bu blogu görmesine KESİNLİKLE izin vermem) onu, gayretini, enerjisini çok takdir ettiğimi; onu çok sevdiğimi söylemek istedim...
Neyse, duygusala bağlamayayım gece gece... Hep o klipler yüzünden:D Daha eğlenceli konulara geçersek... Yarın benim doğum günüm:) Geçen seneki gibi olacağını biliyorum, o yüzden bu sene umutlanmıyorum hiç... :) Zaten otelde ailemle baş başayız, bir pasta kesilir heralde ama bunun dışında bir şey beklemiyorum. Zaten doğum günü hediyesi olarak annemin Mini Cooper'ını istediğim için... :D Babam "O araba zaten senin" diyor alındığından beri, o yüzden umudum yüksek:D Sadece bu sene üniversite şehrime götürmeme izin vermeyebilirler, ki zaten bu sene yurtta kalacağım ve yurdun servisi olacağı için ben de çok gerek duymuyorum. Anneme dedim, "Arabaya o büyük, kırmızı kurdelelerden takın. Çok özenmişimdir hep." diye:D Yapmazlar heralde ya, kim uğraşacak onunla:D Anahtara kurdele taksalar da olur, ona da razıyım ben:D Bu araba olayından daha önce bahsetmiş miydim? Son bir haftadır filan herkese bundan bahsediyorum da, blogda da yazmış olma olasılığım yüksek:D Aman neyse ya, sanki okuyan var:D
Okuyan var demişken şu ara bloguma giriş sayısında acayip bir artış var, hayırlara gelsin:D Ama çoğu Amerika'dan filan. Sanırım blogger mı yönlendiriyor, napıyor anlamadım ama "Amerika'dan çok takipçim var." deyip yazılarımı İngilizce yazmam an meselesi, uyarmadı demeyin:D
İngilizce demişken TUS'a girebilmek için YDS'yi geçmek gerektiğini biliyorsunuzdur heralde. Tabi YDS'den geçiş oranı %20'nin üzerine çıkamadığı için biz zavallı tıpçılara ayrı bir sınav hazırlıyorlar bu sene. Adı TıpDil, YDS'den kolay olacakmış sözde... Ben de YDS'ye değil ona başvurdum buna inanıp, İngilizce de çalışmıyorum daha hiç, hadi hayırlısı:D CNBLUE'nun İngilizce altyazılı video'larını filan izliyorum ama diye de kendimi avutuyorum:D Eve dönünce çalışmaya başlayacağım. Bir eve dönebilsek zaten... Bu yazın çoğu bu otelde geçecek gibi görünüyor...
Neyse, yine konu değiştiriyorum. Şu ara acayip kilo verdim sanırım. Tartı yok, o yüzden sayı olarak verip vermediğimden emin değilim ama tüm kıyafetlerim üzerimden dökülmeye başladı. Zaten daha iki ay önce gelişip de kendime güvenimi arttıran kadınsı hatlarımı filan da kaybettim. Bir ara öyle bir özgüven gelmişti ki full üstüme yapışan şeyler giyip geziniyordum, azıcık daha böyle devam etse deri tulum filan alabilirdim, o derece:D Yani kilo vermem sevgilimin bana uygulayabileceği fiziksel ve duygusal şiddetten beni kurtarmış olabilir:D
Sevgilim demişken kendisi şu ara blogumdaki HİÇBİR yazıyı okumayarak beni sinir ediyor. Hiçbir değil aslında ama CNBLUE veya dizilerle ilgili hiçbir şeyi okumuyor, bu da zaten neredeyse tamamı:D Bak diyorum, belki ben orada bu oyuncu şöyle yakışıklı, aman şunun için şöyle ölüyorum bitiyorum tarzı şeyler yazıyorumdur, okumazsan nereden bileceksin diyorum; yok, okumuyor inatla:D "Yazsan söylerdin" diyor. Ki haklı çünkü son zamanlarda bir Jang Geun Suk'u beğenir gibi bir şey olmuştum (Ki hemen ardından saç modeli değişti, geçti o durum:D ), onu da buraya yazmadan sevgilime söyledim:D Bir de bir harem yazısı yapmayı düşünüyorum, onu da daha yapmadan çocuğa yetiştirdim:D Bana güvenmesin de napsın çocuk... Başkalarını övmüyorum aksine onu bol bol övüyorum, bari gelip onları okusa:D Hayır o görsün diye yazmıyorum tabi ama okusa da mutlu olsa, ne biliyim bana yeni CNBLUE albümleri satın alsa fena mı olur:p:D
Neyse, artık bu upuzuuuuun yazıyı bitirme zamanı geldi sanırım:) Ben yazarken bazen duygulandım, bazen çok güldüm kendime. İyi oldu, baya döktüm içimi, rahatladım:) Şu ara konuşmaya ihtiyacım var... İyi ki varsın:)

Ekleme: Bunu yazmadan duramazdım! Az önce FT Island'ın After Love klibiyle birlikte tüm duygularım coşmuş durumda. O nasıl bir kliptir, şarkı ne güzel uymuştur, Hong Ki'nin sesi ne güzeldir....... O klipten dizi yapsınlar oturur 3 sezon izlerim. Ba-yıl-dımm!

Bir ekleme daha: Heaven+I Love You mu herneyse, bu klipleri izledim. Arkadaşım bunların klip yönetmeni kim, senaristi kim, kim hangi çocukluk travması yaşatmış onlara? Hadi bir travma yaşamışlar o belli, bize niye travma yaşatıyorlar? Benim ruh sağlığımla derdi ne bunların? Özellikle ikincisi nasıl bir kliptir öyle, oturup iki saat film izlemişçesine etkiliyor. Ben en son hangi filmle ağladım onu bile hatırlamıyorum, klip izlerken ağladım. Resmen içim acıyor çocuğun son sözlerini hatırladıkça. Şu anki ruh halimi düzeltebilecek hiçbir şey yok...

19 Temmuz 2014 Cumartesi

Biraz ondan biraz bundan...

