30 Haziran 2012 Cumartesi

Kalp Kırıkları

Tatile girdiğimde ne düşünmüştüm biliyo musun? Buraya "sana" yazacaktım, "senin için" yazacaktım... Zaten sen bakmazsın buraya, tatil sonunda gösteririm, mutlu olursun diye düşünmüştüm. Hani şu senin eski günlüğüne yazdıklarım gibi... Sonra babaannemin olayı olunca vazgeçmiştim bu düşünceden.
Şimdi, sen benden nefret ediyorsun ben ise burada oturmuş "neden bunları paylaşacak hiç arkadaşım yok" diye düşünüyorum. Şu son 8 ay o kadar "seninle dolu" geçmiş ki şimdi dönüp baktığımda "seni" konuşacak "senden başka" kimsem kalmamış. Kimseye anlatmamışım ki yaşadıklarımızı. Karı-koca arasında yaşananlar   karı-koca arasında kalır diye... Kimseye "sana" olduğum kadar yakın olamamışım ki. Bu beni çok mutlu ediyordu, şu ana kadar... Şimdi "sen" bana bu kadar kızgınken, benimle konuşmak bile istemezken omzunda ağlayacak kimsem yokmuş, kimsem kalmamış. Ben de "sana" anlatıyorum derdimi...
O kadar ağlamak isterdim ki şu anda. Ama bir evde misafirken insan kendiyle baş başa bile kalamıyor ki hıçkıra hıçkıra ağlayabilsin... Banyoda ağlayabildim bir tek, suyu açtım, onun sesine güvenip ağladım... Yaşadığım pişmanlıklar için; "sana" yaşattığım hayal kırıklıkları için; yaptığım, "seni" üzen herşey için... oysa hayatta en çok istemediğim şey bu biliyor musun? "Seni" üzmek... Sevgilimi, dostumu, kocamı, sırdaşımı, bazen omzuna yaslayıp ağladığım, bazen beraberce kahkahalarla güldüğümüz adamı, ilk aşkımı, son aşkımı, hayatımda gördüğüm en iyi insanı, "seni" üzmek...
Beni en çok üzen, kalbime durmaksızın saplanan hançer ne biliyor musun? Hani dedin ya: "Ben sana anneme babama bile güvenmediğim kadar güvendim, şimdi her sözünü sorguluyorum" işte bu. Aklımda bu lafın dönüyor sürekli, kalbim hançerden bin bir parça... Ben bunu "sana", bana bu kadar güvenen birine nasıl yapabildim, nasıl kırabildim bana olan güvenini? İşte beni öldüren bu.
Hani bir kural vardır ya, bilir misin bilmem? Evlilikte kocanla ne kadar kavga edersen et yatağa küs girmeyeceksin. İşte biz şimdi bu kuralı yıkıyoruz sevgilim. Bak, küs giriyoruz yatağa.. Ama ne var biliyor musun? Ben her gece yaptığım gibi "seni" yanımda hayal ederek uyuyacağım bu gece. Yanımda "sen" olmadan hiçbir gece geçirmedim ben. Hep "seni" varsaydım yanımda, bana sarıldığını, "İyi geceler karıcım" dediğini... Bu gece de değişmeyecek bu. Hatta sanırım hiçbir gece değişmeyecek, benden ayrılsan bile...
Daha bu akşam demiştin ya bana "Seni düşünmediğim, seni yanımda varsaymadığım bir saniyem bile geçmiyor" diye. Ben de demiştim ya hani "Saplantılısın yani" diye. Asıl ben saplantılıyım sevgilim, asıl ben saplantılıyım. "Sen" bilmiyorsun bunu. Bilmiyorsun "seni" ne kadar sevdiğimi, anlamıyorsun. Gerçi bugünden sonra fark etmiyor değil mi "senin için"? "Seni" ne kadar sevdiğimin bir önemi yok artık, hiçbir zaman da olmayacak. Oysa ben burada sonsuza dek, hep "seni", yalnız "seni", en çok "seni" seveceğim. "Sana" yemin ettiğim gibi, başka kimse bakamayacak gözlerime "senin gibi", tutamayacak ellerimi, dokunamayacak bana "senden başkası". Sadece "sen", yalnızca "sen", hep "sen"...
Ağlayamamak çok koyuyor insana sevdiğim. Bu yazıya başladığımdan beri her an fışkırmak için zorluyorlar gözlerimi göz yaşlarım, her an ortaya çıkmaya hazır hıçkırıklar dizildi boğazıma. Kendimi tutmaya çalışıyorum, bu kadar zorlamaya rağmen arada bir birkaç damla göz yaşı dökülüveriyor gözlerimden. Hıçkırmamak için dudaklarımı ısırıyorum kanatırcasına, bilirsin kendi canımı acıtabilirim ben. "Sana" söz verdim bir daha yapmıcam diye... Ne demiştin, "Ben buna değmem" mi? Oysa anlamıyorsun, bazen kendi canını kendin yakmak bir başkasının yakmasından daha az acıtıyor. En azından kalbim sızlamıyor, ellerim kanarken duruyor kalbimin sızısı. Gerçi şu anki sızıyı dindirebilecek bir acı düşünemiyorum. Belki de kalbimi kanatmak bu sefer... Belki o şekilde diner bu sızı. Ama bende onu yapacak cesaret var mı?

