30 Haziran 2014 Pazartesi

CNBLUE ÖZEL

Eveet, gelelim son iki haftamın takıntılı konusu CNBLUE'ya:) Bahsetmeyi en sevdiğim konu zaten şu ara kendisi:) Kendimi bir BOİCE olarak nitelendirmiyorum, zira ergen gibi isim takmak saçma geliyor ama grubu çok sevdiğim bir gerçek. Hem de sadece şarkılarını değil. Komple, herşeylerini. İngilizce altyazılı/altyazısı olmayan konser video'larını indirdim, tekrar tekrar onları izliyorum. İngilizce veya Türkçe altyazısını bulabildiğim katıldıkları her programı izliyorum. İster 2011 olsun ister 2014. Haklarında herşeyi bilmek istiyorum, buna şimdiye kadar yaptıkları saç modellerinin sıralaması bile dahil:D Konser Making Video'larını izliyorum, Can't Stop albümünün Comeback Show'unu izliyorum, katıldıkları radyo programlarını izliyorum. Hatta durumu azıcık abartıp sırf Yong Hwa var diye oturup 51 bölüm We Got Married izledim. Ki aslında izlediğime pişman da değilim, CNBLUE'nun kendi arasındaki iletişimlerini çok seviyorum, onları birlikte günlük hayatta görmek için izlenilebilir bir program. Gerçi bunun için en iyisi CDD 111 birinci sezon ama... Sonuçta çocukların evlerine bile kamera koydukları için birbirleriyle iletişimlerini gayet iyi görebiliyorsun:) En çok hoşuma giden şey aralarındaki abi-kardeş ilişkisi. Hani Yong Hwa'nın büyük olduğu için diğerlerinin abisi rolünde olması, onlara iş yaptırması, onlarla sürekli uğraşması... Jung Shin'in odasını ortak alan olarak kullanıp onu sinir etmeleri. Jong Hyun'un kaba kuvvetle küçük üyeleri dize getirmesi.
Gerçi Jong Hyun'dan nefret ediyorum. Komple sinir oluyorum. Jong Hyun'dan nefret etme nedenlerim: 1)Yong Hwa'dan daha iyi gitar çalıyor 2)Sesi Yong Hwa'nınkinden daha güzel 3)Yong Hwa'dan daha yakışıklı 4)Tüm bunlara rağmen grubun lideri değil! Eğer lider o olsa bunu kabullenir ve ona göre koşullanırdım ama şimdi her açıdan daha iyi olduğu halde daha arka planda kalmasına uyuz oluyorum. Çünkü onun da bu duruma içten içe kinlendiğini düşünüyorum. Ben olsam kinlenirdim yani...
Tüm bu yazı acayip ergen tarzında oldu:/ Sevgilim bunu görse çok kızardı. Zaten bu gruba bu kadar taktığım için sinir oluyor. Bir de sürekli ergen grubu deyip duruyor gruba, beni de sinir ediyor. Ergen grubu değiiil! Yani olamaz, olmamalı! :D Gerçi türk, amerikan ve uluslararası fan sitelerine girip üyelerin yaşlarına baktığımda genel olarak 20'nin üzerinde olduklarını gördüm ama insan yine de içten içe şüphelenmiyor değil:D Zaten 12 yaşındaki kız kardeşime şarkılarını dinlettim ve bayıldı, şu an telefonunun çalma müziği "I'm loner", her dakika "Hey you" açıp dinliyoruz birlikte filan. En son konser video'larını izletiyordum, bir noktada "One Direction gibi" yorumunda bulundu, "Nayıııır, nolamaaz!" oldum:O Açıkçası şu an hala emin olabilmiş değilim, benden başka CNBLUE dinleyen birini bulursam anlayacağım umarım:D
 Bu yazı böyle dursun, ben içimden geldikçe eklemeler yapıyım buna. Şu an saat çok geç olduğu, akşam yemeği yememiş olduğum, zaten daha bugün finale girmiş olduğum için aklım bulanık, yazacak bir şey bulamıyorum:D Sevgilimi kızdırmak pahasına paylaşacağım bu yazıyı:D

Ekleme: En son A Gentleman's Dignity'yi izledim, Jong Hyun sevgisi başladı baya bi, acil Yong Hwa'lı dizi izlemem lazımm! Bu da bugünün ergen konuşması olsun:D

Ekleme: "You're Beautiful"daki Yong Hwa "A Gentleman's Dignity"deki Jong Hyun'un etkisini silemedi:D Gerçi sonra izlediğim Day Day Up programı azıcık etki etti. Yong Hwa konuşurken çok kendini beğenmiş ve uyuz ama şarkı söylerken cidden bambaşka biri oluyor. Nedense etkileyici... Oysa normalde cidden tipsiz, ben bu Kore erkeklerini hiç sevemeyeceğim galiba:D Ama yine de, "A Gentleman's Dignity"de Jong Hyun'un bembeyaz teni ve kızıl saçlarıyla fena değildi. Kızıl güzel seçim olmuş. Bu da bu gecenin fan girl'lüğü olsun:)

