31 Ocak 2014 Cuma

Gece Saçmalamaları

Bazı şeyleri konuşa konuşa gına gelir ya. Dünden beri hep aynı şeyi düşüne düşüne gına geldi. Aslında onun hakkında yazmak için deliriyordum ama şu an ona harcayacak enerjim yok gibi geliyor. "Öf, yetti artık" modundayım biraz. Babam Adidas'tan 2860 liralık alışveriş yaptı. Bir insan neden aynı mağazadan aynı gün içinde 5 tane mont alır ki? Kimin o kadar çok aynı tarzda monta ihtiyacı olur? Ya da artık ihtiyaç düzeyini "bu kadar" aşan alışverişleri sağlıklı bir zihne dayandırabilir miyiz? Tüketici toplumun örnek bir ailesi olduğumuzun farkındayım zaten. Evimizi görseydiniz ne demek istediğimi anlardınız. Ama bu seviyedeki bir şeyi artık zihnimde aklayamıyorum. Ben mi komünistleşiyorum? Tabi bunun olması için dünyanın yüzde 70'inin, yok vazgeçtim yüzde 80'inin, belki de 90'inin benden önce komünist olmasi gerek. Kapitalizmin sarsılmaz direklerindenim ya:D Tabi bunlar sadece dalga:)
Sevgililer günü yaklaşıyor. Normalde bu kadar erkenden düşünmeye başlamazdım bunu ama 7-8 aylık çabamın sonunda iki hafta önce çıkmaya başlayan en yakın arkadaşlarımız sağ olsun, biraz erken yapılmaya başlandı bu sene planlar. İşin ilginç tarafı geçen sene sevgililer gününde ne yaptığımızı hatırlayamıyorum. Bir şey yapmamış olabilir miyiz?? Buna izin vermiş miyimdir?:D
Bu sene ne yapmak istediğim konusunda da hiçbir fikrim yok. Demin bahsettiğim taze çift yüzünden bu sene olaylar çok dolambaçlı oldu. Herkes birbirinin ağzını arıyor, kimse doğrudan birbirine bir şey demiyor, herkes diğer çiftin sevgililer gününü planlıyor, kendisininkini düşünmüyor. Öyle ilginç bir durum... Diğer çift için tam en yakın arkadaşımın bayılacağı mükemmel bir plan hazırladım; o akşam yapacakları herşey, hediye, çiçek; hepsi kafamda planlı. Ama kendiminkine gelince tık yok. Belki de son birkaç özel günü (kendi doğum günüm dahil) kendim planladığım için bu seferkini sevgilime bırakmak istiyorum. Çok büyük beklentilerim de yok açıkçası. Onunla olmak yetecek bana. Yani sanırım... Bu sene içimde büyük bir isteksizlik var. Hadi hayırlısı...
Şu anda halamın evinde kalıyoruz ve bu evde ne internet ne bilgisayar yok. Sevgilim dalga geçiyor "Ateş bulundu mu yoksa hala yontma taş devrinde misiniz?" diye. Şu anda telefonumun internetiyle tabletten yazıyorum bunları. Tablette 10 parmak yazmaya çalışan tek ileri zekayım. Tuş olmadığı için sürekli yanlış harflere basıyorum ama neyse ki otomatik düzeltme var, yüzde 80 doğru düzeltiyor. Saçma sapan bir şey yazmayayım diye birkaç cümleye bir başa dönüp okuyorum. Bu yüzden de daha yayınlamadan sinir oluyorum kendi yazdıklarıma:D
Uykum gelmeye başladı. Sözde daha dizi izleyecektim ama nerdeee... Ben de özledim'i "yazın çalıştığım bilindik dondurmacı"nın internetiyle indiriyorum oraya gittikçe, böylece geceleri izleyecek bir şeyler oluyor. Ama ne yazık ki 13. bölümde final yapmış:/ Umarım tam bir finaldir de yarıda kesilip aklımı orada bırakmaz. Tutmayan dizileri normal bir bölüm sonuyla yarıda kesenleri esefle kınıyoruz.
Kaybedenler Kulübü'nü özledim, kaç aydır izlemiyorum. Artık bir vakti gelmiş:)
Bu yazıyı gecenin bu saatinde okuyacak insana (sevgilim uyuduğuna göre öyle birinin var olmadığını düşünüyorum) bol sabır ve kolaylık diliyorum:) Hatta bence hiç okumasın:D

