15 Şubat 2014 Cumartesi

Sevgililer Günü vol.1

Bir konuda biriyle konuşmaya çok ihtiyacım var ama konuşacak kimsem yok! Sevgilimle konuşamam çünkü konu onunla ilgili ve onu kırmak istemiyorum. En iyi arkadaşımla da konuşamam çünkü şu an kendisi bu konuda konuşmak isteyeceğim en son kişi!
Uzun süredir aralarını yapmaya çalıştığım çocukla çıkmaya başladılar ve bir anda hayatından atılmışım gibi hissediyorum. Artık benimle çok vakit geçirmiyor; aramıyor; grup buluşmalarında sürekli sevgilisiyle baş başa konuşup, yürüyüp aramıza mesafe koyuyor. Bu durumdan nefret ediyorum çünkü ben 2 yıldır ilişkimde hiç böyle birşey yapmadım. Ben ve sevgilim her zaman grup içinde takıldık, sürekli birbirimizden çok milletle konuştuk. Grup dışında sevgilimle buluşmaların yarısında en yakın arkadaşımı da yanımıza aldım. Çok özel olmadığı takdirde ilişkimin çoğu olayını ona anlattım, fikir danıştım. Şimdi o beni ilişkisinden ve hayatından dışlıyor ve bu beni çok kırıyor!
Neyse, konumuz bu değildi. Olayımız sevgililer günü... Aslında birkaç gün önce sevgililer gününün nasıl geçmesini istediğime dair kafamda canlanan hayalleri anlatacaktım size. Şimdi iyi ki anlatmamışım diyorum. Bir de ondan pişmanlık duymak vardı şimdi...
2 hafta önceden her şey planlıydı; mekan seçilmişti, sevgilimle benim alacağımız hediyeler kafamızda belirlenmişti. Ben de bu belirlenen şeylere göre hayaller kurmuştum. Oysa sevgililer gününden 4 gün önce sevgilimin söylediği bir şeyden dolayı ikimizin de aynı hediyeyi hazırladığını anladım ve doğal olarak çok panik oldum. Bunun üzerine ikimiz de söylemek zorunda kaldık hediyelerimizi ve sonra...
Hediyeleri bu şekilde mahvettikten sonra olaylar olaylar... Sevgilimin morali bozuldu ne alacağı konusunda, o böyle yapınca benim de moralim bozuldu, "hediye almayalım" kararına vardık 2 gün önce. Ama sonra sevgilimin hediye alacağını çaktım ve son gün ona kalp şeklinde kurabiyeler yaptım; kalpli bir kutuya koydum; kalp şeklinde notlara böyle romantik, kızsal şeyler yazdım; kutuya katman katman yerleştirdim ve voila!
Sevgililer günü sabahı günlerdir kısa kolluyla dolaşabildiğin güzel şehrimde fırtına vardı! İşaretlere inanır mısınız? Fırtınayı gördüğüm an bunun bizim için bir işaret olduğunu anladım. Fırtına yüzünden okula gitmedik; arkadaşlarla buluşup salak aile hekimliği ödevini yapacaktık, onu iptal ettik. Böylece benim aslında içten içe istediğim gibi sevgililer gününü sabahtan akşama kadar sevgilimle baş başa geçirdim:)
Sonra tabi ki yağmur yüzünden çok ikilemde kaldık, aslında gitmek istiyorduk ayarladığımız yemeğe ama ikimiz de mıymıntı insanlar olduğumuz için bu yağmurda cesaret edemiyorduk. Benim elbisenin uzun olması ve içki içeceğiniz için arabayla gidemiyor olmamız da tabii caydırıcı şeyler... En son gitmeye karar verdik ama bu sefer de sevgilimin morali bozuktu. Biraz üsteleyince bunun ona yaptığım hediye yüzünden olduğunu öğrendim!
Şu aralar sevgilim istiyor diye yemek yapmaya başladığımdan, her özel günde bir şeyler yaptığımdan bahsetmiştim. Anlaşılan o ki sevgilimin ailesi o bana maddi hediyeler alırken benim ona böyle beyler yapıyor olmamı çok hoş karşılamıyorlarmış. Daha doğrusu bunları hediyeden bile saymıyorlarmış. Aslında düşünüyorum da; tanışma yıl dönümümüzde puzzle vardı, çıkma yıl dönümümüzde (ki aynı zamanda onun doğum günü) bir şey almamıştım evet ama yaptığım pasta alabileceğim çoğu şeyden daha çok paraya ve on kat fazla zamana mal olmuştu, yılbaşında gelenekleşmiş olarak Ntv'nin Fotoğraflarla Bir Yıl'ını almıştım, sevgililer gününde bir şey almadım. Yani henüz...
Bu arada o bana ömrümde gördüğüm en benim tarzım olmayan kolyeyi almış, tabi ki en yakın arkadaşımın tercihi. Belli çünkü tamamiyle onun tarzı. Gümüş olduğu için sevgilim beğenmediğimi anlayınca değiştirmem konusunda ısrar etti, sonuçta sürekli takabileceğim bir şey olmalıydı. O yüzden de gidip onun diğerini alırken beğendiği çok tatlı bir kolye aldık:)
Bu aradan ben hep "keşke sevgilim de benim için bu kadar uğraşıp maddi olmayan bir şey yapsa" diye düşünürüm. Yani ailesinin düşüncesini bir türlü aklım almıyor! Özellikle de benim ailemin her bir evli kadın bireyi bana hediyelerimi bu kadar uğraşıp kendim yapmam konusunda kızarken... Onlara göre böyle şeyler yapmak erkeği şımartmak; "ben sana hizmetçi geliyorum" imajı yaratıp, senden sürekli bunları beklemesine sebep olmakmış... Neyse, artık herkes rahat edebilir, bir daha böyle hediyeler hazırlamayacağım! Maddi hediyeden kolay ne var...
Hikayeye geri dönersek... Ben bunu öğrendikten sonra hediye alma olayını iptal etmeden önce almayı düşündüğüm ama birazcık pahalı olan bir şeyi almaya karar verdim. Bunun üzerine hazır bahane olarak yağmur da varken mekanı arayıp iptal ettim rezervasyonumuzu. Sevgililer günü olduğu için öyle pahalı fiks menüler koyuyorlar ki hem hediyeyi alıp hem mekana gitmemiz bütçemizi fazlasıyla sarsacaktı. Tabii ki mekanı iptal eder etmez pişman oldum, sonuçta 2 haftadır hayal ettiğim bir şeydi. Sevgilim bana söylediği şey yüzünden moralim çok bozulduğu için iptal ettiğimi düşünmüştü, sonra bunu para meselesi yüzünden yaptığımı öğrenince bana çok kızdı ve hemen mekanı tekrar arattırdı ama bu 10 dakika içinde yedektekilerden birini aramışlar bile. Ve işte iki haftalık planımızın ikinci aşamasını da böyle bozmuş oldum :D
Yazmaktan kolum ağrıdı, hikaye burada kalsın. Ertesi yarın... :)