Ekleme: İtunes'tan CNBLUE'nun orjinal albümlerini aldığımdan bahsetmiş miydim bilmiyorum. Bunun sebebi hem iyi bir kulaklık alınca müzik kalitesinin de iyi olmasını istemem, hem de CNBLUE'yu çok sevdiğim için katkım olmasını istemem... Ama ne yazık ki İtunes'un sadece FNC Entertainment'le anlaşması var, Warner Music Japan'la yok! Bu yüzden de benim daha çok sevdiğim Japon albümlerini satın alamıyorum. Google Play Music de Türkiye'de satış yapmadığı için orjinal albüm satın alabileceğim herhangi bir App veya site arıyorum, bilen varsa söylesin. Aslında bu duruma o kadar takılmayabilirdim çünkü zaten ortada "Present" gibi Japon albümlerindeki şarkılardan oluşmuş bir Kore albümü var ve Japon albümlerindeki çoğu şarkılarını Koreceye çevirip Kore albümlerinde de yayınlıyorlar. Ama işte esas sorun da bu çeviri olayı zaten. Hadi Japonca şarkıları Koreceye çevirin, ona lafım yok da İngilizce şarkılardan ne istiyorsunuuuz! İngilizce dinleyiversin Koreliler de, ölürler mi? Şu ara en sevdiğim şarkı olan, dinlemeden duramadığım, ezbere bildiğim One Time'ın sadece Korece versiyonunu satın alabiliyor olmam!!... İngilizce versiyonunu illegal yollarla indirmiş ve oradan delice dinliyor olabilirim ama yine de özellikle o çok sevdiğim gitar solosunu orjinal albüm kalitesinde dinleyemiyorum ki internetten indirdiğimde:( Çocuk gibi mızmızlanıyorum sürekli bu durumla ilgili:D Aslında kendime çok şaşıyorum. Ben hiçbir zaman müziğe bu kadar önem vermedim. Evet müzik dinlerim, herkes dinler. Ama işte o kadar. Müzik benim için ben kafamda kendi kendime monolog veya diyalog yaparken arkada çalan sesti çoğunlukla. Açardım ama dikkat etmezdim, başka şeyler düşünürdüm hep. Ama CNBLUE'yu dinlemeye başladığımdan beri gerçekten MÜZİK dinliyorum. Kulaklıkları takıp, gözlerimi kapatıp sadece müziğe odaklanarak. Bazen sözlere, bazen gitara, bazen bateriye kulak kesiliyorum; bazen de bas gitarı duymaya çalışıyorum o kadar ses arasında... Sadece CNBLUE için de geçerli değil bu durum. Bir milyon yıldır dinlediğim şarkıları sanki ilk defa dinliyor gibiyim. Çünkü artık müziği duyuyorum. Önceden sadece sözleri duyardım, sadece müzik olan kısımları atlardım bile çoğu zaman. Şimdi ilk defa sevgilimin neden müziği bu kadar sevdiğini anlıyorum. Bunu nasıl yaptı bilmiyorum ama bana müziği sevdirdi CNBLUE. İşte bu yüzden de benim için hep çok özel olacak. Sevgilim bu saplantıya iki ay verdi, iki ay sonra hevesim geçermiş:) Evet, belki iki ay sonra şu an olduğum gibi saplantılı olmayabilirim. Ama sanırım her zaman CNBLUE'yu seveceğim.

Ekleme: İçimdeki gizli ergeni ortaya çıkaran CNBLUE... Geçen gün evdeki defterlerden birinin ilk sayfasına CNBLUE yazıp, bir de sticker yapıştırıp CNBLUE şarkı sözü defteri yaptım:D Bluetory albümündeki üç şarkının Korece ve İngilizcelerini yazdıktan sonra aklım başıma geldi:D "Aklım başıma geldi"den kasıt saçma bir şey yaptığımı fark etmem değil, İpod'umun şarkı sözlerini şarkının üzerine ekleyip şarkı çalarken gösterebildiğini hatırlamam:D Şimdilik şarkı sözlerini bulup bulup İpod'a ekliyorum. Zaten sadece üç albüm satın aldım henüz, o yüzden uzun sürmüyor, sadece İngilizce çevirilerine çok güvenemiyorum, o uğraştırıyor. Bunun dışında şu aralar CNBLUE'yla ilgili çok bir şey yok ortalarda. Ben de konserlerini filan dinliyorum bir milyonuncu defa. Marry Him If You Dare izlemem yakındır:D