29 Ocak 2014 Çarşamba

Maksat sohbet muhabbet

Tatilde Ahmet Ümit'in Kukla kitabını okuyacaktım sözde ama nasıl olduysa kendimi tekrardan Çalıkuşu'nu okurken buldum. En sevdiğim yerli kitabın o olduğunu söylemiş miydim? O yüzden de onlarca, yüzlerce kez okuyacağım belki de bu kitabı. Şimdiden 20 olmuş mudur? Kim bilir...
Diyorum ki okurken fon müziği olarak Çalıkuşu'nun o çok sevdiğim müziğini mi açsam. Yeterince duygulanmıyormuşum gibi... Oturur ağlarım artık:)
Son birkaç gündür dinmek bilmeyen bir yağmur var bu şehirde ve çoğu şehirde. Sanki tarlam bahçem varmış gibi yağmur yağdıkça mutlu oluyorum "Ohh, ne güzel, bereket bu bereket" diye... Yok bu şehirde de yağıyormuş, şu şehirde sel olmuşmuş, o şehirde yollar kapanmışmış; duydukça bir "Ohh" çekiyorum içimden, "Yağsın yağsın, göller barajlar dolsun, ohh ne güzel". Sanki gölle barajla çok işim var, zannedersin balıkçıyım. Hep şu birkaç yıl önceki kuraklık yüzünden. Hani şu bahçe sulamanın, araba yıkamanın yasak olduğu; haberlerde her gün göllerin doluluk oranının verildiği zamanlar... O günlerden kalma bir alışkanlıkla sürekli yağmurları bekliyoruz ülke olarak. "Aman yağsın, kuraklık olmasın" diye... Bu sene kuraklık olur mu bilmem. Yağmurlarıyla bilinen benim şehrimde iki ya da üç defa ancak yağdı bu kış yağmur. Pek hayra alamet değil...
Yarıyıl tatili demek pek çok kişi için olduğu gibi benim için de avm demek, alışveriş demek, sinema demek... Ama ne yazık ki şimdi bunu yapacak hiç kuzenim yok yanımda. En yakın olduğum kuzenim ablasının yanına, İstanbul'a gitti. Kendi şehrimde yanında kaldığım kuzenim de buraya geldi tatil için ama kendisinin üç aylık çok şeker bir bebeği var, yani çok avm'ye gidebilecek bir pozisyonda değil. Kardeşim ve erkek kuzenim ise tüm gün "yazın çalıştığım bilindik dondurmacı"dalar. Kuzenim çalışmak, kardeşim yiyip içmek için:)
Aslında kardeşimle birlikte oraya gidebilirim ama orası beni geriyor. Yazın kasada çalıştığım ve babam oranın patronu gibi bir şey olduğu için oranın para kazanıp kazanmama durumu beni fazlasıyla ilgilendiriyordu ve işi bıraktığımdan beri de orasıyla ilgili bir şey duyduğum an geriliyorum. Ailemin yanına her gittiğimde mutlaka orasıyla ilgili bir sorun oluyor, babam telefonda birilerine bağırıyor; ben odadan kaçıyor, duymamaya, bilmemeye çalışıyorum. Çünkü bildiğim zaman karışmadan duramıyorum. Mesela yılbaşında canlı müzikli, yemekli, mükemmel ve bana göre fiyatı fazlasıyla uygun bir program hazırladılar. Yılbaşından bir gün önce kardeşimle konuştuğumuzda bana kimsenin rezervasyon yaptırmadığını söyledi.  Hadiii, sonra tüm günümü foursquare, facebook gibi yerlerde duyurulmuş mu araştırarak; duyurulmadığını görünce orada çalışan teyzemin kızını arayıp bir sürü ültimatom vererek; en yakın olduğum kuzenimi arayıp arkadaşlarına söylemesi, face'inde paylaşması için ikna ederek geçirdim. Sonraki bir gün boyunca kafamda sadece bu vardı: kaç kişi rezervasyon yaptırdı, rezervasyonsuz gelen kaç kişi olur, canlı müzik şu kadar yemek bu kadar tutsa kaç kişiyle kara geçebiliriz... Bu mekan bana kafayı yedirtebilir! O yüzden bulusmak istemiyorum hiçbir işine. Duymayayım, bilmeyeyim. Yeter ki midemde o sıkıştırılma hissi olmasın; kafam rahat, içim huzurlu olsun. Geçen gün birkaç saatliğine uğradığımda bile kaç masa dolu, kimler ne kadarlık şey sipariş ediyor, kaç saat oturuyor, ciro kaç olmuş, pastaların tezgah ömrünün dolmasına kaç gün kalmış, sütlü tatlılar ne kadar satılmış bunları incelemekten kendim bir şeyden keyif alamadım. Ben mi çok tuhafım?
Neyse, kuzenlerim diyordum... O benimle beraber "bilindik dondurmacı"da çalışan teyzemin kızı işi bıraktı, yüksek lisans için çeşitli üniversitelerde sınavlara giriyor. O yüzden şehir dışında şu ara ama bugün yarın gelecek ve inşallah inşallah inşallah onunla gezeceğiz! Kızı ne kadar hevesle beklediğimi tahmin edemezsiniz:) Aslında annemle de geziyoruz, alışveriş yapıyoruz, güzel de vakit geçiriyoruz ama yine de kuzenlerim gibi değil.. Hem ben çok özledim teyzemin kızını da, en yakın olduğum kuzenimi de... Ne yazık ki en yakın olduğum kuzenim İstanbul'dan dönene kadar ben de ailemin evine dönmüş olacağım.
Bu ev olayı biraz karışık benim için. Kendi şehrim diye bahsettiğim, ev dediğim yer; üniversiteyi okuduğum, işte o çocuklu kuzenimin yanında kaldığım yer. Ailemin evi dediğim yer; ilkokulu liseyi okuduğum, hayatımın çoğunu geçirdiğim yer. "Yazın çalıştığım bilindik dondurmacı"nın olduğu, tüm akrabalarımın kuzenlerimin yaşadığı yer ise memleketim. Hayatım çoğunlukla bu üçü arasında mekik dokumakla geçiyor.
Neyse ki bu ev olayı biraz daha basitleşecek bundan altı ay sonra. Babamın emeklilik yaşı geldi. Emekli olduktan sonra da orada yaşamak için bir sebepleri kalmayacak. O yüzden de ya benim yaşadığım şehre gelecekler, ya da buraya, memlekete... "Kısmet..." diyorum, "Hayırlısı neyse o olsun."