26 Haziran 2012 Salı

Babaannem

Bugün babaannemden bahsetmek istiyorum. Kendisi 79 yaşında, şimdiye dek çoook şey yaşamış biri. O daha çocukken ölmüş annesi, babası da yeni biriyle evlenmiş. Hiç sevmemiş onu üvey annesi, bir sürü erkek kardeşinin arasında tek kız olduğu için o yapmış hep evin işini. Ayağının baltayla yaralanması da o günlere denk geliyor sanırım. O yüzden hiçbir zaman yardımsız yürüyemez babaannem. Hele son zamanlarda kemik erimesi çıktığından beri hiç...
Babaannem gelinlik yaşa geldiğinde üvey annesi onun hakkında dedikodular çıkarmış köyde, bu yüzden kimse almamış babaannemi. En son 19 yaşında dedemle evlenmiş işte. Genç yaşında prostat kanserinden ölen, hiç tanımadığım dedemle... Oysa babası o zamanlar Konya'nın büyük kısmına sahip olan, kadı torunu, sarışın mavi gözlü güzel babaannem bundan çok daha iyi bir evlilik yapabilirmiş kuşkusuz. Kendi zenginliğine, kendi güzelliğine denk bir evlilik... Ama olmamış. Dedemle mutlu oldular mı, bilmiyorum. Ama halamlar der ki dedem hep el üstünde tutarmış babaannemi, her istediğini yaparmış. İşte bu yüzden de halamlar çok acı çekmiş.
Babaannem hep tembel biriymiş. Daha genç ve sağlıklıyken bile hastayım diye otururmuş baş köşeye. Halamların okula devam edebilmesi için şart koymuş: "Benim evimin işini yapsınlar da gidebilirler okula" Halamlar daha ilkokula giderken başlamışlar ev işlerine. Yemek, temizlik, bulaşık, çamaşır; evin her işini onlar yapıyormuş. Belki de bu yüzden yaşlı ve hastayken iki halam da bakmak istemedi ona.
Sanırım babaannemden en çok annem çekmiş. Zaten geçen gün yoğun bakımda yatarken helallik istemiş babaannem annemden, "En çok sana yük oldum" demiş. Haklı da... 22 yıllık evliliklerinde hep yanlarındaydı. Daha evlenir evlenmez aynı evde yaşamaya başlamışlar. Ne zaman kalkacaklarına, ne zaman duş alacaklarına bile karışıyormuş babaannem. O zaman sağlığı da yerindeymiş tabi, az çektirmemiş anneme. Herkes der ki annemde peygamber sabrı varmış. Hem babaanneme hem de her daim agresif ve şımarık kardeşime katlanabildiği için... Evet öyledir annem, kimse onun kadar katlanamazdı bu şeylere.
Babaannem çok çekmiş. Küçüklüğünde üvey annesinden, gençliğinde kaynanasından... Ama çok da çektirmiş bu yüzden. Kızlarını nefret ettirmiş kendisinde. Üç oğlunu ise çok sevmiş. Hele en büyük iki oğlunu, iki amcamı, ailenin hayırsızları olmalarına rağmen, kaç defa aile işlerini batırmalarına rağmen, kendisini o kadar arayıp sormamalarına rağmen çok sevmiş.