Geçenlerde çooook önceden duyduğum, ama eski olduğu için izleyip izlememek konusunda kararsız kaldığım My Girl dizisine başladım. Dizi 2005 yapımı. Dolayısıyla bana saçma gelebilir diye düşündüm ama beklediğimin aksine çok, çok güzel bir diziyle karşılaştım:) Evet, saç modelleri, kıyafetleri, hatta çoğu davranışları biraz tuhaf geliyor. Ama sonuçta 2005 yılı! Bunu göz ardı ettiğimizde cidden çok sevimli bir hikayesi ve şirin baş karakterleri olan bir dizi:) Gerçi 14. bölüme kadar geldim, sonra bıraktım çünkü devamını kendi kafamdan çekebilecek kadar Kore dizisi izledim:D Ama devam edip bitirmeyi planlıyorum.
Karakterlerinin şirin olduğundan bahsetmiştim ya, oyuncular kesinlikle değil! Cidden çok tipsiz, çok iticilerdi hepsi. İlk defa bir dizide ikinci erkeğe içim ısınmadı. O iğreeeenç saç modeliyle çocuktan ne kadar tiksinmişsem artık... Sadece sinemadalarken Yoo Rin uyuyakaldığında başı Gong Chan'ın omzuna düşmek üzereyken tutup kendi omzuna yatırdığı sahnede böyle bir içimi hoplattı, işte o kadar. Birinci erkeğin de karakteri şirin ama oyuncunun kendisi çok tipsiz. Ama gerçi başrol kız da gayet tipsiz olduğu için görmezden gelebildim:D İlk defa bir Kore dizisindeki başrol kızı da beğenmemiş oldum bu arada. Erkekleri zaten beğenmiyorum ama kızlar hep güzel, sevimli gelirdi; bir ilki yaşamış oldum. Sanırım bunlar hep 2005 yapımı olmasından. Yani öyle umuyorum:D Neyse işte, sırf bu diziden bir yazı yazacak kadar etkileyici olmasa da cidden şirin bir dizi. Özellikle başlarda çok güldüm kıza. Saçma ve birbirine bağlanmamış sahneleri olsa da bunu da 2005 yapımı olmasına veriyorum ve bir "Kore sever"in MUTLAKA izlemesi gereken bir dizi olduğunu belirterek konuyu kapatıyorum:)
Bir sonraki konumuza geçecek olursak... My Girl'ü yarım bırakma sebebim: "My Girlfriend is a Gumiho". Aslında bu dizi için ayrı bir yazı yazılır, hatta sadece ikinci erkekten ayrı bir yazı çıkarılır ama kısa kesmeye çalışacağım:D Dizinin konusu ayrı güzel, karakterleri ayrı şirin, replikleri ayrı komik... Her şeyi bir başka güzel, ne çok sevdim ben bu diziyi:) Gerçi bunu da henüz bitirmedim, 14. bölümdeyim ama bunu bitirememe sebebim tamamen kardeşim!
Bu diziyi kardeşim seçti, "Abla bunu indirelim, otelde beraber izleriz" dedi. Burada bir artı parantez açıp şu an otelde olduğumu, ama oruç olduğum için yapacak çok bir şey bulamadığımı, bu yüzden de dizilere ve CNBLUE'ya sardığımı belirtmek isterim. Otel dediğim tatil amaçlı değil, babamın işi dolayısıyla bu arada. Neyse efenim, biz kardeşimin seçmesiyle bu diziye başladık. Ama hanımefendi acayip şımarık olduğu için "Of sıkıcı oldu, izlemeyeceğim." "Aman sonu zaten belli, izlemeyeceğim." şöyle izlemeyeceğim, böyle izlemeyeceğim diye elli defa yarım bıraktırdı diziyi. Bir de kendisinin ilk dizisi, Kore Amerikan veya Türk olarak. Dolayısıyla hiçbir halt bilmiyor. Beşinci bölümde 100 günün sonunda adamın öleceğini öğrendik diye "Sonunda adam ölecekmiş işte, Çok sıkıcı." diye bıraktı mesela diziyi:D Yavrum daha beşinci bölüm ya, hangi dizide görülmüş o kadar önceden sonunun söylendiği:D Onu ikna edip diziyi bitirebilmek için uğraşıyorum işte kaç gündür. Zar zor 14. bölüme geldik. İnşallah yarına kadar bitiririz diye umuyorum.
İkinci erkek demiştik:) Bu diziyle birlikte ikinci erkek sevgimin ne kadar fazla olduğunu da görmüş olduk:D Adam dizinin kötü karakteri ama ben "Aa, bak kız için et aldı ama" "Bak bak, sırf kızı istediğine kavuşturmak için yapıyor her şeyi" "Bak kızı mutlu etmek için ne çok uğraşıyor" "Yakınlaş yakınlaş, daha da yakınlaş. Çantayı giydir kıza." "Yehhuuu, kızın elini tuttuuu!" şeklinde izliyorum adamı hep:D "Arkadaş olduğumuzu mu sanıyor?" dedin durdun, al sonra öldün bittin kız için, nolduuu? Ben senin soğuk duruşunu yerim ya, ne kadar tatlı bir şey o:) Yine bu yazıyı bir milyon tane resmiyle doldurabilirim; her mimiğini, her lafını yorumlayabilirim ama yapmıyorum ve sizi diziyi izlemeye yönlendiriyorum:) Resimlere bakarken beraber televizyon izledikleri sahne geldi aklıma, ne tatlı öğretiyordu o öyle:) Ah bu ikinci erkekler...
İkinci erkeği bu kadar övünce sanmayın ki esas çiftimizi beğenmedim:) Aksine onların sahnelerine bayılıyorum. Tüm o "Hoi Hoi" muhabbetine, çocuğun kız için söylediği şarkılara, çocuğun kıza asılan herkese çift yüzüğünü göstermesine(resimdeki gibi:) ) ilk defa duyduğum "nomu nomu nomu nomu chua" laflarına, ortamda bir çift görünce onların yaptıklarını yapmak istemelerine, kızın "ikimizden biri ölecek olsa hangimizi kurtarırdın" temalı sorularını çocuğun "merak etme, o olmaz, bu da olmaz, şu da olmaz" diye geçiştirmesine, herşeylerine... :) İlk defa bir dizide cinsellik olayının bu kadar komik bir şekilde ele alındığını gördüm bu arada, inanılmaz eğlenceliydi:D Koreli utangaç kızları atıp birer gumiho koymak gerek demek ki her diziye:D
Yalnız kız gumiho ayağına dizinin her bölümünde en az 1 kilo et yedi ya... Ben şahsen tiksindim, zaten öyle aman aman çok et sevmem, bir de kız resmen kemikleri filan yalaya yalaya yedi, iğrenç. Ama kardeşim bayıldı, kız et yiyor, kardeşim yanımda "Off, çok acıktımm" modunda kıvranıyor:D
Dizinin iki bölümünde filan tempo baya düşüktü şimdiye dek. Kardeşim ikisinde de bıraktı zaten:D o bölümlerden sonra döndürdüm zorla.Onun dışında ben baya gülerek, eğlenerek izledim. Çok da sevdim. Ha, sadece hala-yönetmen çifti nedir Allah aşkına ya? İnsanı aşktan soğuturlar resmen. Neyse ki esas çift çok tatlıydı da olmadı öyle bir durum. Bir de insanı çok özendirdiler, ben de çift yüzüğü istiyoruuuum!
Fazlasıyla kısa keserek bir dizi anlatımını daha bitirmiş bulunmaktayım:) Dizilerin dışında şu ara Kpop'la ilgilenmeye başladım sanırım. Emin değilim. Geçenlerde bir harem mimi gördüm sanırım 2012'de yapılan. Bu konuya başka bir yazıda daha ayrıntılı olarak değinmeyi planlıyorum zaten:D Neyse işte, bu mimi takip ederken Kpop'la ilgili bir mime denk geldim. Oradan bir iki şarkı dinledim. Bunların biri de Super Junior'un Sorry Sorry şarkısı. İlk dinleyişimde "Bu ne saçma şey" deyip yarısında bıraktım. Üçüncü dinleyişimden sonra sevmeye başladım ama:D Nakaratı baya akılda kalıcı. Sonrasında Super Junior'ı araştırmaya başladım. Hala 13 kişilik erkek vokal grubunun mantığını kavrayamıyorum:D Ama bazı şarkıları fena sayılmaz. Özellikle Super Junior KRY... Güçlü sesleri olan bir üçlü. Dinlenebilir...
Neyse işte, sonra Big Bang'e baktım. Özellikle Bad Boy şarkısını çok sevdim. Hem Spotify'ın Big Bang'in bağlı olduğu şirketle anlaşması olduğu için CNBLUE'nun aksine orjinal olarak Spotify'dan indirip dinleyebiliyorum:) En sonunda Spotify'a ay ay verdiğim paralar bir işe yaradı, çok mutluyum:D Big Bang'i de araştırdım biraz. Gerçi beş vokalden oluşan bir grup olsalar da nedense bana G-Dragon vokalmiş de diğerleri arka vokalmiş gibi geliyor. Evet biliyorum, Taeyang'ın sesi çok daha güzel. Ama G-Dragon da... G-Dragon işte ya:D
Sonra FT Island var:) CNBLUE'yla aynı şirkete bağlı olmaları, CDD 111'de birlikte çok görünmeleriyle zaten kendimi yakın hissettiğim bir grup:) Hong Ki'nin de bu konuda çok büyük etkisi var tabi:) Ama zaten tarzı CNBLUE'nun tarzına çok yakın olduğu için, en azından gerçek bir band olmaları dolayısıyla bile sevebilirdim, CNBLUE'yla çok da ilgili değil yani bu durum. Youtube'dan çoğu müzik video'larını, birkaç da canlı performanslarını izledim. Özellikle I Wish, Love Love Love, Hello Hello gibi şarkıları çok çok çok güzeel! Gitaristi de çok iyi. Hong Ki'nin sesine laf yok zaten:) Yani sevdim bu grubu:) Ama FNC'ye bağlı oldukları için Spotify'da yoklar,albümlerini satın almak konusunda da emin değilim. Belki şarkı şarkı satın alırım İtunes'dan. Bakalım...
Kız grubu olayına hiç girmiyorum. Hayatımda gördüğüm en ergen, en saçma olay. Sinirimi bozuyor hepsi. Zaten normalde de Kpop sevmezdim. CNBLUE ve FT Island'ı rock grubu kabul edebiliriz. Big Bang'i de özellikle Fantastic Baby'den dolayı disco müziği sayalım.KRY'yi de slow müzik kontenjanına koyuyorum. Diğer hepsini atalım lütfen:D Bu saydıklarımın hiçbiri bir CNBLUE'nun yerini tutamaz bu arada, onu da araya sokuşturayım:)
Bu günlük de bu kadar:)
Ekleme: Biraz haksızlık yapmış olabileceğimi düşündüğüm için açıklama gereği duydum (kime açıklıyorum orası da meçhul ama işte ileride blogumla acayip meşhur olursam, ha bir de sonradan Kpop'u sevmeye başlarsam filan bu yazıyla karşıma çıkmasınlar diye:D-umut fakirin ekmeği:D-) Burada yazdıklarım benim şimdiye kadar dinlediğim 20 grup filan arasındandır. (Ki Kpop endüstrisinin büyüklüğünü düşündüğümüzde komik bir rakama tekabül ediyor kendisi) Yoksa belki benim dinlemediklerim arasında acayip güzel gruplar, şarkıcılar vardır, ne biliyim, sadece ekranda seksi kıyafetlerle dans etmekten ibaret olmayan kız grupları vardır, vardır yani bir şeyler. O yüzden tüm Kpop'u atmayalım, bu kadar karalama da yapmayayım:)

18 Temmuz 2014 Cuma

CNBLUE ÖZEL Vol.2

İlk yazının üzerine 3-4 ekleme yaptıktan sonra fazla uzun olduğuna karar verdim ve CNBLUE monologlarımı rahatça yapabilmek için yeni bir yazıya geçmeye karar verdim:)
Şu ara Yong Hwa'nın solo albüm olayı yüzünden gerginliğim üzerimde. Hayır ne gerek vardı, sanki ondan başka vokal var grupta. Yavrum bir Jong Hyun'um var, onun da Yong Hwa hiç söylemeden söylediği 3-4 şarkısı ancak vardır. Bir Kimio'yu, bir I'll Forget You'yu, bir Thank You'yu mu kıskandınız çocuktan anlamadım ki... Belki daha da vardır sadece Jong Hyun'un söylediği ama benim bir anda aklıma gelenler bunlar. Bu kadarını da söylesin çocuk, cidden çok güzel bir sesi var. Duymayak mı??!!
Cidden anlayamıyorum ne yapmak istediklerini. Jong Hyun'un solo albümü çıkacak olsa hakkı var derim. Çocuk hem sesini cidden çok kullanamıyor hem de sanırım yapmak istediği tarz CNBLUE'nun şu anki tarzından farklı. O yüzden çıkarsın, yapsın kendi müziğini ama Yong Hwa!!? Dağılacak mı bu gruuuup! Sinirimi bozuyor bu durum...
Bunun yanı sıra Jong Hyun'un önceden grubun lideri olduğunu gördüm. Şoklardayım. Neden lider oymuş? Neden liderliği Yong Hwa'ya bırakmış? Neden, neden, neden! Kafamda sorular, sorular...
Bugün tüüüüüm günümü CNBLUE'yla ilgilenmeye ayırdım. Dolayısıyla ergenliğim, fan girl'lüğüm üstümde. Kusuruma bakmayın artık:)

Ekleme: Bu sabahımı (7-9 arası. Millete göre sabah, bana göre gecenin son saatleri:D ) FT Island ve CNBLUE'nun birlikte yaptıkları canlı performansları, bir de LA konserini izlemekle geçirdim. Özellikle üyeleri birbiriyle değiştirip yaptıkları performanslar çok tatlı, birlikte cidden çok iyiler:) İzlemeyenlere tavsiye edilir... Yalnız Hong Ki'ye yazık oluyor. Zaten bir alet çaldığı yok, sadece vokal. Yong Hwa, Jong Hyun, bir de Jae Jin filan da şarkı söyleyince çocuk bol bol zıplamaktan başka bir şey yapamıyor:D Neyse, bu FT Island yazısı olmadığına göre Hong Ki'yi boşverelim:D
The Three Musketeers'in teaser'ını izledim. Yong Hwa'ya çok yakışmış at kuyruğu, kostüm:) Bir de çok şirin bir gülümseme var suratında. Dizide de öyle gülümserse Park Dal Hyang'ı sevmemek mümkün olmayacak:) Sanırım bu benim izlediğim ilk tarihi Kore dizisi olacak. Ve belki de hafta hafta takip ettiğim ilk Kore dizisi. Umarım bunun reytingleri çok yüksek olur da artık Yong Hwa'yı ezmeyi bırakırlar programlarda:D