Ekleme: Bir gün içinde kafamda 2-3 saat CNBLUE hakkında monolog yapabiliyor olmam... Ama o kadar saçma sapan şeyler ki buraya yazamıyorum. Buraya yazdıklarımla kıyaslarsanız ne kadar saçma olabileceğini anlarsınız:D Bu arada Yong Hwa'ya bayılıyorum ya:D Çıktıkları tüm programlarda ciddiliğin, kibarlığın dibine vurup da her konser öncesi/sonrası video'larında veya CNBLUE Cam videolarında yaş seviyesinin 8 civarına düşmesi!... :D Sürekli rap yapmaya çalışması, saçma salak İngilizce konuşma çabaları, kendini oradan oraya atıp komiklikler yapması... Never Stop Documentary sahne arkasının bir kısmında kendini çimlere atıp yuvarlandığı an gecenin (sabahın) altısında kahkahalarla güldüm resmen:D
Bu arada bugün CNBLUE'nun birkaç ay arayla yaptığı üç Japonya konserini izledim arka arkaya. Sürekli de aynı şarkıları söylediler, lanet olsun. Robot ve In My Head sonraki iki-üç saat boyunca beynimde aralıksız çalmaya devam ettiler. In My Head hala ara ara devam ediyor, hadi hayırlısı:D
1 saat sonra: An itibariyle CNBLUE in LA'de de In My Head çalıyor. Sanırım artık şarkı aklıma silinmeyecek şekilde kazındı:D

Heartstrings ve bana kattıkları: CNBLUE!!

Heartstrings... Bu konudan bahsetmeyi ne kadar hevesle bekliyordum. Zihnimden en az 20 tane başlangıç planlamıştım bile ve şimdi bunu yazmaya resmen takatim yok. Hem fiziksel hem ruhsal açıdan... Şu an kendimi normalde olduğumdan farklı hissediyorum. O yüzden yazı stilim değişmiş gibi geliyor ama bilemiyorum. Bu yazı bittikten sonra sevgilime sorarım, ne de olsa bunu bilebilecek tek kişi o:)
14 Haziran cumartesi günü ehliyet sınavım vardı. Direksiyon değil, teorik kısmı.. Bu yüzden de perşembe ve cuma çıkmış soruları çözmeye karar vermiştim. Ama geçen haftaki "İtazura na Kiss" manyaklığımı biliyorsunuz. Animeyi de bitirdikten sonra o hevesle insanların daha çok beğendikleri Tayvan (ya da Tayland. Bu ülkelerden birinden telefon bile satın almış olmama rağmen hala hangisinin hangisi olduğunu ayırt edemiyorum!:D ) versiyonuna başladım. Ama ilk bölümün 20 dakikasını izledikten sonra bölümlerin animeyle neredeyse ortak gittiğini fark ettim. Ve anime bölümleri 25 dakikayken bu 65 dakikaydı! Yani zaten daha izleyeli 1 gün bile geçmeyen bölümlerin (evet animeyi 24 saat içinde bitirdim) daha da uzatılmış versiyonlarını izlemem gerekiyordu. O yüzden de bıraktım ve bu benim için "İtazura na Kiss" manyaklığımın sonu oldu.
Sanırım bu çarşamba günüydü. Çarşamba gününü dışarıda geçirdim. Akşam döndüğümdeyse can sıkıntısıyla yeni bir diziye başlamak istedim. Bazı bloglarda eğlenceli ve hoş vakit geçirtecek bir dizi olarak bahsedildiğini gördüğüm "Heartstrings"e başlamaya karar verdim. O gece diziye başladım. İzledim, izledim, izledim... Uyuduğumda saat 5'ti ve sanırım 6 ya da 7 bölüm izlemiştim. 3-4 saat uyuduktan sonra uyandım ve daha yataktan kalkmadan yanımda duran bilgisayarı açtım ve izlemeye devam ettim. İzledim, izledim, izledim... 11. bölümdeyken bir ara vermiş olmalıyım çünkü sevgilimle konuştuğumu ve ona heyecanla dizide Lee Shin'in sahnede şarkı söyleyip sonra da kızı öptüğü çok romantik sahneyi anlattığımı hatırlıyorum. Sonra tekrar izledim, izledim izledim...
14. bölümde kardeşim geldi yanıma. Ona bir milyon defa Kore dizilerini seveceğini, birlikte izlememizi söylesem de inatla izlemiyordu. Yanımda otururken nasıl olsa sadece şarkı çalıyor diye kulaklıkları çıkardım ve bir yandan onunla konuşurken bir yandan da diziyi izledim. Böylece o da benimle birlikte izledi. Arada ona bazı eski bölümleri açarak konudan bahsettim. Beraber eğlenerek 14. bölümü izledik. Sonra da 15. bölümü, ve final. Gerçi kardeşim sonuna kadar dayanamadı. 15. bölümün ortasında sıkılıp kaçtı ve sadece yarım saat sonra dizinin sonunda nolduğunu sormak için uğradı.
Bu benim Heartstrings'i nasıl 24 saatten kısa sürede izlediğimin hikayesidir.
Dizi bittikten sonra aklımı boşaltıp ehliyet sınavına çalışmak istedim çünkü perşembe akşamı olmuştu ve ben hala çalışmaya başlamamıştım. Bu arada derslere girmediğimi ve bu konuda herhangi bir fikrim olmadığını da belirtmeliyim. Yani çalışmalıydım ama yapamadım. Çünkü hayatımda ilk defa bir dizinin müziklerini bu kadar beğenmiştim. Sadece ve sadece onları dinlemek istiyordum. Hatta diziyi hemen tekrardan izlemek istiyordum. Bunu engelleyen tek şey ehliyet sınavına çalışmam gerektiğini bas bas bağıran sorumluluk duygumdu. Ben de özel bölüm diye geçen bir bölümü izledim ki o da sanırım ilk 8 bölümden bazı sahnelerin birleştirilmesiyle oluşmuş bir bölümdü ve beni biraz tatmin etti. Sonrasında gece olmuştu ve babam yatarken interneti kapatmıştı. Ben de tekrar açmak istemedim, bu yüzden de video izleyemiyordum ama telefonumun internetiyle bulabildiğim TÜM bloglarda "Heartstrings"le ilgili şeyleri okudum, okudum, okudum...
Sonra nasıl olduğunu bilmiyorum, bir anda CNBLUE dinlemeye başladım. Ama buna gelmeden önce... Size "Heartstrings" hakkında benim düşüncelerimi anlatacağım.
Bulabildiğim tüm blogları okuduğumu söylemiştim. Yani neredeyse her blogun diziyi acayip derecede eleştirdiğini biliyorum. Ben böyle düşünmüyorum. Daha doğrusu düşünmüyordum. Şimdi geri dönüp baktığımda o hisleri sisler ardında görüyor gibiyim. Artık benim değiller gibi. Çok geride kalmışlar gibi.
Heartstrings için hayatımda izlediğim en şirin dizi dediğimi hatırlıyorum. Büyük bir heyecanla izlediğimi hatırlıyorum. Evet final bölümünde batırdılar. Saçmalık. Ama kalanı şirindi bence.
Gerçi sevgilimin bir teorisi var: dünyanın en saçma dizisini bile hiç ara vermeden izlersen beğenirsin. Bende de böyle olmuş olabilir:) Ama yine de sırf şu eve götürülüp beslenesi dünya tatlısı şey için bile izlenebilir diye düşünüyorum. Yani düşünüyordum. Şu an fikirlerim biraz değişti ama bu başka bir zamanın konusu...