Bunlar hep bana sonradan anlatılanlar. Babaannemin çektiklerini de çektirdiklerini de başkalarından duydum ben. Benim tanıdığım babaannem ise melek gibi bir insandı bana göre. Torunları arasında en çok beni sevdiği ve bunu her yerde belli ettiği içindir belki de. Görünüş olarak ona çok benzediğim için seviyor beni, çok sevdiği küçük oğlunun ilk kızı olduğum için, ailenin en başarılısı olduğum için. Evet belki diğer torunlarına haksızlıktı bu ama ben bunun farkına varana kadar çoktan yoğun bir babaanne sevgisi kök salmıştı içime.
Ve şimdi, o ölmek üzere. Bunu kesin bir şekilde bilemeyiz tabi, ne de olsa iki defa bitkisel hayata girip doktorların "artık uyanması çok düşük ihtimal" dediği anda uyandı o. Doktorun "masada kalır" dediği mide fıtığı ameliyatından kalktı o. Böbrekleri, safra kesesi olmamasına; diabeti, hipertansiyonu ve kolesterolü olmasına rağmen yaşadı o. Evet, bir poşet dolusu ilaç alıyor; evet, haftada üç kez dialize giriyor; evet, aslında sadece doktorlar sayesinde yaşıyor ama yaşıyor işte. İki hafta önce anjiyo oldu yeniden. Daha önce de olmuştu, midesine giden damarlar tıkanmıştı. Hala da tıkalı biri, diğeri ise %30 açık sadece. Neyse işte, tekrar anjiyo oldu, kalpten çıkan damarlar tıkalıymış, bypass olması gerekiyormuş. Olmazsa kalp krizinden ölür diyor doktoru. Ama olursa da kaldıramazmış vücudu. Antalya'da, Isparta'da, Ankara'da; bulabildiğimiz tüm doktorlarla konuştuk. Hepsi sözlemiş gibi aynı şeyi diyor: "Vücut vadesini doldurmuş."
Bunu duymak o kadar kötü ki... Evet biliyoruz herkes bir gün ölecek. Ama insan hiçbir zaman hazır olamıyor işte, hiçbir zaman sevdiğinden vazgeçemiyor. Sonra babaannemin kötüleştiği haberi geliyor. İstemsiz gözyaşları dökülüyor hepimizin gözlerinden. Sadece yanına gidebilmek, onu görebilmek istiyoruz. Hiçbirimizin elinden birşey gelmeyecek olsa da...
Hiçbir doktor önermiyor ameliyatı, hatta "Yerinden bile kıpırdatmayın, yormayın hastayı" diyorlar. Ama babaannem istiyor ameliyatı, ağrıları geçsin istiyor. İşte bu yüzden, ölüp giderse "Keşke ameliyatı yaptırsa mıydık, iyileşir miydi" diye düşünmemek için ameliyatı kabul ediyor babam. Tüm hastalığı boyunca babaannemle ilgilenen o olduğu için söz sahibi o bu konuda. Ankara'ya naklediyoruz babaannemi. Ameliyatı kararlaştırıyoruz, hiçbirimizin istemediği ameliyatı. Sonra beklenmedik bir şey çıkıyor, ciğerlerinde su buluyorlar babaannemin. "Zatürre" diyorlar, "ameliyatı yapamayız"
Şimdi elimizden hiçbir şey gelmiyor. Bekliyoruz sadece. Gittikçe kötüleşiyor babaannem. Gittikçe sona yaklaşıyoruz, hissediyorum. Korkuyorum; her daim hayatımda olan, derinden sevdiğim bu kadını kaybetmekten çok korkuyorum.