Ekleme: Listen to the CNBLUE konserini izledim az önce. Kore'dekini. Yıl 2010, ilk konser. Daha sadece iki albüm çıkmış Kore'de, yeterli şarkı yok. Sahne performansları henüz yeterince gelişmemiş. Bunu Yong Hwa'nın tüm konser boyunca hiçbir göz kırpma veya öpücük atma efekti yapmamasından anlayabiliriz zaten:D Ama yine de çok tatlılardı. Voice varmış mesela, ilk burada dinledim ben. Müziğini çok sevmesem de Jong Hyun'dan zevkle dinlenir:) Voice ve Never too Late'i de sadece Jong Hyun'un söylediği şarkılara ekleyebiliriz sanırım. Bu arada 2010'da olmasına rağmen Yong Hwa'nın çift yüzüğü takmadığı dikkatimi çekti. Acaba şu Seo Hyun'la görüşmedikleri bir ay süresince miydi bu konser... Aman neyse, çok da umrumda değil zaten...
Bu arada Yong Hwa'nın bir ifadesi var ya; "Çok yakışıklıyım, biliyorum" der gibi yandan kameraya bakıp yarım gülümsüyor. Kendini beğenmiş:) 2010'dan 2014'e aynı bakış:D Bari bir de yakışıklı olsa... Ama her konser kendini "Yong Hwa" diye yırtan en az 10 kişi oluyor, o da ayrı. Hele LA konserinde sürekli "Yong Hwa's so sexy" lafını duymaktan gına gelmişti. Yavrum çocuğun sesini dinleyin azıcık ya, eriyip bittiler resmen orada:D
Bir de bişey daha diyecektim ama... Ha... "The Guy Like Me". Bu yaz kendisini plaj şarkım yaptım:p Dinlemesi, eşlik etmesi ne zevkli bir şarkı:) Tavsiye ederim:)

Ekleme: Sabahtan beri aklıma bir şarkı takıldı. Sürekli şarkının yükselişe geçtiği yer çalıp duruyor zihnimde. (Şekil 1a: "Sora ni hanatsu koe oikaze ni nore, boku no BI-MU ga kimi wo furuitaseru no sa, himeta nagai ga tashika na omoi ga" ) Tabi ki bu kadar bariz bir şekilde çalmıyor sözler:D Dolayısıyla google'a yazıp aratayım olayı yok. E zihnimde çaldığı için Shazam da işe yaramıyor:D Kafayı yiyordum sabahtan beri. En son dedim, tamam, bugün dinlediğim her şarkıyı baştan dinleyeceğim, bulacağım şarkıyı. Bugün de CNBLUE, N.Flying, FT Island filan dinledim. Üstüne bir de iki farklı dizi izledim, onların OST'larından olabilir yani. Ses Yong Hwa'ya veya N. Flying'in solistine ait değil, onları eledim. Daha buğulu, daha güzel tınılı bir ses. Yani Hong Ki ve Jong Hyun hala duruyor. My Girl OST'u da olamaz, dizinin tarzına uymuyor. FT Island'ın dinlediğim iki şarkısı var. Yok, ikisi de değil. Artık açtım, bugün dinlediğim CNBLUE konserinde Jong Hyun'un söylediği şarkıları arayıp dinliyorum filan. Biraz aramadan sonra buldum!:) VOİCE! Müziğini beğenmesem de cidden güzel şarkı, dinleyin:) (Hatta hemen yardımcı olayım: https://www.youtube.com/watch?v=d7enyIvTCBU ) Youtube'da yorumlarda anime şarkısı gibi demişler:) 3. dinleyişimde filan fark ettim ki evet öyle:) Arkaya koşan kız ekleyin, güller filan açsın, gidiyor yani:D:D

Ekleme: Bugün de aynı gün içindeki üçüncü yazım oluyor ama:D CNBLUE Can't Stop Hong Kong konserinin Fan Cam hali vardı youtube'da. Normalde fan cam olaylarına çok girmiyorum. Hem görüntü kalitesi kötü, hem sadece bir kişiye odaklanıyor, hem de seyircilerin bağırmalarından şarkı duyulmuyor resmen. Ama CNBLUE'nun 2014 halini görmem lazımdı Listen to the CNBLUE'dan sonra kendime gelebilmem için:D O yüzden açtım izledim, fark cidden kelimelerle anlatılamayacak kadar fazla... Hatta o kadar fazla ki gidip 2011/2012 konserlerini izlemek istemiyorum bundan sonra:/ İndirdiğim bir sürü konser heba oldu şu anda:D
Bu arada Heartstrings'i ikinci defa izlerken fark ettim ki (siz izlemeyin, hiç tavsiye etmem:D ) Yong Hwa'nın oyunculuğu sıfır. 8. bölüme kadar adamda toplamda 5 mimik fark edebildim. 1)Normal duruşu. Ki bu aynı zamanda "Ben çok havalıyım. Sen kimsin ki?" ifadesi de oluyor. 2)Karşısındakiyle dalga geçerken "Hıh" şeklinde bir nefes verişiyle dudağının bir yandan hafif açılması. 3)"Sanırım aşık oluyorum" yan gülümsemesi. 4)Endişeli kaş çatışı. 5)Arada bir de boş ifadesiyle gözleri dolup ağlıyor. Bunun sonucunda Yong Hwa'nın sürekli "Gruptaki en iyi aktör benim." deyip durmasını sadece kendini beğenmişlik olarak değil, aynı zamanda hayalcilik olarak yorumlamaya başladım:D Min Hyuk cidden yetenekli ama. Sadece bu dizi için değil, Heirs için de konuşuyorum. Hatta 58 bölüm gözümü korkutmasa My Husband Got a Family izleyip oradaki halini de görmek isterim ama çok fazla ya:D
İkinci izleyişte dikkatimi çeken bir diğer şey: Yong Hwa'nın yönetmene ukalalık yaparken çaldığı bir gitar solosu vardı. Onu Yong Hwa çalmıyor mu?? Çünkü Yong Hwa'yı çalarken göstermiyorlar bütün olarak. Bir çalan eli gösteriyorlar, bir de Yong Hwa'nın yüzünü. Aman neyse, muhtemelen bana öyle geldi...
Bu arada Yong Hwa'nın IU'yla Lucky düeti var, süper:) Zaten çok çok çok sevdiğim bir şarkı, ikisinden duymak da güzel oldu:)
Bu da bu yazının sonu:)

15 Temmuz 2014 Salı

Kiraz Mevsimi!!!!?

İnanmıyorum, inanmıyorum, inanmıyorum!! İnternette yeni dizi arayarak vakit geçirirken (ki hali hazırda elimde indirilmiş 5 dizi var ama daha daha daha fazla istiyorum:D ) Kore dizisi çakması Türk dizileriyle ilgili bir yazı gördüm ve şoklar içinde A Gentleman's Dignity çakması bir dizi olduğunu öğrendim! Adı Kiraz Mevsimi. Yine Fox el atmış diziye ve keşke atmasaymış!!!!
Dizinin esas olayı 40'lı yaşlardaki dört erkeğin arkadaşlıkları, yaşlanmalarına rağmen hala çocuk gibi olmaları, ne biliyim bu ve benzeri şeylerken Kiraz Mevsimi zannedersem 20'li yaşlardaki karakterleri (hadi taş çatlasın 30'ların başı olsun), üstüne üstlük bir de sanırım Yi Soo karakterinin gözünden anlatıyor! Yi Soo'yu modacı olmak isteyen bir kız, Do Jin'in annesinin de ünlü bir modacı olmasıyla da işleri bambaşka bir boyuta çekmişler tabii. Sırf meraktan açtım, izledim izledim, 20. dakikada filan site hata verdi, durdu dizi. Ben de "Allah razı olsun" deyip kapattım hemen:D
İlk 20 dakikasında Tae-San'ı sadece Yi Soo'nun rüyasında, Do Jin'i de tek gecelik ilişkisinin evinden kaçarken görüyoruz. Diğer 2 erkek başrol görünmedi bile(Tabi varsa...). Dizinin gidişatı benim için buradan belli. Dizinin benim için A Gentleman's Dignity'den daha iyi olabilecek iki şeyi var: Dağhan Külegeç ve Serkan Çayoğlu!:D Dağhan Külegeç (daha tek bir repliğini duymasam da) Tae San rolüne çok güzel olur bence. Zaten kendisini Lise Defteri'nden ve özellikle Kavak Yelleri'nden ACAYİP sevdiğim için Tae San gibi samimi bir karaktere çok iyi oturtuyorum zihnimde. Serkan Çayoğlu'nu ise tanımam etmem ama bana ne varsa Türklerde olduğunu bir kez daha göstermiş oldu:D Jang Dong Gun filan hikaye bunlar:D
Öhöm, konumuza dönersek... :) Saçma sapan bir dizi olacak gibi geldi bana. Gerçi ayıla bayıla, aşık ola ola izlediğim A Gentleman's Dignity'yle kıyasladığım için de öyle olabilir:D Yoksa tarafsız gözle bakınca belki izlenilebilir tarafları da vardır. Ama A Gentleman's Dignity'ye gözünün ucuyla bile olsa bakmış olanlar için katlanılamaz bir dizi. Bunun yerine açın A Gentleman's Dignity'yi izleyin. Şahsen ben öyle yapmayı planlıyorum:)

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Pretty Man: Jang Geun Suk için izlenecek dizi:)

