31 Mart 2014 Pazartesi

Çocuk Kalbi

İnsanın ailesi her zaman için bir başka oluyor değil mi? İster benimkiler gibi arada küçük sürtüşmeler olsun, ister bazılarınınki gibi büyük sorunlar... Ailen senin için hep çok değerli oluyor. Binlerce kez kırabilirler seni ama sen yine de bir sonraki kırılma için tekrar kalbini açarsın onlara. Aileler... Hem sevdiğin hem nefret ettiğin, hem farklı olmak hem onlar gibi olmak istediğin, özendiğin ve küçümsediğin...
Ailemi seviyorum. Bunu içimden gelerek söylüyorum. Annemi seviyorum. Kardeşimi seviyorum. Ve babamı çok, pek çok seviyorum. Bunun yanında nefret de ediyorum onlardan. Babamdan bana çok karıştığı için, kardeşimden beni kıskandığı için, annemden... Annem mükemmeldir. Ama hep diyorum ya; eğer annem olmasaydı onunla asla arkadaş olamazdık... Demek istediğim de bu. Kan bağı ne çok şeyi değiştiriyor. Hiç uyuşamayacağın insanlara karşı içinde hep bir parça sevgi olmasını sağlıyor. Nefret de etsen onlardan kopamamanı sağlıyor.
Peki ya gerçekte var olmayan bir bağ nasıl yapıyor bunu? Öyle ya, somut bir şey yok bizi onlara bağlayan. Kan bağı... Aynı kandan olmayan aileler nasıl seviyor peki birbirini böyle koşulsuzca... Bir yerlerde okumuştum ki bebekler annelerinin yüzlerini ve seslerini diğer her kadına tercih ederlermiş. Oysa babaları için böyle bir şey yok. Peki doğduğumuzda olmayan bu bağ nasıl kuruluyor aramızda? Bize gösterdikleri ilgiyle mi? Hayır. Ailesinden ilgi göremeyen çocuklar bile hala onları içten içe sevmeye devam ederler. Hayat döngümüzün bir noktasında, bir hareket ya da bir söz olmalı onları koşulsuzca sevmemizi sağlayan. Sonuçta "çocuk kalbi" değil mi bahsettiğimiz? Her daim saf... Her daim sevmeye ve sevilmeye muhtaç...
Ve bazı kadınlar vardır. Her daim sevmeye ve sevilmeye muhtaç... Hep çocuk mu kalmışlardır onlar? Yoksa çocukken bulamamışlar mıdır aradıkları koşulsuz sevgiyi? Şımarık mıdırlar, yoksa sadece biraz kırgın...

12 Mart 2014 Çarşamba

Sınavlar

Büyük sınavlar... Küçük sınavlar... Hayat sadece sınavlardan mı ibaret?
Şu ara hayatım sadece bundan ibaret gibi. Haftaya komite sınavım, önümde ehliyet sınavı, gittikçe yaklaşan TUS...
2 TUS dershanesi, 2 çekiliş, 44 indirim... Ve bana hiçbir şey yok, gerçekten bu kadar şanssız olabilir miyim?
8 bin lira... Bir anda çıkarıp vermek için çok büyük para. Kazanabileceğimden emin olmadan hem de... Psikiyatrinin puanı çok yüksek. Ben o kadar iyi miyim?
Bilmiyorum...
Hayat sadece sınavlardan mı ibarettir???

1 Mart 2014 Cumartesi

Sevgililer Günü vol. 2

Hikayenin devamını hepiniz merak ediyorsunuz değil mi?:) Evet, işte buradayım ve hikayemiz hem hediyeleri, hem planları mahvolmuş; sevgililer gününde yağmurun altında ne yapacağını bilmeden kalan gençlerimizden devam ediyor.
Bizim hikayemiz hep bir Woody Allen filmi gibi zaten; komedisi ön planda bir trajikomedi... Son dakikada böyle ortada kalışımıza kahkahalarla gülmekten başka ne yapılabilirdi? Uzun kahkahalar ve fazlasıyla kendi durumlarıyla eğlenmeden sonra gençlerimiz, yani tabi ki ben, sevgililer gününün mahvolduğunu farkedip endişelenmeye başladılar.
Ufak çaplı krizler ve panik ataklarından sonra evlerine dağılmış olan gençlerimiz tekrar bir araya geldiler. Kız süslenmiş ve oğlanın hediye ettiği kolyeyi takmıştı, oğlanınsa elinde aşık olunası bir buket çiçek vardı. Kız çiçeği aldı ve yüzünde genelde çocuklarda görülen kocaman bir gülümseme oluştu. İşte bu noktadan sonra tüm akşamları harika olacaktı, biliyordu. Nasıl ki uyanıp yağmuru gördüğünde bunun onlar için bir işaret olduğunu bildiyse, şimdi de öyle biliyordu ki bu çiçekler de mükemmel geçecek akşamlarının işaretiydi. Ki öyle de geçti.
Yaptıkları planın onların tarzı olmadığını, başkalarının peşlerinde sürüklendiklerini geç de olsa fark eden gençlerimiz akşamı çok sevdikleri, şahane yemekler yapan küçük bir İtalyan restoranında yemek yiyerek; ardından da romantik bir filme girerek geçirdiler. Güldüler, eğlendiler, sarılıp film izlediler ve işte "bu" onların tarzıydı.
Başkalarının senin üzerinde bu kadar etki kurmasına izin vermemek gerek, öyle değil mi? Ama nedense arkadaşların, dergiler, filmler; hepsi bu özel günleri nasıl geçirmen gerektiğiyle ilgili kafana bir takım fikirler sokuyorlar ve sonra kendini bunlara kapılıp aslında çok da istemediğin bir yönde sürüklenmiş buluyorsun.
Hayat ilginç... O yağmurun gerçekten de bana bir işaret, bu günü kendi istediğim şekilde geçirebilmem için bana sunulmuş bir fırsat olduğunu düşünüyorum. O yağmur ki başkasına verilen sözleri iptal etti, tüm günü sevgilimle baş başa geçirebilmemi sağladı; ve yine aynı yağmur bizi önceden yapılmış planların yükümlülüğünden kurtarıp kalbimizin götürdüğü yere gitmemize izin verdi.
Bazı şeyleri sorgulamayacağım bundan sonra, yaşanan her şeyin bir sebebi var öyle değil mi? Hayatı bazen akışına bırakmak lazım. Yağmur yağdıysa, kaza yaptıysan, biri çağırdıysa; o planı iptal edeceksin, demek ki olmaması gerek. Kardeş Payı'nda isteklerin kabul olup olmaması hakkında güzel bir diyalog vardı, şimdi tam hatırlamıyorum. Ama ana fikir sanırım şuydu: Bazen yolu anlayamazsın ama her zaman seni doğru yere götüreceğine güven. Ben de öyle yapacağım.
Bu arada... En kısa sürede alışverişe gidip sevgilime hediye olarak şık bir ayakkabı aldım. Artık gönül rahatlığıyla ailesine gösterebileceği bir hediyesi var. Hayır efendim, böyle şeyleri asla unutmam. Bundan sonra görecek onlar... Bundan sonra hediyeleşmeyi resmi olarak sevgilimin ailesine karşı maddi bir savaşa dönüştürdüm, hadi bakalım!