Bundan önceki kısmı şu andan iki hafta önce; tüm gün eşya paketledikten sonra kolilerle dolu odamda, taşınma yorgunluğuyla bitmiş bir şekilde yazmıştım. Sonrasında çok şey oldu, taşınmamız bir macera, yerleşme(me)miz ayrı bir macera, sonra otel olayı, en son da finalim ve işte burada karşınızdayım:)
O zaman o kadar bitkindim ki düşünmeye bile takatim yoktu. Hatta bu yazıyı nasıl yazabildiğimi bile anlayamıyorum. Ama bundan sonra bahsederim. Şimdi gelelim bu yazının esas konusuna: Heartstrings.
Dizi klasik gençlik dizisi formatında. Konservatuar, yaklaşan bir müzikal, okuldaki kızların ölüp bittiği havalı bir gitarist, nedense kore dizilerinde hep daha kötü daha ezik durumda olan kızımız, bunların önce tartışıp sonra aşık olup sonra araya olaylar girip sonra tekrar barışmaları vb vb... Bunları hepimiz biliyoruz. Bu diziyi benim için sevimli kılan şeylerden biri önceden de belirttiğim gibi Kang Min Hyuk'un oynadığı salak ama sevimli baterist karakteri. Sonra çoğu kore dizisinde olduğu gibi aşırı dramaya, saçma sapan engellere sapmadan, konuyu fazla uzatmadan bitirmiş olmaları. Gerçi üzerinden iki hafta geçtikten sonra düşünüyorum da oğlanın eli sakatlandı, ameliyat, tekrar müziğe dönmek falan, Yeşilçam klişeleri var resmen dizide, daha ne olabilirdi:D Ama izlerken batmamıştı bana. Ya 24 saat içinde peş peşe izlediğim için ya da dizi sevimli karakterleri, güzel müzikleriyle gözlerimi kamaştırdığı için:) İki türlü de, bence bir sorun yok:)
Üzerinden iki hafta geçtiği ve arada başka bir diziyi daha bitirdiğim için (Heirs. Ona da sıra gelecek:) ) şu an çok söyleyecek bir şeyim yok. İkinci bayan veya ikinci erkek karakter diye bir şey koymamışlar diziye. Bence daha da güzel olmuş. Dizinin kötü kadın eksiğini zaten Kang Min Hyuk'un aşık olduğu kız yeterince karşılıyordu. Fazlasıyla tatlı, ilgili ve mükemmel ikinci erkek de benim aklımı karıştırmaktan başka dizide hiçbir halta yaramadığı için olmasa daha iyi. Böylece ikisi arasındaki ilişkiye daha güzel odaklanılmış bence. Gerçi o yönetmen ikinci erkek olacak gibi oldu, olsa da çok güzel olurdu, işler azıcık kızışırdı. Çünkü çok sinir oldum Lee Shin'in kendini bulunmaz hint kumaşı sanmasına, o yönetmen de kıza yazsaydı beyefendinin havası sönerdi, kıskançlık girerdi araya, ohh canıma değsin. Yalnız kendimle çelişiyorum, bir öyle bir böyle:D Ne kadar farklı farklı fikirlerim varsa diziyle ilgili...
Neyse, aklım şu ara çok dağınık. Zaten dizi de böyle bulutların arkasında kalmış, kendimi zorlayarak hatırlamaya çalışıyorum:D O yüzden en iyisi boşveriyim, bu yazı da böyle saçma sapan havada kalan bir yazı olsun:D
Sözün özü: Büyük beklentilerle izlemediğiniz müddetçe Heartstrings güzel, hoşça vakit geçirten, hafif bir dizi. Ben şahsen tavsiye ederim millete, ama "büyük beklentilerle izlemeyin" kısmını vurgulayarak:D Müzikler güzel, aklınıza da takılıyor, zaten yaz gelmiş, boş boş durmaktan iyidir:D Bu yazı da burada biter:)