24 Ocak 2014 Cuma

Yolculuk

Yolculuklarda nefret ediyorum, bunu söylemiş miydim? Küçüklüğümden beri çok fazla yolculuk yapan biri olarak bunu söylemem ilginç ama ne yapabilirim, nefret ediyorum işte... Arabada hep midem bulanır, bunu hissetmek için de çoğunlukla uyurum yolculuk boyunca. Uçak desen kulaklarım çok hassas olduğu için kalkış ve inişleri işkence gibidir benim için. Hızlı tren fena değil, hem zamandan da tasarruflu. Ama ne yazık ki o da her şehir arasında yok henüz. Deniz yolculuğu hiç yapmadım ama sanırım ondan da nefret ederdim, tüm o sarsıntıları düşünsenize!
İşte bu yüzden en hevesle beklediğim şey ışınlanmanın keşfi. Uçan arabalara gerek yok, uzaya çıkmamıza gerek yok, sadece ışınlanma. Nolur Allahım, nolur! Ve yine işte bu yüzden sahip olmak istediğim sihirli güç "zaman ve uzaya hükmetme gücü". Bilenler için söylüyorum, Heroes'daki Hiro'un gücü. Bu en nefret ettiğim iki şeyin çözümü olacak: yolculukların ve zaman kaybının.
Düşünsenize mesela uykuyla ne kadar zaman kaybediyorsunuz! Veya yemek yemekle, veya tuvalete gitmekle, veya herşeyle! Tüm hayat önünüzden geçip gidiyor ve siz hiçbirini yakalayamıyorsunuz! Daha çok zamana ihtiyacımız var. Kendimizi geliştirebilmek, hayatı yakalayabilmek için... Bu ve bunun gibi saçma düşünceler işte... Hayata çok fazla şey sığdırmakla ilgili bir saplantım var sanırım. Mükemmellik saplantımla bağlantılı bir şey olmalı... Hiçbir zaman bir sihirli gücüm olmayacağını düşünürsek bu konuya bu kadar kafa yormak saçmalık.
Neyse, yolculuklar diyordum... Yarıyıl tatiline girdiğimiz için ailemin yanına geldim dün. Bilmiyorum ki yolculuğa yanında benim kadar çok teknolojik aletle çıkan bir başkası var mıdır... Telefon, iPod, tablet, bilgisayar, fotoğraf makinesi... Fotoğraf makinesi dediğim şey bir kilo ağırlığında! Bilgisayarım neyse ki 13 inçlik bir ultrabook ama tabletim kendi ailesinin en büyüğü, 10 inçlik bir note. Ipod'u neden yanımda taşıdığımı ben bile bilmiyorum aslında, çoğunlukla elime bile almıyorum kendisini. Fotoğraf makinesini de aynı şekilde aslında. Sanırım en son ekim ayında çekim yapmıştım. Tabi günlük aile fotoğraflarını saymıyorum... Belki kullanırım diye yanımda taşımak için fazla ağır! Sanırım kullanıyor gibi görünmek istiyorum. Aslında kullanmak da istiyorum. Sadece fotoğraf çekmek yalnız benim değil yanında bulunduğum insanların da özverili olmasını gerektiriyor.  Bu yüzden de en son ekimde sevgilimle gittim fotoğraf gezisine. Dakika başı durup sonraki beş dakikayı mükemmel fotoğrafı yakalamaya çalışarak geçirmeme aldırmayacak tek kişiyle. Fotoğrafçılık dersiyle geziye gittiğimizde bile herkes çekim yapmasına ragmen en geride kalan hep ben oluyordum:D Sanırım sorun bende...
Bugün de ailemle memleketimize gitmek için yola çıkıyoruz. Geçen hafta besin zehirlenmesi geçirdiğim için şu ara midem felaket, bu yüzden yolculuk öncesinden önlemimi alıp antiemetik alıyorum, umuyorum ki sorunsuz, bulantısız, güzel bir yolculuk geçireceğim, ah hadi inşallah!