12 Haziran 2012 Salı

Finaller, ilişkiler ve arayışlar...

Tüm bölümlerin sınavları bitmiş, yurttaki herkes evlerine dönmüşken ben odamda yapayalnız, üzerimde final gerginliği, ilişkileri düşünüyorum. Eskiden, lisedeyken, uzun süreli ilişkiler görmeye alışık değildim. İlişkiler başlar, birkaç ay sürer biterdi benim için. Ya da ben ve çevremdekiler mi kimseye uyum sağlayamıyorduk, bilmiyorum. Sadece fark ettim ki üniversitede kimse öylesine çıkmıyor.
Çevremdeki tüm çiftler çıkmaya başladıklarından beri istikrarla bu ilişkiyi sürdürüyorlar. İşte koskoca bir yıl bitti. Uzun süreli ilişkilere, aşka inanmayan ben bile hala ilişkimi sürdürüyorum. Hem de çok aşık olarak...
Hadi aşık olanlar tamam da, aşık olmadan, sadece arzudan veya başkasını unutmak için çıkanlar neden hala ilişkilerini sürdürüyor? İşte bunu anlayamıyorum. Bir arkadaşım var, iki yıldır çıktığı sevgilisinden ayrıldı. Uzun mesafeli ilişki yürümüyor diye... Sonra da bir arayışa düştü, sevgi, ilgi arayışı; sevgili arayışı... Her gece bar, her gece yeni birileriyle tanışmak, bir süre konuşup bırakmak... Bence boşluğa düşmenin sonuçları hepsi. En sonunda da biriyle "çıkmaya" başladı. Bir ay beraber yaşayıp da sonra adını koydukları biriyle... "Ben kullanır atarım sonra senin olur" diye bahsettiği biriyle... Anlam veremiyorum, 5 ay oldu, nasıl hala birlikteler?
Bir arkadaşım daha var. Bu bana daha ilginç geliyor. 7 aydır çıkıyorlar sevgilisiyle. Bu yedi ay süresince "ayrılıcam" "onun evinden eşyalarımı almam lazım bi şekilde" laflarını ne kadar çok duydum ben bile hatırlamıyorum. Her gün ayrı bir olay... Adam kıza birşeyler fırlatır, bitmez. Yaptığı fedakarlıkları koz olarak kullanır, bitmez. Yolun ortasında bizimkine bağırır, bitmez. "Ben ailemden gizli senin evine geliyorum" dediğinde "Gelmeseydin o zaman" der, yine bitmez. En son adam kızdan ayrılır. Kız kaç aydır "ayrılıcam, ayrılıcam" diyip durduğu kişi o değilmiş gibi peşinden koşar, onu kendine geri döndürür. Olmayacağını biliyorum, yapamayacaklar böyle de. Ama elimden gelen bir şey yok, üzülmesini engelleyemem... Ailesinin boşanmasından kaynaklanan bir sevgi arayışı içinde her zaman, ben napabilirim ki...
Kendi ilişkime gelecek olursak... Ciddi ciddi ayrılmayı iki üç defa düşündüm, her düşündüğümde de karşı tarafa ilettim zaten. Onu üzüyorum, çok üzüyorum. Benim yüzümden ailesiyle arası açılıyor, dersleri kötü gidiyor. Bunları düşündüm ve ayrılmak istedim. Ama yapamadım... Sanırım mantıklısı ne olursa olsun ondan ayrılamamakmış aşk...
İlişkiler ne tuhaf öyle değil mi? Bazen merak ediyorum, aslında aradığımız, aşık olduğumuz şey "o kişi" mi, yoksa sadece aşka mi aşığız biz, sadece sevilme arayışında mıyız? Aşka aşık... O zaman "o"nun "o" olmasının ne anlamı var?