21 Aralık 2014 Pazar

İzlediğim Diziler-Aralık 2014

Sınav zamanı olmasından mütevellit dizi üzerine dizi izliyorum, hepsini anlatmak için yeterli zamanım da olmuyor, o yüzden böyle liste şeklinde devam ediyoruz:) Daha ayın ortasında olduğumuz için muhtemelen aralık ayı için ikinci bir liste daha çıkarırım. Ama çıkarmayabilirim de, sonuçta sınavım pazartesi bitiyor ve sonrasında dizi izlemek için isteğim kalmayacak:D Ben de böyle örnek bir öğrenciyimdir işte:D
Geçtiğimiz yazıdan beri Marriage Not Dating, My Princess ve Cunning Single Lady'yi izledim. Ayrıca Ookami Shoujo to Kuro Ouji animesinin 10. bölümüne, Hello My Teacher'ın da 5. bölümüne kadar geldim ama birini yeni bölümleri gelmediğinden, diğerini de sıktığı için bitiremiyorum; o yüzden onlar bir sonraki yazıya kalıyorlar:)
Marriage Not Dating 2014 yapımı, bu yüzden de cıvıl cıvıl bir dizi. Sevimli ve ilginç bir başrol kızımız, çekici bir birinci erkeğimiz ve dünyanın en tatlı gülümsemelerinden birine sahip bir ikinci erkeğimiz var. En tatlı gülümseme derken abartmıyorum, gülümseyince gözleri yok olanlardan, ki bence bu dünyanın en sevimli şeyi:) Zaten bir de genelde kendinden büyük kadınlarla takıldığı için sürekli gözlerini kısa kısa gülümseyip "Noonaaaa" diye dolaştı etrafta, tam yanağını sıkmalık:) Ama bu sevimli yüzüyle hiiç uyuşmayan acayip kaslı bir vücudu var ki iyi mi kötü mü kendiniz karar verirsiniz plaj sahnelerinde:D Bir yandan da çocuğu Leeteuk'a benzetip duruyorum üçgen çene yapısı ve keskin burnu yüzünden. Ha tabi Leeteuk da çok tatlı bir gülümsemeye sahip ama onunki daha çok gamzesinden:)
Neyse, Yeo Reum'dan bu kadar bahsettiğim yeter sanki:D Diziye geçecek olursak konu olarak çok yaratıcı değil ama işleniş olarak çok güzel:) Bazı yerlerde Ki Tae'nin annesinin ve eski nişanlısının insana gına getirdiği, "Yeter artıııık!" diye haykırmak istediğiniz durumlar da olabilir, onları yok sayın, genele bakın, mutlu olun:)
Diziyi bitireli 5 gün ancak olmuştur ama lanet gitsin, hiçbir şey hatırlamıyorum ya:D Sürekli kendinden önceki ve sonraki dizilerle karışıyor kafamda sahneler... İlişkiye başladıktan sonraki durum çok gözümü korkutmuştu, "Allahımm, böyle böyle uzaklaşacaklar heralde" diye düşünmüştüm kiii çok uzatmadan el attılar allahtan oralara. Bir de Yeo Reum uyuzu çok gözümü korkutmuştu, bir türlü çıkmak bilmedi ya aradan. Neyse ki ilişkileri gerçekten başladıktan sonra sorun çıkarmayı kesti de içim rahat etti. Yalnız diziyi uzatmak için özellikle baya bi geciktirmişler birbirlerine itiraf etme kısmını. Çünkü nişanlı numarası yaptıkları zamanın yarısında gerçekten seviyorlardı birbirlerini, bir açılsalar olay hiç ortaya çıkmadan evlenip mutlu mesut yaşayacaklardı ama olmaaaz; illa ki araya entrikalar, başka insanlar filan koyup geciktirdiler olayı.
Dizimiz erkeğin ailesini oğlanı evlendirmekten vazgeçirmek için sevgili rolü yapan bir çifti anlattığı için yarısı sahte de olsa bol bol yakınlaşma sahnesi gördük:) Zaten benim 2014 dizilerinde cıvıl cıvıllığından sonra en sevdiğim şey yakınlaşma sahnelerinden kaçınmaması, daha gerçekçi olması... Bu diziyle ilgili bir diğer sevdiğim şey de her bölümün başında o bölümün ortasında/sonunda yaşanacak bir olaya dair flashforward vermesi. Amaaaaa... Flashforward deyince çok ciddiye almayın, konuşmalar aynı, evet, ama olaylar aslında en başta gösterilenden çok farklı gelişiyor çoğunda:D Başında sevişme sahnesi gösterip "Oha" olmanızı sağlıyor, sonrasında sarhoşken yatağına yatırmaya başlıyorlar. Başında romantik bir itiraf sahnesi gibi gösteriyor sonrasında çok komik ve absürd bir yere bağlıyorlar:D Yapıyorlar yani öyle şeyler:D Neyse işte, güzeldi bu dizi, bence izleyin:)
My Princess. Ne desem bilmiyorum. Konusu her kızın içten içe hayal ettiği gibi, bir gün aslında kraliyet ailesinden geldiğini öğrenen orta halli bir üniversite öğrencisiyle ilgili. Ama bu konu bu kadar kötü anlatılabilir, sonu bu kadar havada bırakılabilir, çok güzel olabilecek bir dizi bu kadar vasat yapılabilirdi. Daha da bir şey söylemeye gerek yok.