Yeni bir dizinin ilk bölümünün sonuna gelmişken eski diziyi yazmadan yeni diziye geçmemeliyim sözüm geldi aklıma ve işte yazıyorum:) Bu yazımın konusu: Pretty Man!
Pretty Man normalde izlediğim Kore dizilerine göre biraz daha ağır bir konusu (intikam üzerine kurulu bir dizi) olduğu için bazı yerleri bana biraz sıkıcı geldi. Özellikle Yoo Ra'nın olduğu çoğu kısımda bana göre fazla baydılar. Aşk biraz daha geri planda kalmıştı, en azından iki başrol arasındaki aşk. Yoksa Dokgo Ma Te bir sürü kadını kendine aşık etmek için romantik hallere girdi o ayrı:D
Pretty Man'in benim için bir özelliği de ilk defa bir Koreli erkeği beğenmemi sağlamış olmasıdır!:) Jang Geun Suk'u zaten You're Beautiful'da izlemiş ve mimiklerine bayılmış, şirin de bulmuş ama beğenmemiştim. Ama bu dizide özellikle de başlardaki uzun saçlı haliyle kendisine bayıldımm! Kızın çocuğa aşık olduğu sahnedeki efektlerden midir, dizideki her kızın/kadının adama aşık aşık bakmasından mıdır bilmiyorum, ilk defa yakışıklı buldum bir Koreli erkeği:D Demek ki You're Beautiful'daki saçma saç modelinden dolayı anlayamamışım filan diye düşünüyordum kiiii... Saç modelini tekrar değiştirmesiyle birlikte bu yakışıklı bulma olayı sıfırlandı! Alttaki resimde üst sıradaki saç modelleriyle yine iyi ama alt sıradaki modellerde yüzü tamamen açıldı, cık. Yine olmadı... Burun yapıları, kaş yapıları, çene yapıları... Bir şeyleri farklı bu Korelilerin ama ben daha çözemedim:D Resmen itici geliyorlar bana. Evet şirinler, ne biliyim, çocuksular (tamamen tüysüz olduklarından öyle geliyor belki de), hatta bazılarını "Keşke bu benim çocuğum olsa" diye seviyorum filan (Örneğin Heartstrings'deki Kang Min Hyuk) ama yakışıklı gelmiyorlar işte... Neyse efenim, tam böyle "Oleyy, sonunda bir Koreli erkeği yakışıklı buldumm!" diye sevinmişken yine kursağımda kaldı:D Ama gülümsemesi çok tatlı, maşallah:) You're Beautiful'da da gülümsediği her zaman 13 yaşında gibi gözüküyordu, sevimliydi baya.
Neyse, diziyle ilgili diğer şeylere geçersek... Ben ilk defa bir Kore dizisindeki kıyafetleri bu kadar çok beğendim!:) Kim Bo Tong'un tarzı ilk bölüm "Bu ne ya?" dedirtse de sonraki 10 bölüm böyunca "Bu çok tatlı. Bu da çok tatlı. Buna bayıldımm!" şeklinde geçti. 7-8 kıyafeti hariç hepsine bayılmıştım kiiii... 10. bölümden sonra mı ne bozdular. Saçma sapan acayip rüküş uzun eteklerle, üzerinden dökülen eski görünüşlü kazaklarla köylüye döndürdüler kızı. Sona doğru yine topladılar ama, ilki gibi değildi. Oysa ondan önce ne güzel, kendine ait bir tarzı vardı. Özellikle de boynuna veya kafasına taktığı çiçeklere bayılmıştım:) Bir insanın tarzının imzası olarak ne hoş bir fikir. Dudak, baykuş, sulama kabı, noel çorabı ve ilkyardım çantası şeklindeki çantalarına da bayılmıştım:) Montları, hırkaları da çok güzeldi. Çoğu şeyi güzeldi işte ya:D Ya da benim tarzıma yakın giyindiği için bana öyle geldi. Benden daha ilginç, daha insanların düşüncelerini takmadan giyinen birini görmek güzeldi:D Bu resimde beğendiklerimin çoğu yok aslında ama yine de genel bir fikir verir:) Kız da çok tatlıydı bu arada, söylemeden geçemeyeceğim:)
İkinci erkek karakterimiz David Choi... Yine klasik mükemmel ikinci erkeğimiz ve yine kendini çok sevdirdi! Özellikle Bo Tong'la Ma Te'den daha çok yakınlaşma sahnesi olduğunu düşünürsek sevdirmemesi garip olurdu:) Bir ara kötü erkek olacak diye korktum, sonra kardeş çıktılar diye umutlandım. Sonra da hiçbir şey çıkmadılar! Bu arada o kim kimin çocuğu olayına da acayiiiiip sinirim bozuldu. Ma Te onun çocuğu olmamalıydı, olamaz, olamaz!! Son bölüme kadar bir hata olmuş desinler, bir şey olsun, yanlış çıksın diye bekledim. Olmadı:( Bari sonunda üvey de olsa üç kardeşin birlikte vakit geçirdiğini, Park Ki Suk'un söz verdiği gibi Ma Te'yi kendi ailesine kattığını görseydik de içimiz rahatlasaydı. Olmadı:( Bari Ma Te'nin iyi ve güçlü bir yönetici olarak kendini geliştirdiğini görseydik. O da olmadı:(
Kısaca sonu beni tatmin etmese de genel olarak severek izlediğim, zevk aldığım bir diziydi. Çoğu kişi hiç beğenmese de ben kıyafetleri sevdim. Müziklerde pek bir iş yoktu sanırım. En azından benim aklıma takılan, sonrasında dinlemek istediğim hiç şarkı olmadı. Belki de son izlediğim birkaç dizide (Heartstrings, Heirs, A Gentleman's Dignity, You're Beautiful) sonrasında açıp tekrar tekrar dinlediğim şarkılar olduğu için bu dizinin müziklerinde öyle bir durum olmaması battı bana. Yoksa normalde o kadar umursamam. Aşk sahnesi için izlenecekse izlenilmez. Gerçi ne için izlenilir bilmiyorum. Komedisi çok yok. Aşk sahnesi çok yok. İntikam üzerine kurulu olsa da ciddi sahnesi de çok yok. Ağlatacak sahnesi de yok. Jang Geun Suk için izleyecekseniz izleyin, İyi seyirler:)

12 Temmuz 2014 Cumartesi

Şu günlerde napıyorum?

Bu yaz çalışmayacağım çalışmayacağım diye inat ettikten sonra kendimi yine geçen seneki işimin başında buldum!:D
Bu yazın sonunda yds'ye (artık fikrimi değiştirdim, tıpdil'e) girmeyi planladığım için bu yaz çalışmak gibi bir niyetim yoktu. Bunu da aileme elli defa söylemişimdir. Ama sonra noldu? Ben memleketime geldikten bir gün sonra babam beni aradı, "Kasada eleman eksik, iftardan sonraları git kasada dur." dedi. Ben de "Peki babacım" dedikten sonra telefonu kapattım ve krizlere girdim! Zaten babama karşı çıkamayışım cidden büyük bir sorun teşkil ediyor. Adam ne derse "Tamam babacım, olur babacım.", sonra kendi kendime delirip herkese dert yanıyorum:D Bir diğer sorun da adama bir türlü yalan söyleyemeyişim. Bundan mutlaka bahsetmişimdir; geçen yılbaşı arkadaşımın evinde parti veriyorduk. Babam aradı, aramızda aynen şöyle bir konuşma geçti:
-Yılbaşında ne yapacaksın? -Arkadaşımın evinde toplanacağız babacım. -Arkadaşının ailesi olacak mı? -Hayır babacım. -Orada mı kalacaksınız? -Evet babacım. -Erkekler var mı? -Evet babacım, kız-erkek karışık. -İçki olacak mı? -Yani ben içmem heralde ama erkek arkadaşlar filan... Olur yani. (Burada yalan söyleyemediğim için lafı dolandırmaya çalışmalar... :D )
Sonuç noldu? Babamlar sırf ben partiye gidemeyeyim diye yanıma geldiler yılbaşı için:D:D İnsan bazen yalan söylemesini de bilmeli. Ya da yalan söylemesini gerektirmeyen şeyler yapmalı ki ben çoğunlukla öyle takılıyorum artık.
Neyse, şu ara akşamları çalışıyorum yani. Ki ACAYİP sıkılıyorum Resmen nefret ediyorum çalışmaktan. Ama bir yandan da (umuyorum ki parasız çalışmıyorumdur) maaş alsam iyi olur cidden. Sevgilimle birbirimize stajyer doktor olma hediyesi olarak saat aldığımızdan bahsetmişimdir. Bir öğrenci için azıcık pahalı olduğunu da belirtmeliyim. Öğretmen olan kuzenim "yuh" filan oldu fiyatları görünce:D O kadar da çok değil aslında, ben baya abartıyorum:D Sevgiliminki 500, benimki 400 filandı, indirimden aldık toplam 650 liraya. Bir de üstüne hem sevgilime hem bana o büyük DJ kulaklıklarından aldık. Dolayısıyla maaş alsam mali bütçemize baya katkısı olur, en azından bu alışverişlerimizi telafi ederim:)
Bunun dışındaaaa. Kendime 5-10 tane dizi belirledim, sırayla onları izleyeceğim ama bu sefer eğer hakkında blog yazacaksam yeni diziye geçmeden yazacağım:D Sonra çok sorun oluyor, herşeyi unutuyorum.
Bir ara da Game of Thrones'un 4. sezonunu izlemem gerek. Bitsin de öyle izlerim diye bekletiyordum. Dizi bitti bu sefer ben unuttum izlemeyi:D The Fosters'ın ikinci sezonu filan da duruyor. Kore'ye sardım, Amerikan dizilerinş boşladım resmen:D
Taaa kaç ay önce başladığım ama nedense bir türlü içimden yapmak gelmeyen, sonra da o evden o eve gidip geldiği için hiç elimi sürmediğim 2000 parçalık puzzle var bir de. Üçte biri filan bitmişti işte bir haftada, sonra da unuttum gitti:D Yapıp halama ev hediyesi olarak vermem gerek, kadın onu bekliyor aylardır. Ev eskidi neredeyse:D
Bu arada şu ara acayip bir iştahsızlık döneminden geçiyorum, Allah bozmasın:D İftarda sadece çorba içiyorum, bazen de birazcık atıştırıyorum, ana yemek filan yemiyorum. Sahurda da çok az yiyorum, geçen gün sadece bir yumurta sarısı yedim, o derece az:D Zaten 51'dim, 50 kilo olmuşum, görünce havalara uçtum! Hedefim 45'ti aslında ama annem 48 ideal dedi, bakalım... Zaten hiçbir zaman 34'ten 32'ye düşemeyeceğim kemik yapım sağ olsun, o yüzden 45 çok da gerekli değil. Sadece geçen yaz çalışırken çalışmaktan çok tıkınıp 48'den 52'ye yükseldiğim için çok moralim bozulmuştu. Umarım bu yaz öyle bir durum yaşamam. Diyorum ya, Allah iştahsızlığımı bozmasın:D
Son olarak da bugünlerde yaptığım için kendimi en mutlu/gururlu hissettiğim şeyden bahsedip yazıyı bitiriyorum:) Direksiyon sınavını geçtiğimden bahsetmiştim. Henüz ehliyetim gelmese de araba sürmek konusunda çok hevesliydim. Bu yaz bol bol araba sürüp araba sürebildiğimi aileme kanıtlamak, böylece de annemin Mini Cooper'ına el koyma olasılığımı arttırmak istiyordum. Bunun için babama yalvarmam gerektiğini düşünüyordum kiiii, babam dün KENDİ arabasını (Daha yeni alınan bir BMW X3 ki benim onu sürmekten çok gözüm korkuyordu) bana verip "Hadi eve kadar sen sür." dedi!:) Tabi ki havalara uçtum. Övünmek gibi olmasın ama gayet de güzel sürdüm:D Bugün de Mini Cooper'la gelmiş babam çalıştığım yere. Böylece hayallerimin arabasını ilk defa sürmüş oldummmm!:) Zaten iki araba da otomatik vites, dolayısıyla sürmek çok kolay. Özellikle de kursun 10-15 yıllık arabasıyla kıyaslanınca:D Kıyas demişken; annem kendi arabasını hiç sevmez. Babamınkinin yanında çok rahatsızmış, kullanımı kötüymüş falan filan. Ben de şimdiye kadar hep hayallerimin arabasını kötülediği için kızardım anneme, şimdi iki arabayı da sürmüş biri olarak söyleyebilirim ki: Annem haklıymış! Ama yine de o tatlı tatlı bakan gözleri için bile değer Mini Cooper'ın rahatsızlığına. Nasıl şirin bir araba yaa, yerim ben onu. Umarım ehliyetim en kısa sürede gelir de bol bol gezerim Mini'mle:) Şu ara kendimi şanslı hissediyorum:) Umarım şans hepinizin yanında olur:) İyi geceler:)