14 Ocak 2014 Salı

His

Herkese oluyor mu bilmem ama ben bir şeyi yanlış ya da eksik yaptığımı düşündüğümde ya da bir şeyden pişman olduğumda, birileri ya da kendi vicdanım tarafından azarlanacağımda vücudumda milyonlarca ufak kurtçuk geziniyormuş gibi bir his oluşur içimde. Rahatsız, sabırsız... İçimi kemirirler, bir gıcıklanma hissi... Karışık..
Şimdi yine öyle hissediyorum. Bu his de yarın sabah okula gidene kadar geçmeyecek biliyorum çünkü geçmesi için ya bir sorun olmadığını görüp vicdanımın rahatlaması ya da beni azarlayacak kişi tarafından azarlanmam gerek.
Mükemmel giden bir akşama bu kadar kötü bir son olabilir miydi diyorum...
Bu yazı kimse için değil. Belki yazarsam içimdeki bu sabırsız ve rahatsız gıcıklanmayı durdurabilirim diye. Yoksa yazdıklarımın ben hariç kimse için anlamı yok. Sevgilimin bile neyden bahsettiğimi anlayabileceğini sanmıyorum çünkü bir kadının, hele de o kadın bensem, kafasından geçenleri anlamak çok zor. Hele ki bunlar fazlasıyla kadınsı ve karmaşık duygularken...
Suçluluk... Çeşit çeşit suçluluk... Öfke... Pişmanlık... Derin bir mutsuzluk... Sebepleri belki çoğu kişiye göre saçma. Ama ben yapamıyorum. Duygularımda boğuluyorum...

11 Ocak 2014 Cumartesi

Mükemmel mükemmel mükemmel...