9 Haziran 2014 Pazartesi

Playful Kiss vs İtazura na kiss: Love in Tokyo vs İtazura na Kiss (anime)

En son 49 Days'i izlemeye çalışıp da çoook sıkıldığım için bıraktığım Kore dizileri sevdama tam gaz devam ediyorum:) Bunlardan önce 4-5 dizi daha izledim ama onlar önemli değildi. Zaten izlediğim her diziyi anlatmıyorum, sadece beni etkileyenleri:)


Bundan önce izlediğim dizilerden sadece "Hanazakari no Kimitachi"den bahsedebilirim. Kore versiyonu sanırım "To the Beautiful You" ama Kore versiyonunu izlemeye gerek duymadım. Zaten "Hana Yori Dango"nun Kore versiyonu olan "Boys Over Flowers'ı da izlemeye başladıktan sonra sıkılıp bırakmıştım. Ben Japonların bu işte çok daha iyi olduğunu düşünüyorum. Bir dizinin hem Japon hem Kore versiyonu varsa kesinlikle Japon versiyonu tercih ederim. Belki de animeler zaten Japon oldukları ve Japonlar animeleri daha aslına uygun uyarladıkları içindir.



"Hanazakari no Kimitachi" hayran olduğu erkeğe yardımcı olmak için yatılı erkek okuluna giren bir kızla ilgili. Sonra birbirlerine aşık oluyorlar filan, klasik şeyler işte. Ama zaten dizinin temel direği kesinlikle bu aşk değil. Aksine ikinci erkek Shuichi Nakatsu ve bir de rakip üç yurdun birbiriyle çekişmeleri. Nakatsu (Soldaki turuncu kafa) görüp görebileceğiniz en tatlı, en şebelek karakter. Ashiya'nın kız olduğunu bilmemesine rağmen ona aşık olup, kendini gay zannettiği için de dizinin sonun dek kafayı yiyen, bizi de kahkahalara boğan bir tip:) Ben Ashiya'nın yerinde olsam kesinlikle onu seçerdim hani... Bunun dışında dizinin acayip derecede Hababam Sınıfı havası içermesi de diziyi sevmemi sağlayan şeylerden. Evet 3 rakip yurt var, sözde birbirlerini alt etmeye çalışıyorlar ama her sorunda da birbirlerinin yanındalar. Bence çok samimi, çok tatlılardı. Tekrar izleyebileceğimi düşündüğüm tek Asya dizisi mi acaba... Şu an düşündüm de, neden olmasın?:)