Ha, yine de izleyecekseniz bir kaç bilgi daha vereyim. İkinci kadını derisini yüzmek, kızgın yağa atmak, gözlerini kızgın şişle oymak, minik minik kesiklerle tüm etlerini lime lime etmek vs işkencelerle öldürmek isteyebilirsiniz. Hayatımda gördüğüm en gereksiz, en kötü (ki kötü olmak için de bir sebebi yok, karakteri öyle), en herkesin yoluna taş koyan, şeytanımsı şeydi. Tüm bunlara rağmen kendisini seven, koruyan, sonunda da birleşip mutlu olduğu bir ikinci erkeği vardı ki ne gerek vardı hiç anlamadım. Bu kadının mutlu olmasını isteyecek bir izleyici kitlesi olduğunu mu sanıyorlar acaba? Dizi 2011 yapımı ama 2010 (Secret Garden) sonrası bir dizi olmasına rağmen başrol erkek kendini beğenmiş, uyuz, kıza çooook geç aşık olan bir tipti. Ki benim 2010 öncesi dizileri sevmememe yol açan erkek tiplemesidir kendisi. Başrol erkek dediğin ilk bölümlerde aşık olur, aşkla şapşallaşır, şapşallaştıkça da biz ona aşık oluruz. Bu döngüyü bozunca sevmiyorum işte başrol erkeği. Tüm dizi boyunca niyetlerinin ne olduğunu çözemeyeceğiniz bir sürü insan olacak; o öyle miymiş, bu böyle miymiş, aklınızı karıştırıp duracaklar; sonuçta da hiçbir yere bağlanmayacak. Benden uyarması, izlemek size kalmış:) Çünkü diğer tüm bloglarda beğenilmiş baya dizi (Bunu diziyi 2011 veya 2012'de izlemelerine bağlıyorum. Şapşal aşık başrol erkeklere ve daha sağlam finallere alıştıktan sonra bu dizi bence insanın dizi zevkini bozuyor ama dediğim gibi, bence... ) Bu arada resimlere bakarken hatırladım, çok tatlı yakınlaşma sahneleri vardı. Kızın kıyafetleri de acayip tatlıydı, tam modern prenses:) Aslında o kadar kötü bir dizi olmayabilirdi, sonu öyle bitmeseydi!...
Cunning Single Lady... İsmen itici, konu olarak idare eder, izlemesi zevkli ama çok etki bırakmayan bir diziydi... Zaten nedense beni içine çeken, etkileyen diziler çok azaldı artık. Bitirdikten sonra "Waov" olduğum, bittiği için üzüldüğüm, tekrar izlemek istediğim diziler gittikçe azalıyor. Umarım yine öyle diziler görebilirim, yoksa durup durup aynı dizileri izleyeceğim...
Cunning Single Lady boşanmış bir çiftle ilgili ki böyle ayrılmış/boşanmış çiftleri işleyince uzun süre açılamayıp, yakınlaşamayıp bizi uyuz etme olasılığı baya bir azalmış oluyor, o yüzden de seviyorum bu konuyu:) Daha güzel işlenilebilir, daha tatlı olabilirdi ama olduğu haliyle de iyiydi. Kızımız fakir diye ayrıldığı eski kocasının zengin olduğunu öğrenince onu tavlamak için dönen açgözlü kadın gibi lanse ediliyor ama bence hiiiiç alakası yoktu. Kız evlilikleri süresince baya iyi tahammül etti, ben o kadar uzun süre dayanamazdım. Zaten ayrılmasının sebebi de başkaydı, haklıydı. Sonrasında gelişen olaylar da öyle değildi. Yani ben kıza haksızlık edildiği görüşündeyim.
Genelde oğlanın ailesi itici, kızın ailesi sempatik olur. Oysa burada kızın ailesi beni inanılmaz uyuz etti; o baba, o abi... Yaşamaları zarar, gidip ölseler daha faydalı olurdu aileye. Gerçi oğlanın ailesi de uyuzdu ama haklı bir uyuzluk, bir şey diyemiyorum...
Dizinin en sempatik karakteri bence Cha Jung Woo'nun asistanı Gil Yo Han'dı. Keşke daha çok rolü olsaydı. İkinci erkeğimiz de tatlıydı başlarda ama sonlara doğru kötü adama bağlayınca soğudum:/ İkinci kadını zaten hiç söylemiyorum, pislik** Cha Jung Woo ve Na Ae Ra karakterleri sempatikti ama bu Steve Jobs çakmalarını daha ne zamana kadar göreceğiz çok merak ediyorum. Evet adamın başına gelen çok ilginç bir olay da dizilerdeki her teknoloji dehasının da aynı yoldan geçmesi gerekmiyor:D
Neyse işte dizilerimiz de böyleydi. Bu yazıyı aralığın 11'inde yazmıştım galiba, yayınlamadığımı unutmuşum, bugün fark ettim:D Bu yazıdan sonra Yamato Nadeshiko Shichi Henge animesini ve Love Rain'i izledim ama onlar başka yazıya artık:) Arrivederci!