Ortaokuldayken yılbaşında veya okul başında liste hazırlardım hep. Neler yapacağım, neler yapmayacağım diye... Listenin en sonunda hep aynı şey yazardı: "Mükemmel ol. Olamıyorsan da öyle görün." Öyle görünme kısmını yapamadım sanırım hiç. Yürüyen bir özgüvensizlik örneğiyim çünkü ben. Ama hep mükemmel olmaya çalıştım. Mükemmel derken kendi kıstaslarımda mükemmellik... Kitaplar filmler benden sorulsun, modada bir numara olayım, sınıfta derece yapayım, en güzel kız ben olayım, kısaca etrafımdaki en kültürlü kişi olayım... Sanırım elimden geldiğince de başardım bunu. Film kitap muhabbetlerinin hepsini yönetebilecek kadar sıkı takipçiyim, sınıfın en iyi giyinen 3-4 kişisi arasındayım, derece biraz zor ama en azından 300 kişide ilk 20-30'dayım, akla gelinebilecek pek çok konuda çevremdekilerin danıştığı biriyim. Görev tamamlanmıştır!
Derken... Sevgilimle tanıştım. Kendisi bir teknoloji canavarı! Ki teknoloji canavarı derken tablete, telefona rom atma; bulduğu her aletin içini açıp kurcalama; kendi bilgisayarını yapma vb bilimum şeyleri kastediyorum. Hangi markanın hangi parçasını aslında hangi marka üretiyor, Samsung'da 3 gb ram bile zor yeterken neden Apple 1 gb ram'le bu kadar akıcı, en son hangi ürünler çıkmış, aslında hangi parçalar yapılmış ama daha toplu üretime geçilmemiş; tüm bunları öğreniyorum ondan. Muhtemelen daha çok şey vardır ama bunlar sanırım en son konuştuklarımız ki aklımda bunlar kalmış sadece. Sevgilim bana "mükemmel" olmadığımı, daha kendimi geliştirmem gereken pek çok konu olduğunu göstermiş oldu. Teknoloji konusunda beni bilgilendirme işini ona bırakıyorum. Ne de olsa en sevdiği konu olduğu için telefonda beni arayıp 20-25 dk'lık monologlar bile yapabiliyor bazen:)
Kendimi geliştirmem gereken bir diğer konu da "yemek yapmak". Yemek konusunda çok ilgili ve bilgiliyim çünkü babam turizmci ama yapmak gibi bir hevesim olmamıştı hiç. Ta ki sevgilim "kalbine giden yol midesinden geçer" şeklinde klasik bir Türk erkeği olduğunu gösterene kadar. Sonra hadi bakalım babamdan aldığım yemek dersleri, sürekli bir şeyler yapıp yapıp aynı şehirdeysek ona götürme, değilsek resmini çekip yollama seansları... Geldiğim son nokta doğum günü ve ikinci çıkma yıldönümümüz olan günde ona yaptığım çıkolatalı karamelli, iki katlı, batak masası temalı
pasta! Kekine, karameline, özel isviçre çikolatalı ganajına, şeker hamuruna kadar her şeyini benim yaptığımı da belirtmek gerek. Biri bana dur diyebilir mi!! Buna tanışma yıldönümümüzde yaptığım makaronları ve yılbaşında yaptığım çikolatalı peynirli krema dolgulu portakallı cupcake'leri de eklersek sanırım artık her özel günde bir şeyler yapmak zorundayım:D Bu arada pastanın fazlasıyla ev pastası gibi göründüğünün farkındayım ama tadı hayatımda yediğim en güzel pastaydı ki partideki 20 kişinin 15 kadarı da benimle aynı fikirde:) Ve bu pastayla birlikte tekrar "görev tamamlandı"!
Diye düşünmüştüm kii... Şimdi de futbol meselesi çıktı! Şu aralar nedense futbol sevgisi başladı sevgilimde ve tabi ki direkt olarak futboldan "isviçreden getirilen teknik direktör takıma can kattı" (Cümle tamamen uydurmadır, orjinalini hatırlayamadım, zaten o muhabbet esnasında çok da umrumda değildi) diyebilecek kadar anlayan kızlar "in"! Bu zamana kadar ofsaytın ne olduğunu bildiğim için kendimi yeterli görüyordum ama şimdi sıkı bir futbol takibi dönemi başlıyor. İnternetten benim ve onun takımının futbolcularını ve yönetüm kadrolarını (yönetim kadrosundaki pozisyonları bile bilmiyorum, bir teknik direktör vardı, başka?? ), ligleri ve liglerdeki tüm takımlar hakkında birkaç cümlelik bilgi öğrenmem; bundan sonra oynanacak tüm önemli maçların en azından özetlerini izlemem gerek. Kim bilir, belki futbolu sevebilirim bile... Ne de olsa yemek yapmayı ve teknoloji muhabbetlerini sevmeye başladım, neden olmasın?
Ah mükemmelliyetçilik! Bu huy yüzünden daha neler neler öğreneceğim acaba? Bu ve sevgilimin kafasındaki ucu bucağı olmayan "mükemmel kız" kalıbı... Merak ediyorum, onun kafasındaki kız olmak için ne kadar uğraştığımın farkında mıdır?

Edit: Bir süredir bunu yapmak için uğraşıyorum. Onun takımının maçlarını izliyorum; takımının oyuncu kadrosunu, idari ve teknik kadrosunu, şimdiye kadar aldığı aldığı kupaları okuyorum; Türkiye'de verilmiş ve verilmekte olan kupalarla ilgili şeyler okuyorum; FIFA ödüllerini izledim... Ve hala futbolu SEVMİYORUM! Bu kadar kolay vazgeçecek değilim tabi ki, yılmak yok, yola devam!:)