Evet, esas konumuza gelecek olursak... Bu "Playful Kiss"in adını bir aralar çok fazla duymuştum, o kadar ki kendisi benim izlemeye çalıştığım ilk Kore dizisidir. Tabi o zamanlar Kore dizilerinin havasına yabancıydım, ilk 10 dakikaya zor katlanıp "Bu ne saçma şey" diyerek bırakmıştım diziyi:D Sonra "Güneşi Beklerken"in etkisiyle kendimi bir anda olayın içinde buldum, bir baktım ki alışmışım:) O yüzden son komite sınavıma 2 gün varken (yani vücudum sınava çalışmak yerine yapabileceği her aktiviteyi yapmaya yöneliyorken) kendimi diziye başlamış buldum.
Evet ilk 5 dakikanın saçma sapan bir hayalden oluşması hala sinir bozucu. İlk bölüm tamamen sıkıcı, hatta bir ara ikinci defa ilk bölümden bıraksam mı diye düşünmedim değil ama kızın oğlanın evine taşınacağı sahnenin gelmesini bekleyerek izlemeye devam ettim. İyi ki de devam etmişim diyebilirim:) Bunu "Playful Kiss"i çok beğendiğim için değil, beni Japon versiyonuyla ve animesiyle tanıştırdığı için söylüyorum:) Yaşasın Japonlar!!:D
Diziye dönecek olursak... Oh Ha-Ni lisenin ilk gününden beri okul birincisi Baek Seung-Jo'ya aşık bir kızdır. Okulun en kötü sınıfında olmasına rağmen neyine güveniyorsa gider çocuğa aşk mektubu yazar ve karşılığında topluluk önünde aşağılanma ve mektubu için de D- alır, ki şahsen ben bunu çok komik buluyorum:D Seung-Jo aptal kızlardan nefret ettiğini belirtir (ki aynen katılıyorum) ve Ha-Ni aşkını ve aşağılanmasını içine gömüp çocuğu unutmaya karar verir. Ta ki evlerinin bir depremle yıkılması sonucu kendini babasının eski en yakın arkadaşının, yani Baek ailesinin evinde bulana dek. Sonra olaylar olaylar, sonu tabi ki mutlu son.
Diziyle ilgili yorumlarıma ilk olarak dizinin adından başlayacağım. "Playful Kiss"???? Pardon ama bunun için dizide azıcık öpüşme sahnesi olması gerekmiyor mu? Korelilerin ve Japonların en katlanamadığım özelliği bu. Dizilerde yeterince öpüşme sahnesi yok! Hadi normalde bunu kabulleniyorum da adı "hınzır öpücük" olan bir dizide de böyle yapılmaz ki. Bir de öpüşme sahnesi koymakla ilgili bir sıkıntıları yok, belli. Kız her bölümde en az bir defa rüyasında çocukla öpüşüp durdu çünkü, hayır bunu gerçekte yapsanız da azıcık insana benzeseler?! Evlendikten sonra bile kardeş kardeş takıldılar ya ben ona uyuz oluyorum. Bunlar 18-20 yaşlarında (dizide sözde iki yıl geçmiş olmalı da) birbirlerine aşık iki genç. Tamam çocuk soğuk nevale, kız da azıcık aptal ama yine de bu kadar olmaz bence. Bari gerdek gecesinde doğru düzgün öpüştürseydiniz şunları, dudakları birbirine değdiii (buna öpüşmek diyorlar, evet), sahne atladı resmen. Grrr, uyuz oluyorum! Karakterlerin insan gibi davrandıkları tek sahne bu yağmur altındaki ilan-ı aşk öpüşmesi. 13 bölümün sonunda doğru düzgün duygularını açtı ya soğuk nevale oğlumuz, rahatladım.
Bu arada kızın aptal ve sırılsıklam aşık olması bilinen bir gerçek ve dizi süresince beni nedense çok sinir etmemişti ama ne zaman ki dizi bitti özel bölümleri izlemeye başladım, kıza uyuz oldum. Hayatımda gördüğüm en yapmacık, en gurursuz, en yavşak karakter! Her hareketi beni delirtmeye başladı bir noktadan sonra. Hala daha çocuğun neden buna aşık olduğunu anlayabilmiş değilim, anlayan varsa açıklasın.