11 Temmuz 2014 Cuma

You're Beautiful

Heartstrings'i bitirdikten sonra, CNBLUE ve Yong Hwa sevgimin zirve yaptığı zamanlarda hemen izlemeyi düşündüğüm; ama neredeyse her blog sitesinde sonunun berbat olduğu yazdığı için izlemeye cesaret edemediğim bir diziydi You're Beautiful. Zira çok bahsederim, bende acayip bir ikinci erkek sevgisi var. Daha çok seven, daha ilgili erkeklere nedense hep gönlüm kayıyor diziyi izlerken. Kız onu seçsin diye ölüyorum. Sonra da klasik olarak kız onu seçmiyor, sinir olduğumla kalıyorum. İşte bu dizide de herkes Shin Woo'yu seçsin isteyince dedim "Tamam. Ben bu diziye elimi atmayayım. Kesin çıldırırım sonunda." Ama sonra noldu? Dönüp dolaşıp yine bu diziyi izledim işte:D
A Gentleman's Dignity'yle Lee Jong Hyun sevgim artınca Yong Hwa'lı dizi izleyip Yong Hwa sevgimi tekrar arttırmam gerekiyordu. E tercih edilebilecek bir bu bir de Marry Him If You Dare olunca tercihim You're Beautiful oldu doğal olarak:D Ama bu dizi gerekli etkiyi yapamadı, bir sonraki adımda Marry Him If You Dare'i izlersem şaşırmayın:D
Neyse efenim; ben bu diziyi açtım ama en başından hazırlıklıyım tabi, ikinci erkeğe aşık olmayacağım! (Sevgilim okursa diye bir açıklamada bulunacağım: İkinci erkeklere "gönlümün kayması" "aşık olmak" gibi terimler tamamiyle kendimi baş karakterin yerine koyduğum zamanlar için geçerli. Yoksa benim elalemin adamlarıyla hiçbir ilgim yok, yanlış anlaşılma olmasın:D Bunu da böyle açıklığa kavuşturduktan sonra devam edelim, buyurun:) ) Hayatımda ilk defa bir diziye birinci erkek karakterine aşık olmaya kesin kararlı olarak başladım. Ama neyse ki beni çok zorlamadı bu durum çünkü Tae Kyung ilk bölüm çok çok çok uyuz olsa da sanırım ikinci bölümden sonra kıza yardım etmeye başladıktan sonra bir tatlılaştı ki sormayın. Özellikle o ağzını büzmesine bayıldımm! (Resimdeki çok iyi değiil) Mimikleri cidden şahaneydi, karakteri sevmeyi çok kolaylaştırdı.
İkinci erkeğe gelirsek... Kendimi zorladım zorladım ama olmuyor olmuyor olmuyor!! İkinci bölümde Mi Nam'ın kafasına havluyu atıp "Çık. Sen buradayken duş alamam" dediği anda kalbim pır pır etti. Ama ne yazık ki başrol hanım kızımızın hiç de pır pır etmedi! Zaten sanırım bu erkek kılığına giren kızların azıcık salak olmaları mecburi. Yoksa azıcık cin olsa, tüm erkeklerin kendisine aşık olduğunu anlasa o işin içinden çıkılamaz:D Mesela ben olsaydım o durumda bir ayda hepsinin ilgisini anlamış; hepsiyle flört etmiş, bir şeyler yaşamış olurdum:D Sonra ayıkla pirincin taşını:D
Zaten bu erkek kılığına giren kız olayı Türkiye'de olmaz. Neden derseniz hadi Kore erkekleri full tüysüz, yüzleri de kız gibi; peki ya Türk erkekleri??:D Omuzlarından bile tüy fışkıran adamların yerine nasıl geçeceksin kız halinle?:D Bıyık-sakal olayını hiç söylemiyorum, azıcık az olsun nasıl dalga konusu oluyorsun erkek muhabbetinde; bir de hiç olmayacak da inanacaklar erkek olduğuna:D Neyse, bunu da açıkladığım iyi oldu, insanlar da çok merak ediyordu Türkiye'de olur mu diye:p:D Geçelim.
Üçüncü erkek diye nitelendirebileceğim Jeremy de dünya tatlısı, acayip eğlenceli bir karakter olunca tadından yenmeyecek bir dizi olmuş. Yakışıklı olduklarını düşünmesem de çocuksu, şirin bir hava var hepsinde. Jeremy'nin dizi boyunca Go Mi Nam'dan etkilenip de kendini gay sanmasına, sonra böyle kendini tokatlamasına bayıldım:) Hanazakari no Kimitachi'de direkt ikinci erkek karakteri böyleydi, onu da çok sevmiştim:)
Hepsini bu kadar övdüğüme göre hangisini seçtiğimi merak ediyorsunuzdur değil mi? Hiç birini seçmedim. Hepsi o kadar tatlı karakterlerdi ki Go Mi Nam hangisiyle olursa olsun ben çok mutlu olacaktım. Bu da diziyi hiçbir sinir krizine girmeden bitirmeme olanak sağladı:D Çünkü izleyen bilir Shin Woo taraftarıysanız tüm dizi boyunca, Tae Kyung taraftarıysanız Shin Woo'nun Mi Nam'ı koruduğu veya Mi Nam'ın her şeyde Shin Woo'yu seçtiği zamanlarda sinir olabilirsiniz. Jeremy taraftarları için zaten bir ağlamalık sahne kesin cepte... İşte hiçbirini, daha doğrusu hepsini seçince böyle şeyler yaşamıyorsunuz:) Zaten demiştim ya, Go Mi Nam'ın yerinde ben olsam kesin üçüyle de yakınlaşırdım:D
Diziyle ilgili söyleyeceğim başka bir şey var mıydı diye düşünürken konuyu değiştireyim biraz:D Bir milyon yıldır Yong Hwa ve Shin Hye hakkında dedikodu çıkıp durduğu için ben nedense Park Shin Hye'nin bu dizide Yong Hwa'yla daha samimi olduğu gibi bir görüşe kapılmıştım. Oysa şu video'yu izledikten sonra Jang Geun Suk ve Park Shin Hye'nin de ne kadar samimi ve birlikteyken ne kadar tatlı olduklarını görmüş oldum. Sonra bir de Lee Min Ho'yla aralarında çıkan dedikoduları ve röportajlardaki samimi hallerini görünce iyice kararsız kaldım:D Sanırım yine aynı şekilde, Shin Hye hangisiyle olursa olsun ben mutlu olurum. Çünkü üçüyle de o kadar yakışıyorlar ki, birini tercih etmem imkansız. Ama tabi ben böyle diyorum da kız inatla Yong Hwa ve Geun Suk'la kardeş gibi olduklarını söyleyip duruyor. Boşuna umutlanmalar... (Lee Min Ho'yla ilgili böyle bir şey söylediğini henüz duymadığıma dikkati çekiyorum:D )
Böyle saçma bir paragraftan sonra diziye devam edelim:) Yoo He Yi karakteri nedense bana o kadar itici gelmedi. Evet zaman zaman abarttı ama bilmiyorum, sanırım ben de o kadar kıskanç olabilirdim. O yüzden azıcık müsamaha gösteriyorum:) Zaten sonunda Tae Kyung için Mi Nam'ı korudu ya.. E sonra gerçek Mi Nam da ona aşık oldu. Yani kızı kabullenmek farz oldu:D