8 Şubat 2014 Cumartesi

Eğreti bir yazı...

Hayat cidden sıkıcı... Tatilimin neredeyse sonuna geldim, ne yaptım diye dönüp baktığımda işe yarar hiçbir şey sayamıyorum. Bol bol alışveriş; kuzenimle, arkadaşımla dışarıda biraz vakit geçirdim; kardeşimle çoğu çocuk filmi olan bir sürü film izledim; önceden okuduğum bir iki kitabı tekrar okudum. Başka? Hani kayak yapacaktım bu kış? Yine planlarımı gerçekleştiremedim... Her yarıyıl tatili boşa gidiyor gibi geliyor bana. İki şehir arasında sıkışmış geçen bir iki hafta daha...
Ahmet Ümit'in Kukla'sını bitirdim bu arada. Sonu her Ahmet Ümit kitabında olduğu gibi tahmin edilebilirdi. Olayı baş karakterden önce çözmenin oluşturduğu bir ufak gülümseme... Bunun üzerine bilinmezliği, finalde şaşırmayı özledim. Ve Agatha Christie okumaya başladım. Ortaokul, lise yıllarımın güzel kitapları... Tabii okumadıklarını okuyorum ama hepsinin tarzı aynı sonuçta değil mi? Hercule Poirot ve muhteşem zekası... Sanırım hiçbir zaman ondan önde olamayacağım.
Çalıkuşu'nu tekrar okuduktan sonra bir de Aşk ve Gurur'u tekrar okuyayım dedim. Ne de olsa iki en sevdiğim kitap... Birini okumak diğerini anımsatıyor bana. Ama Aşk ve Yaşam'ı izledikten hemen sonra okuduğum için mi oldu bilmiyorum; bu sefer Elizabeth Bennet'i çok sığ, neredeyse en küçük iki kardeşi kadar sığ buldum. Dediğim gibi, belki Elinor Dashwood'dan hemen sonra gördüğüm içindir. Herkesin onun kadar olgun olmasını bekleyemeyiz tabii... Ama Jane Austen'in Elizabeth Bennet'i biraz kayırdığı görüşüne kapıldım bu okuyuşta. Ki Elizabeth Bennet'de kendini anlattığı iddiasına inanırsak Jane Austen'in biraz kendini beğenmiş olduğunu bile söyleyebilirim. Neyse, çok ileri gitmek istemiyorum, şu ara huysuzluğumun zirvesindeyim, muhtemelen fazla hoşgörüsüz davranıyorum.
Aslında Sevgililer Günü hakkında yazmak istiyordum ama bir sonraki yazıma kalsın. Şimdi bir otelde, azıcık eğreti bir şekilde ve yine tablette yazıyorum bu yazıyı. Bu arada tabletin kalemiyle el yazısı yazarak 10 parmaktan daha hızlı ve düzenleme sorunu olmadan yazabileceğini farkettim. Tabletimi şimdi daha da çok seviyorum:)
Sonraki yazıma dek, au revoir!