Oğlumuza gelince o da uyuzluğun zirvesinde, kendini beğenmiş, kaba, ruhsuz bir şey. Ama arada bir kızla dalga geçip gülümsedikçe içindeki insanı gördük, güzel oldu. Hayır ergenimizin derdi de şu: "Ben her şeyi çok kolay öğreniyorum. Artık öğrenecek bir şeyim kalmadı. Hayat çok sıkıcı. Puff." Bunu söylerken de henüz 18 yaşında olması düşündürücü.. Sonradan keşfetti ki küçük bey, tıp dünyası hakkında bir şey bilmiyormuş, allah allah ne kadar ilginç! Sonra da tıpa yöneldi ki dizinin tıpla ilgili HER BİR KISMI inanılmaz saçma! Belki de kendi alanım olduğu için bu konuda biraz hassasım ve zaten hiçbir dizi tıp öğrenciliği konusunda iyi bir şeyler ortaya çıkaramıyor çünkü hala anlayamadıkları şey tıp öğrencilerinin bir dizi karakteri olabilecek kadar boş olmadığı! Ama bu dizi saçmalığı bir adım öteye taşıdı; çocuk tıp okumaya karar verdikten beş dakika sonra biyokimya testleri yorumluyor, miyokart enfarktüsü tanısını koymayı geçtim tedavisi için doktora önerilerde bulunuyordu ki kendisine bir tarafımla güldüm çünkü tıpta 3. yılımı bitirdim, hala daha tedavi yöntemlerini ben görmedim, kendisine vahiyle geldi heralde:D
Kıza ve oğlana bu şekilde nefretimi kustuktan sonra bir de şunu belirtmek istiyorum. Korelileri güzel/yakışıklı bulmadığımı fark etmiş bulunmaktayım. Bu da şu şekilde oldu; normalde ben kore dizisi izlerken arada başka dizi/film izlemem çünkü zaten 1-2, sınav haftasıysa 3-4 günümü alıyor diziyi bitirmek; arada başka şey izlemek saçma. Ama bu sefer valiz hazırlamam gerekiyordu ve ben valiz hazırlarken ses olsun diye film izlerim hep. Ama ne yazık ki Korecem bir kaç kelimeyle sınırlı olduğundan altyazılara bakmadan anlamam imkansız, bu yüzden de iki tane Amerikan filmi izledim valiz hazırlarken. İzlediğim filmler de saçma sapan Disney filmleri bu arada, öyle aman aman çok güzel/yakışıklı oyuncular yok yani. Ama yine de araya bu iki Amerikan filmi girince tüm Koreliler bana bir çirkin, bir tipsiz geldi ki sormayın:D İlla o gözler maviş maviş bakacak, saçlar gözlerimin alıştığı gibi sarı sarı parlayacak. Oh be, neymiş öyle çekik göz, sarımsı ten, siyah saçlar... Yüz yapıları, burun yapıları bile bizden farklıymış, arka arkaya görünce anladım. Bundan önce kızı tatlı, çocuğu da az biraz yakışıklı buluyordum; bu olaydan sonra silindi tabi:D Ama az önce buraya koymak için resim ararken tekrar baktım da, çocuk fena değilmiş aslında:D Kim Hyun-Joong bu arada baş karakterin gerçek adı. Baya beğenilen bir oyuncuymuş sanırım, SS501 diye grubu mu ne varmış bir de.. Beğenilen erkekler bunlarsa bu Kore'de iş yok, yurdum erkekleri daha tatlı (mesela sevgilimmm:) )
Arada yağcılığımı da yaptıktan sonra diziyi yorumlamaya devam edebiliriz:) Burada da ikinci erkeğimiz Bong Joon-Gu çok tatlı, eğlenceli bir karakter. Zaten şu dizilerde ikinci erkekleri bizim aklımızı karıştırmak için mi böyle yaparlar bilmem. Bence hepsi daha tatlılar ama yine de hepsi kaybetmeye mahkumlar. Dizinin animeden alıntı olduğunu Joon-Gu karakterinden, ha bir de Seung-Jo'nun annesinden anladım. Tam animelik karakterler, ikisi de çok eğlenceli:)