Gerçek Go Mi Nam demişken... O kadar övdüler övdüler, keşke bir cümleden fazlasını söyleyebilecek kadar dizide gösterselerdi. Sanırım Park Shin Hye'nin gerçekten bir erkeği canlandırabileceğine güvenmediler. Ki haksızlar da diyemem... Kızın sesi fazlasıyla ince, hareketleri fazla feminen, erkek karakterine tamamen bürünmesi zor olurdu.
Herkesin resmini koymuşken başrol eksik kalmasın diye resmini koyayım dedim:D Tüm dizi boyunca yaptığı gibi "Hyung harikasın/çok havalısın" yapıyor sanırım bu sahnede. Azıcık şirin bir havası var ama ne bileyim... Yine de Go Mi Nam'ı çok sevdiğimi söyleyemeyeceğim.
Dizinin çok tatlı bir ayrıntısı: Domuz tavşan!:) Tae Kyung'un uzun süren ameliyatı sonrasında yaptığı şirin mi şirin bir melez:) Tae Kyung Go Mi Nam'ı tavşana benzetirken Go Mi Nam'ın sürekli burnunu domuz burnu gibi yapması sonucu ortaya çıkan "domuz tavşan" fikri o kadar tutmuş olmalı ki hala Amazon'dan satın alabiliyorsunuz:O Ben de mi alsam, baksanıza ne kadar tatlı:D Tabi ki sevdiğiniz adamın sizi düşünerek, sizin için, kendi elleriyle yaptığı bir oyuncak yerine geçemez ama yine de sevimli:)
Neyse, bu yine dizi anlatımından çok aklıma gelen her şeyi yazmam gibi oldu:D Zaten tüm dizi anlatımlarım öyle değil mi?:D Aslında ben sanırım kendim okumak istediğim gibi yazıyorum dizi yazılarımı. Ben bir diziye başlamadan önce veya sevdiğim bir diziyi bitirdikten sonra google'da ilk iki sayfada çıkan blogları okurum çoğunlukla. Neredeyse tamamı sadece konuyu ve karakterleri yazıp bitiriyor. Bazıları sahneleri ve replikleri koyuyor. Bazıları spoiler başlığı altında gidişatından ve hissettiklerinden biraz bahsediyor ama bu durum çok daha nadir. Oysa ben bir wikipedia'da bile bulabileceğim dizi konusunu ve karakterleri görmek için okumuyorum ki blogları. Aksine insanlar ne düşünmüş, nasıl hissetmiş, sevmiş mi, en çok neyi sevmiş görmek için blog okuyorum. Aradığımı da çoğu zaman bulamıyorum. Bu yazılar da benim gibi düşünenlere... :)

İzlediğim en komik dizi: A Gentleman's Dignity

Direkt konuya giriyorum:D A Gentleman's Dignity benim bu zamana kadar izlerken en en en çok güldüğüm dizi oldu. Özellikle her bölümün ilk birkaç dakikasında o dört arkadaşın anılarını gösterdikleri bölümler o kadar komikti ki karnıma ağrılar girdi gülmekten. İnsan beş dakika boyunca "Kıh kıh kıh kıh kıh kıh kıh" diye gülebiliyormuş mesela, bunu öğrenmiş oldum:D
Diziyle ilgili sevdiğim o kadar çok şey var ki hangisinden başlasam bilemiyorum. İlk olarak; hiçbir çift için ikinci erkek karakter olmadığı ve benim de aklım karışmadığı için teşekkürler:D Gerçi Colin bile kendi başına benim kafa karışıklığı açığımı kapattı ama:D Ya Meari'yle ya Yi Soo'yla birşeyler olacak diye bekledim durdum. Çocuğun her konuşması flört şeklinde olunca tabi:D
İkinci olarak izlediğim en olgun dizi olduğunu söyleyebiliriz. Sevgilim sürekli bana "Sen Kore'nin ergen dizilerini izliyorsun bence" diyip duruyordu da kızıyordum. Bu diziden sonra anladım ki evet, ben hep ergen dizileri izliyormuşum:D Şimdiye kadar izlediğim en gerçekçi ilişkilerdi. Ve belki de bu yüzden çok çok çok sevdim. Özellikle Kim Do Jin-Seo Yi Soo aşkı beni benden aldı. Mükemmel bir çift oldular. Bu resimler ilişkilerinin çok çok çok az bir kısmını gösteriyor ama tamamını koyabileceğimi sanmıyorum:D Zira sanırım birlikte oldukları her sahneyi seviyorum:) Do Jin'in "Benimle yatmayacaksan beni rahatsız etmeyi bırak" dediği sahne de, Yi Soo'ya verdiği ayakkabıyı Yi Soo'nun gözünün önünde tek gecelik ilişkisine verdiği sahne de dahil olmak üzere:D Düşün o derece tatlı geliyor bana her anları. Aralarında kesinlikle mükemmel bir kimya var, benim birbirine bu kadar yakıştırdığım başka bir çift yok. Jang Dong Gun'un (kakülleri olduğu müddetçe) erkeksi ve çekici olduğunu da itiraf etmem lazım. Gerçi kaküller kalkınca yine "Off" olduğum için beğendiğimi söyleyemeyiz.
Neyse, beğendiğim diğer şeylere geçecek olursak... Colin karakteriiiiii!!! Özellikle Meari ve Yi Soo'yla olan bire bir sahnelerinde, ha bir de dördünün karşısına geçip babasının kim olduğunu sorduğu sahnede çok hoştu. O kadar tatlı ki her her her resmini eklemek istiyoruuuum! Ama yine yapamayacağım için sizi diziyi izlemeye yönlendiriyorum:D Gerçi dizide hayal kırıklığı yaratacak kadar az sahnesi var. Sözde başrolün gayri meşru oğlu rolünde ama adamla birlikte oynadıkları sahneler sınırlıdır. Keşke daha çok sahneleri olsaydı da hem baba oğul yakınlaşmasını, hem de tabi ki Colin'i daha çok görebilseydik:)
Devam edecek olursak... Heirs'te görüp sevdiğim Kim Woo Bin'i burada da görünce çok sevindimm! Çocuğu radarıma aldım zaten, sıra diğer dizilerinde:) Nedense oyunculuğunu çok beğeniyorum Woo Bin'in; çok doğal, samimi geliyor bana. Burada da gayet iyiydi bence. Özellikle de sonunda aynı bizim esas dörtlü gibi bir dörtlü olmalarına bayıldımm! Çok şirin ayrıntılardı:)
Başka ne vardıı, ne vardııı... Unuttum şimdi:/ Üzerine iki dizi daha bitirdiğim için yine çook uzaklardan geliyor bana sahneler:D Cidden izledikten sonra hemen yeni dizi aramak yerine oturup yazmalıyım izlediğim diziyi... Bari diziyle ilgili sevmediğim şeylere geçeyim. Bir numara: MEARİ! Bir kız bu kadar itici olabilir. "Oppa, oppa diye abisinin arkadaşının peşinden ayrılmaması, dünyanın en en en itici ağlamasını yapması... Yemin ederim kız her ağladığında suratına bir tane çarpasım geldi. Şımarıklığından bol bol ağladı dizide de, sinirimi bozdu.
İki numara da evlenme teklifi!! Dizilerdeki abartılı sahnelerden nefret ettiğimi kaç defa söylemişimdir bilmiyorum. Bu dizi ne güzel hiç öyle sahne olmadan gidiyordu kiii, son bölümde beni irrite edip öyle bitirdiler diziyi. Dünyanın bir yerini gösterin ki böyle 50 birbiriyle alakasız kişiyi toplayıp saçma kıyafetlerle sokağın ortasında dans ettirip de evlenme teklif edilsin. Yok! O zaman zorlamayın işte, ne güzel gerçekçi bir ilişki yaşıyorlardı, niye bozuyorsunuz son dakikada...
Diziyle ilgili ekleyeceğim başka bir şey yoktu sanırım. Dediğim gibi Do Jin-Yi Soo ilişkisi ve dört arkadaşın aralarındaki ilişkiler için bile MUTLAKA izlenilmesi gereken bir dizi. Ben izlerken çok eğlendim ve hatta dört erkek üzerinden anlatıldığı için elimdeki tüm kartları kullanıp sevgilime de zorla izlettirme derdindeyim:D Bu arada diziyi hatırlamaya çalışırken aklıma diziden sahneler gelip duruyor, kendi kendime kopuyorum. İzleyin işte ya, valla çok güzel dizi:D
Edit: Ost'larını dinlerken video'da gördüm de yazasım geldi. İlk bölümde Do Jin ve Yi Soo'nun kırmızı yün elbise sayesinde tanıştıkları sahne çok çok çok güzel bir sahneydiii! Hem güldüm, hem etkilendim; mükemmel bir tanışmaydı:) Aynı şekilde kızı zorla banyo kapısına yapıştırdığı sahne!... Ne kadar klişelerden uzak ve sevimli sahneleri vardı dizinin. Sanırım cidden baştan izleyeceğim:)

9 Temmuz 2014 Çarşamba

Heirs: Yeni favori dizim:)

Her işimi halledip kendi memleketime, kendi evime döndüğümden beri yazmaya daha çok zaman bulabiliyorum:) Gerçi üniversite şehrimdeyken blog yazamamamın sebebi bilgisayarımın sevgilimde olmasıydı. Bilgisayarıma format atıldı, bir-iki gün yoktu yani bilgisayarım ve ben de tablette yazmayı sevmiyorum artık. Herşeyi el yazısıyla yazmak zor geliyor:D 10 parmak çok daha kolay...
Neyse, bu yazımızın konusuna gelirseeeek... HEİRS!:) Bu yazı konusunda heyecanlıyım çünkü Heirs genel olarak beni çok etkileyen bir dizi. Öncelikle her dizi yazısında yapmak istediğim ama kendi düşüncelerime kapılıp yapamadığım giriş yazısını yapmak istiyorum:D Kim Tan ailesi tarafından Amerika'ya "sürgüne" gönderilmiş; zengin ama mutsuz, arayış içinde bir gencimiz. Gayri meşru çocuk olduğu için çok sevdiği abisi Kim Won tarafından dışlanır, babasının ilgisizliğiyle büyür, annesine anne diyemediği bir hayata mahkumdur. Cha Eun Sang ise dilsiz bir anne, Amerika'da üniversite okuduğunu söyleyerek kendisini kandıran soğuk bir abla ve birkaç part-time işle dolu yoğun ve mutsuz hayat geçirmekte olan kızımız. Bunların yolu kızımız ablasının "sözde düğünü" için ablasının yanına gittiğinde kesişir. Ablası Eun Sang'ın getirdiği parayı alıp Eun Sang'ı sokakta bırakınca bu durumu görüp istemeden içine çekilen Tan, kızın pasaportuna da kendisi yüzünden el koyulunca kızı evine götürmeye mecbur kalır. Böylece de onların hikayesi başlar:)
Şimdi kendi düşüncelerime gelecek olursak... :) Lee Min Ho'yla Park Shin Hye'nin birbirlerine çok çok çok yakıştıkları inkar edilemez bir gerçek:) Adamın 28 yaşındayken 18 yaşında birini canlandırması!... Ben bu Korelilerin yaşlarını bir türlü anlayamıyorum zaten, yemin ediyorum hepsi aynı yaşta görünüyor bana, yaşlı-genç ayrımı yapamıyorum. Ya bende bir sorun var ya onlarda... Neyse, benim gözüme batmadı yani bu yaş olayı:D
Dizinin en sevdiğim sahneleri Amerika'da geçenler. Genel olarak klasik zengin-fakir farkını daha az hissettirdiği, kızla erkek eşit pozisyonlarda birbirlerini tanıyıp hoşlanmaya başladıkları için ben daha samimi buldum. Çok şirin anlar da yaşadılar cidden ilk 4 bölümde. Sonraki bölümler, en azından benim için, o tadı vermedi. Zaten sırf o ilk bölümlerdeki hallerini sevdiğim için... Bir dakika, bunu baştan anlatmalıyım.
Ben bu diziye finalimden 5 gün önce başladım. Dizi 20 bölüm, her bölüm 1 saatten toplamda 20 saat. Başladıktan sonraki 24 saat içinde dizi bitmişti. Öğle yemeği ve akşam yemeğinde annemleri salladım ama bir kere kahvaltıya bir kere de beni tanıştırmak istedikleri birileriyle kahve içmeye çıkmak zorunda kaldım. Bir de 17. bölümü açamadığım bir saatlik bir süreç vardı. Baya bir spoiler olacak ama 16. bölümün sonunda da tam kız kayıplara karışıyor, 17'yi hemen izlemem lazımdı yani, bir türlü bulamayınca krize girdim, en sonunda ingilizce altyazılı izledim ama o da yüklenemedi bir türlü, baya sinir olmuştum... Neyse işte, dizi 24 saat içinde bitti. Ama bitince bir anda dünya çok sessiz ve boş bir yer gibi geldi bana. Ve hemen birinci bölümden tekrar açtım. Ama bu sefer sadece Kim Tan ve Cha Eun Sang'ın bulunduğu (birlikte olmasına gerek yok) sahneleri izleyerek ilerledim. Sonraki 24 saat içinde 15. bölüme gelmiştim sanırım:D Sonrasında üniversite şehrime gittiğim için işte arkadaşım beni kampa soktu resmen, kalan 5 bölümü üç günde ancak izleyebildim.
Diziyi izleme hikayemi de böyle anlattıktan sonra dizide beni etkileyen şeylere gelelim:) Bir kere Lee Bo Na-Yoon Chan Young çifti dünya şekeri bir çiiiift!:) Bazen onları bana ve sevgilime çok benzettim. Sadece benim sevgilim benim şımarıklıklarıma her zaman bu kadar tatlı yaklaşmıyor, arada büyümemle ilgili yorumlar duyuyorum:/ Gerçi Lee Bo Na karakterinin yaşından 3-4 yaş büyük olduğum için de olabilir:D Neyse, bu bir numaralı sevdiğim şey.
İki numarada ise dizinin bana şimdiye kadar herhangi bir Kore dizisinde duyduğum en güzel İngilizceyi duyurmuş olması var. Lee Bo Na karakterinin, hangi bölümde bilmiyorum, Kim Tan'la ilgili duygularından bahsederken konuştuğu İngilizce resmen zirve yaptı. Kaç dizidir duyduğum (Ki bunu da anlamıyorum. Arkadaşım, belli ki İngilizce konuşamıyorsunuz. Niye her dizide en az birkaç defa İngilizce konuşmaya çalışıyorsunuz ki? Katlediyorsunuz resmen adamların dilini) berbat İngilizceyi silip geçti kulaklarımdan.
Üç numaraya geldiğimizde dizinin herhangi bir Kore dizisindeki en gerçekçi öpüşme sahnesini içermesi var. Kim Tan-Cha Eun Sang çiftinin depomsu yerdeki öpüşmesi bunca Kore dizisinden sonra en sonunda gerçek hissi verdi. Artık gerçekten çok sıkılmıştım erkeğin kızı öperken kızın yumruklar sıkılmış, baş geriye kaçırılmış, dudaklar sımsıkı büzülmüş "Senden tiksiniyorum" ifadesinden. Kız isterse çocuğa kaç yıldır tek taraflı aşık olsun, illa öpüşme sahnelerinde bu tiksinme ifadesi.... Sinirimi bozuyordu. Bu çok güzel olmuş:)
Dört numara: Normalde Kore dizilerini hafif, boş zaman geçirmelik diziler olarak gördüğümden hep romantik-komedi tarzındakileri izlerim. Öyle acıklı, ciddi Kore dizilerine bakmam pek. Ama bu dizide 16. bölümün sonunda Kim Tan'ın ağladığı sahneden 18. bölümün ortalarına kadar full ağlayarak izledim, gayet de iyiydi. Bayadır ağlamamıştım, artık dizilere-filmlere ağlamayı bırakmıştım aslında, etkilenmiyordum o kadar çabuk. Ama Heirs çok güzel yakaladı beni, evet acıklıydı ama yine de severek, büyük bir heyecanla izledim o bölümleri de, ağladım Kim Tan'la birlikte.
Beş numara: Choi Young Do. Bu karakter klasik mükemmel ikinci erkek karakterinden fazlasıyla uzak ama dizinin sonuna kadar mutlaka kalbinize dokunan, mutlu olmasını istediğiniz, hatta belki de favori karakteriniz olabilecek bir karakter. Bu rol için Yong Hwa'nın düşünüldüğünü ama Yong Hwa'nın reddettiğini duymuştum. O yüzden en başta sürekli "Yong Hwa olsaydı..." diye izledim. Ama Kim Woo Bin role iyice girdikten sonra "İyi ki Yong Hwa oynamamış" demeye başladım. Kim Woo Bin'i seyretmek çok büyük bir zevkti. Hatta sonrasında A Gentleman's Dignity'de de görünce çok mutlu oldum, varsa başka dizilerini de izleyeceğim. Çok iyi bir oyuncu, karakter de cidden çok güzel yazılmıştı. Karakteri o kadar benimsiyorsunuz ki ikinci erkek olmasına rağmen Eun Sang'a veda ettiği sahnede içiniz parçalanıyor. Azıcık tipsiz ama ben Kore erkeklerini böyle kabul ediyorum artık:D Yine de kakülleri indirince fena olmadı, keşke baştan yapsalarmış. Neyse... Sırf bu karakteri daha fazla görebilmek, belki başkasıyla mutlu olduğunu görmek için Heirs'in ikinci sezonu olmasını çok isterdim. Bir Young Do, bir de Kim Won. Zaten o da altı numara:) Kim Won'un hırsları yüzünden aşkını kurban verişini gördük dizinin sonunda. Oysa bu dizide mutluluğu en çok hak eden çiftlerden biriydi onlar. Onları daha çok görmek istiyorumm! Artık vazgeçsin bu hırstan Kim Won da, bak işte o kadar inat etti şirketi paylaşmayacağım diye, sonunda kardeşini kendisi tuttu Kore'de, kendisi istedi paylaşmalarını. Ki o konuda da içim buruk, daha fazla Kim Tan-Kim Won sahnesi istiyorumm! Kim Tan ölüyordu abisi için, azıcık samimileştiklerini görelim. Yedi numara Lee Hyo Shin. Ona ne olacak?? Kısacası, bunların hepsi için bir ikinci sezon şart:D Dizide geleceğini, bundan sonra ne olacağını merak etmediğim tek bir karakter bile yoktu. Bence onlar da biraz havada bırakmışlar. İkinci sezon?... Lütfenn...
Tüm bunlardan sonra neden başroller hariç herkes hakkında bir şeyler yazdığımı merak ediyorsunuzdur. Ya da okuyan birileri olsaydı merak ederdi:) Kim Tan için söylenecek çok bir şey yok. Mükemmeldi. Mükemmeldi. Mükemmeldi! Aşık oluş sahneleri, ağlama sahneleri, kavga sahneleri, dizinin sonundaki tatlı genç aşık sahneleri... Her sahnesiyle mükemmeldi. Beni etkileyen o kadar çok sahne var ki hangi birini yazmalıyım bilmiyorum. Kıza arkadan sarıldığı tüm sahneler; "Bak" diye kızın dikkatini başka yöne çekip kızın omzuna yattığı sahne; kızın saçlarını açıp durduğu sahneler; donut yeme bahanesiyle kıza öpecek kadar yakınlaşması; birbirlerinin yanından geçerken bir anlığına kızın elini tuttuğu, ona kendisini hala sevdiğini gösterdiği sahne... Birlikte o kadar tatlı sahneleri vardı ki şimdi resimlere filan bakarken özlediğimi hissettim. Açıp tekrar baştan izleyebilirim, o derece özledim.
Cha Eun Sang... Park Shin Hye'yi seviyorum zaten. Çok güzel, tatlı, yetenekli... Bu dizide de karakterin fazla fazla ezik olmasından, gel deyince gelip git deyince giden azıcık sümsük bir şey olmasından başka rahatsız olduğum bir şey yoktu. Ha bir de... Bu kız sözde inanılmaz fakir. En başta da cidden buna uygun kıyafetler giydiriyorlardı kıza. Ama nolduysa 10. bölümden sonra filan bir bozdular bu durumu, kıza o bölümden sonra 50 farklı mont giydirdiler. Hani bu kız fakirlikten ölüyordu?? Dizide sırf sponsor alıyorsunuz diye gerçekçiliği bu kadar bozunca da hoş olmuyor doğal olarak... Ha bir de resimlere bakarken hatırladım, Eun Sang'ın herkese fakir olduğunu anlattığı sahne de ne kadar yapmacıktır öyle, sinir etmişti beni.
Neyse... Bunlar küçük şeyler zaten. Genel olarak bence Heirs MÜ-KEM-MEL bir dizi ve kesinlikle izlenmeli:) Daha önce yazdım mı bilmiyorum, benim favori kore dizim Secret Garden'dı. İzlediğim 3. mü 4. mü ne diziydi ve çok çok çok beğenmiştim. O zamandan beri kimse yanına yaklaşamamıştı bile. Ama Heirs an itibariyle onu tahtından etti:) İşte benim için bu kadar güzel bir dizi:)