Şimdiiii, esas anlatmak istediğim diziye geldik!:) Bence bu çekişmenin açık ara galibi olan "İtazura na kiss: Love in Tokyo"ya. İlk olarak ad-dizi uyuşmazlığı olayı kesinlikle bunda da var. Öpüşme sayıları tam olarak aynı, gerçi yağmur altındaki sahnede aşkını ilan ettikten sonra bir öpücük daha kondurarak insana daha çok benzeyip benden aferini kapmıştır kendisi:) Adının oluşturduğu beklentiyi karşılamayı animeye bıraktım zaten artık, çünkü "Hana Yori Dango"da da dizide eli eline değmezken animesi "Aşk-ı Memnu" çekmişti resmen, o yüzden umudum yüksek:D Hayır bunları söyleyince de acayip öpüşme meraklısı gibi görünüyorum ama bence gerçek hayatta nasıl oluyorsa öyle olmalı bu işler. Ve gerçek hayatta kesinlikle böyle olmuyor. Tabi bir de dizinin adını böyle koyduktan sonra dalga geçer gibi bunu yapmalarına uyuz oluyorum hepsi bu. Yoksa dizide iki ergen öpüşmüş öpüşmemiş bana ne...
Neyse, tavrımı koyduktan sonra belirtmek isterim ki "Korelileri beğenmiyorum" dedikten sonra bunlara ne desem boş:D Aslında kızın yüzü çok tatlı, ama o kulaklar!! Çok mu aramışlar bu kadar kepçe kulaklısını yoksa dizide lafı geçmemesine rağmen Kotoko'nun kepçe kulaklı mı olması gerek çünkü 96 yapımı ilk dizide de Kotoko kepçe kulaklı. Tesadüf mü? Aslında bu kızla ilgili bir durum değil, kendisi rahatsız olmuyordur, yaptırmamıştır kulaklarını. Zaten daha 16 yaşında ufacık kız, onun neyine estetik. Ama hangi gerizekalı dizinin HER HER HER sahnesinde kızın saçlarını ya taçla, ya bağlayarak kulaklarının arkasına tutturmuş onu anlamadım. Hele son bölümlerde kızın arkasından ışık gelip de kulağını kırmızı kırmızı fosforlu parlıyormuş gibi gösterince... Anlatılmaz yaşanır, berbat.
Zaten dizinin ışıkla ilgili olayını anlamadım. Marjinallik yapmak için mi tüm ışıkları karakterlerin arkasından gelip yüzleriyle birleşip yüzlerini net göstermeyecek şekilde yaptınız? Tüm perdeler, sokak lambaları, evdeki lambalar, her türlü ışık kaynağı benim sinir bozucu bulduğum bir çekim yöntemiyle gözlerime gözlerime parladı. Tekrar, grr!
Naoki'yle ilgili söyleyecek çok bir şey yok, tatlı bence. Ama dizi boyunca çocukta o kadar "kendini büyük göstermeye çalışan ufak tatlı çocuk" edası vardı ki biri onun şu kaküllerini karıştırsın da yüzündeki o ciddi ifadeyi bozsun diye bekledim durdum. Diziyi bitirdikten sonra "adamın" 87 doğumlu olduğunu öğrenmemle de bu fikir suya düştü:D Adama ne kadar makyaj yaptılarsa artık, bildiğin 16-17 görünüyordu. Kızla arasında 10 yaş fark olduğu hiç belli olmuyor, hatta ben kız daha büyük diye bile düşünmüştüm...
Genel eleştirilerimi geçtikten sonra dizideki ennn sevdiğim şeyi anlatıyım. Dizinin tüm karakterlerinin görünüşleri, davranışları, yüz ifadeleri, sesleri; dizinin çoğu sahnesinin çekimi; olayların gidişatı; her şey her şey her şey "ben bir animeyim" diye bağırıyordu. Çoğu sahnede zihnim diziyi kendi kendine animeye dönüştürdü, o kadar barizdi anime olduğu. Ve belki de bu yüzden ben bu karakterleri çok çok çok daha fazla sevdim:) Hani klasik anime başrol kızı vardır ya. Azıcık salak olur, herkes tarafından dalga geçilir, buna çabuk sinirlenir ama kalbi temizdir, sinirli kalmaz, iyi niyetlidir, herkese yardım etmek ister, hep de yüzüne gözüne bulaştırır ama herkes ister istemez sever onu. İşte Honoka Miki bunu o kadar güzel yapmış ki kızı sevmemek mümkün değil. Hatta ben Honoka Miki'nin anime izleyerek büyüdüğünü düşünüyorum çünkü kaşını gözünü ağzını her türlü tuhaf anime mimiği yapmada kullanabiliyor. Kız hani şu "Şimdi çok öfkelendim" yüz kararmasını ve "Bunu çok pis ödeyeceksin" kalınlaşmış kısık kahkahasını ve sesini yaptı ya, o an anladım bu diziye aşık olduğumu.
Kızı ne kadar çok sevdiğimi bu şekilde anlattıktan sonra oğlana geçersek... En baştan beri Kore versiyonundakinden çok daha tatlıydı, daha yardımseverdi, kıza karşı en baştan çok daha ilgiliydi. Son 4 bölüm iş hayatına atıldı, sarardı soldu yavrucak, yüzü gülmez oldu, bizim de kızın da içini sızlattı. Neyse ki son bölümde kendine getirdiler. Ha bu arada bu dizinin en büyük eksisi evlilik hayatlarına hiiiç değinmiyor olması. Gerçi ikinci sezon dedikoduları dolanıyor ortalıkta ama çıkar mı, çıkarsa ne zaman çıkar bilmiyorum. Ama evlilik hayatları demek bu dizinin de tıp dünyasına adımını atacağı demek olduğu için aman eksik kalsın. Bu diziyi de kötü anılarla bozmayalım, böyle güzel hatırlayayım nolur...
Sanırım anlatmak istediklerim bu kadardı... Bu kadar dediğim şey de muhtemelen kimsenin okumayacağı uuuuuuuupuzun bir yazı oldu ama napalım, aklımdan geçenler bu kadarmış:) Şimdi sıra animesinde, en çok onu seveceğimden eminim, belki bitirince edit yapar, ondan da bahsederim. O zamana dek... Ağzımı kapattııım!:)
Edit: Sevgilim bu destan gibi yazıyı editlemektense direkt kitap haline getirmemin daha mantıklı olacağını söylese de kendime engel olamadım. "İtazura na Kiss"in animesini az önce bitirdim ve söyleyecek bir kaç lafım var. Öncelikle: Kesinlikle, kesinlikle, kesinlikle izleyinnnn!
Sonra: Hem Kore hem Japon versiyonlarının birleşimlerinden oluşuyor, ki esas olanı bu olduğu için ben olayların buradaki gidişatını daha çok sevdim doğal olarak. Sadece o çok sevdiğim "aynı yatakta uyuma" sahnesi yoktu, ama bu kadar kusur kadı kızında da olur:) Adının beklentisini bu da karşılamıyordu ama nedense diğerlerindeki gibi batmadı gözüme. İlişkilerinin içeriği, gidişatı çok daha güzel işlenmişti çünkü. Zaten içimi titreten romantik sahneler için 18. bölüm diyorum. Her ne kadar ilk "ikinci erkek" Kin-chan insanı tiksindirecek kadar yapışkan ve sinir bozucu olsa da ikinci "ikinci erkek" Keita, yani bu içimi titreten sahnelerin sahibi, mü-kem-mel-di! Evlilik hayatlarını izlemek çok güzeldi, özellikle de özel bölüm diyebileceğim 25. bölümde en sonunda Naoki'nin de kıza aşık davranışlarını gördüm de mutlu oldum:) Son bölüm diyebileceğim 24. bölüm ise ağlattı, güldürdü, duygulandırdı. İzlediğim bu üç versiyon içinde en beğendiğim, en sevdiğim, en izlenmesi gerektiğini düşündüğüm budur. Benim düşüncelerime önem veren birileri varsa... :)