7 Temmuz 2014 Pazartesi

Biraz da günlük yazalım:)

Son zamanlarda sadece dizilerle ilgili yazıyorum. Aslında fark ettim ki biraz da görev bilinciyle, "İzledim, e o zaman yazayım" diye yazıyorum. Çünkü dizi izleme hızım blog yazma hızımdan hızlı gidiyor ve Heirs, A Gentleman's Dignity ve You're Beautiful yazılmak üzere bekliyor:D Üzerine başka diziler izleyince zaten unutuyorum ki ben azıcık. Diziyi izlerken "Şunu da yazayım, bunu da yazayım" diye bir sürü şey belirliyorum kafamda, sonra hemen yeni diziye başlıyorum, eski diziyle ilgili yazacaklarımı unutuyorum.
Aslında düşünüyorum da izlediğim her diziyi yazmama da gerek yok ki... Bu sene içinde bir milyon tane dizi izledim, hangi birini yazdım? Şu ara bu neyin saplantısıysa, blogumu Kore dizisi blogu haline mi getirmeye çalışıyorum ne... Oysa bu bir günlük ve ben de artık biraz günlük olarak kullanmak istiyorum.
Finalden geçmem için 30 almam gerekiyordu, bunun rahatlığıyla çalışmadım, çalışmadım, çalışmadım, çalışmadım... Zaten çalışmak için üç hafta vardı. İlk hafta 4 dizi bitirdim. Sonra ehliyet sınavına çalıştım, üniversite şehrime gelip sınava girdim. İkinci hafta taşınma olayı vardı işte, başımı kaldıracak vaktim yoktu. Üçüncü hafta otele gittik annemlerle. Havuz, Heirs filan derken o da geçti. Son üç günde üniversite şehrime gittim, en yakın arkadaşımın evinde kaldım, kız beni kampa soktu resmen. Ben hiçbir sınav öncesinde o kadar uzun saat çalıştığımı hatırlamıyorum. Günde 1-2 bölüm dizi ancak izleyebildim, sevgilimle 2-3 saat ancak görüşebildim, full çalıştık:(
Sonucu söylüyorum: o üç güne bile pişman oldum!! Gittim 71 mi ne aldım saçma salak. Valla hiç gerek yokmuş, yazık oldu o üç güne:D Gerçi hiç belli olmazdı, hocalar insaflı sormuş, yoksa tüm senenin tüm derslerinden 200 soruluk sınav. Sorsunlar ayrıntı da bak bakalım tek bir kişi geçebiliyor mu sınavdan...
Final olayını pazartesi günü bu şekilde atlattıktan sonra pazar günkü direksiyon sınavıma kadar boştum. Bu boşluğu da sevgilimle fazlasıyla gezerek, özlemle geçecek iki ayı telafi etmeye çalışarak geçirdim. Gerçi buna rağmen zamanımın çoğunu arkadaşımın evinde yalnız bir şekilde geçirdim:(
Bu da şöyle oldu: arkadaşımın annesi köye gidecekti zaten, arkadaşım da babasını da yolladı biz rahat edelim diye. Bunu da şu şekilde açıkladı: "Ben sevgilimle takılacağım, sen de sevgilinle takılırsın. Eve dönüş zamanımızı ortak ayarlamamız gerek, zor olur". Ben bunu en başta anlamamıştım, aynı zamanda dönmek neden zor olsun ki, zaten çoğunlukla birlikte takılmaz mıydık? Tabi ki fazlasıyla yanılıyormuşum. Çünkü arkadaşım her sabah benden birkaç saat önce evden çıkıp, her akşam da en erken 00.30 gibi eve döndüğü için ben günümün yarısını yalnız bir şekilde geçirmek zorunda kaldım...
Aslında buna komple arkadaşımın suçu diyemeyiz, ben de sevgilimle daha fazla vakit geçirebilirdim cidden. Ama hava lanet olası çok sıcak!! Hissedilen sıcaklığın 50'ye ulaştığı bir şehirde öğle vakti dışarıda olmak demek bayılıp kalmaya davetiye çıkarmak demek. Arabamız olmasına, her yerin klimalı olmasına rağmen biz sıcaktan bunaldığımız için buluşmalarımızı sınırlandırmayı tercih ettik. Zaten iyi ki de öyle yapmışız çünkü normalde hafif dalgalı olan saçlarım sabah ne kadar düzgün olursa olsun her akşam eve Carrie Bradshaw gibi dönüyordum. Grrr!
Nem oranı bu kadar yüksek bir şehirde yaz çok zor... En çok yapılan şey AVM gibi kapalı alanlarda takılmak mecburen. Ki onu da fazlasıyla yaptık. 1) Önce bana kulaklık baktık. Sözde kaliteli bir kulak içi kulaklık alacaktık bana, sonra bir baktım ki o kocaman DJ kulaklıklarından alıyoruz:D Bir günümüzü bununla geçirdikten sonra en sonunda çok içime sinen ama azıcık pahalı bir kulaklık aldık. Bu kadar pahalı olunca bari sevgilimin bana doğum günü hediyesi olsun dedim. Zaten doğum günüme iki hafta kaldı an itibariyle. Bu kulaklığa karar verme aşamasında zaten üç farklı AVM gezip ikisi arasında iki defa gidip geldik, hala karar veremeyince Media Markt'taki her her her şeyi denedik:D Atari'den PS4'e Xbox'a, üç boyutlu yazıcıdan LG G3'e, hatta bir noktada bulaşık makinesi, ütü, süpürge bile baktık:D Filmlerde yaptıkları gibi saatlerde orada eğlenerek vakit geçirdik:) Mükemmeldi:)
2) Bana bilgisayar baktık. İki bilgisayar beğendik gibi bir şey. Kodlarını aldım, babamla inceleriz belki almaya kesin karar verirsek. Benim bilgisayarım ikinci yılını doldurdu ve azıcık yavaşladı, ısınma sorunları yaşıyor filan. Gerçi sevgilim format atıp Windows 8.1'e geçirdi beni ama hala değiştirebilirsem değiştirmeyi düşünüyorum.
3) Aynasız fotoğraf makinelerini inceledik. Ben fotoğraf makinesi bakmaya başladığım andan beri aynasız makinelere dibim düşerek bakıyorum zaten. Şimdi nasıl oluyorsa baya uygun fiyata olanları da var. Yani bir 1000-1500 liraya alabiliyorsun ve doğal olarak "Almalıyım, almalıyım, almalıyım!!" moduna geçtim:D Ki alabileceğimden de değil:D Ben ne zaman babama fotoğraf makineleriyle ilgili bir şey söylesem geçen yıl aldırdığım DSLR-like'ı en son ne zaman kullandığımı soruyor ki yılda iki defa filan kullanıyorum:D Yani benim için aynasızlar sadece bir hayal ama bakması bile güzel:)
4) Bana microSD kart, sevgilimin arabasına radyo filan gibi basit ama ihtiyaç duyulan şeyleri de aradan çıkardık:D
5) Kıyafet baktık. Ki hazır laf buna gelmişken söylemeden duramayacağım, bu sezon tüm mağazaların nesi var böyle!! Tüm XS'lar bana en az bir buçuk, bazen iki kat büyük! Gerçekten kafayı yiyecektim, denediğim hiçbir şey olmadı:( Ve sevgilimin düşüncesinin aksine bu benim zayıflığımla ilgili değil. Hatta vermem gereken fazladan bir 5 kilom var, bildiğim şişmanım şu anda ama hala olmuyor, lütfen bir düzeltsinler şu bedenlerii!!
6) Kuzenime mezuniyet hediyesi aldım. Hatta bu arada kendime de takı beğendim, sevgilim de onu aldı bana hediye olarak:) Şu ara gidiyorum diye midir nedir, fazlasıyla hediyelere boğuyor beni:) Kendisi nefret etse bile CNBLUE'nun orjinal albümlerini bile aldı hediye olarak, bunun ötesi yok:)
Eveet, bunlardan da bahsettim, başka ne kaldı?:) Direksiyon sınavını kıııııl payı geçtim!:D Ama sonuç olarak geçtim mi geçtim, ehliyeti alıyor muyum alıyorum, önemli olan da bu:) Annemin Mini Cooper bu yaz benim benim benim!! Hayatımda ilk defa araba sürmek konusunda bu kadar heyecanlıyım:) Belki de arabaya cidden aşık olduğum içindir ama onun içinde olma fikri beni çok heyecanlandırıyor. İstiyorum, istiyorum, istiyorumm! Umarım en kısa zamanda çıkar ehliyetim...
Yine gece çok geç bir saat. Yine muhtemelen saçmalıyorum. Eminim yine anlatmayı planladığım bir sürü şeyi atladım. Ve eminim yine kimse bu yazıyı okumayacak. Ama zaten önemli değil. Yazdığım iki farklı yazı türü var. Birilerinin okuması için, benim fikirlerimi öğrenmesi için yazdığım yazılar... Ve sadece kendim için, yazmak istediğim için yazdığım, çoğunlukla saçmaladığım yazılar... :D Bu da ikinci türden oldu, çok da güzel oldu:) Bu gece çok mutluyum. Bunu okuyan birileri varsa... Umarım bu gece siz de çok mutlusunuzdur:)