5 Aralık 2014 Cuma

İzlediğim Diziler-Kasım 2014:D

Son zamanlarda nedense bol bol dizi izliyor ama hiçbirini anlatmıyorum. Oysa olmaz ki böyle, ben anlatmazsam millet nasıl bilecek hangi dizi iyi hangisi kötü?:p:D İşte böyle megaloman düşüncelerle geldim yine izlediğim dizilerden bahsediyorum. En son Sungkyunkwan Sacandal, It's Okat That's Love, Cheongdamdong Alice, Love Cell ve Bride of the Century'yi izledim. Love Cell'i zaten izler izlemez geldim anlattım "Nihaha, ilk ben anlatacağım" diye:D O yüzden kaldı geriye dört dizi...
Uzun uzun anlatmak istemiyorum. Sadece net fikrimi söyleyeceğim o yüzden hepsiyle ilgili.
Sungkyunkwan Scandal artık alıştığımız erkek kılığındaki kız klişesinin bir diğer örneği. Güzel, komik, duygusal. Diğerlerinden ne farkı derseniz Joseon döneminde geçmesi diyebiliriz. Bu ilk tarihi dizim, o yüzden biraz yabancıyım herşeye ama sevdim ben. Biliyorsunuz ki erkek kılığındaki kız klişesinin iki işleniş şekli vardır: 1)Başrol erkek herşeyi anlar ve kızımızı korur 2)Başrol erkek başrol kızımızı erkek sansa da ona aşık olmaktan kendini alıkoyamaz. Bu dizi ikinci şekilde işlenmişti ki ben böyle olanları daha çok seviyorum:) Üstelik aynı odada yan yana yattıkları için bu durum daha da eğlenceli hale geldi. İkinci erkeğimiz de çok tatlıydı ama ekstradan resmini koyup uzun uzadıya bahsetmeyi düşünmüyorum çünkü bence bu dizinin esas yıldızı Yeorim!:)
O nasıl bir tatlılıktır, o nasıl bir gülümsemedir, o nasıl bir göz kırpmadır!:) Yeorim ilginç ve sevimli bir karakter. Hayatı zevk için yaşıyor, kendine sürekli yeni eğlenceler arıyor. Ama aynı zamanda arkadaşları için her şeyi yapabilen, fedakar ve duygusal biri. Moda düşkünü ve biraz kız gibi ama yine de her gününü kadınların peşinde koşmakla geçiriyor. Çok zeki, iyi bir gözlemci, iyi plan kuruyor ve her şeyi kendi lehine döndürmekte başarılı. Her olayda durup durup "Ben Gu Yong Ha'yım" deyişine de bayılıyorum:)
Yeorim'den kopabilirseeek:D Sonuç olarak bence Sungkyunkwan Scandal izlenilesi bir dizi, ben öneririm eğer umursayan biri varsa:D
It's Okay That's Love da 2014 yapımı, benim en sevdiğim oyunculardan Gong Hyo Jin'in oynadığı eğlenceli ve bazı açılardan ciddi bir dizi. Dizinin başları çok eğlenceliyken 4. bölümde adamın şizofren olduğunu çakmamızdan sonra yavaş yavaş başlayan, finale doğru gittikçe artan bir ciddiyet kaplıyor diziyi. Ben psikiyatrist olmayı düşündüğüm için özellikle adamın akıl hastanesindeki zamanlarını da kapsayan bu ciddiyeti sevdim ama siz izlerken sever misiniz, sıkılır mısınız bilemem. Yine de başları için; obsesif, çapkın yazar Jang Jae Yeol'un seks fobisi olan, sinirli Ji Hae Soo'yu tavlamaya çalıştığı zamanlar için her türlü izlenir diyorum:) Çok tatlı bir aşk başlıyor aralarında, çok tatlı yakınlaşmaları var; içiniz ısınarak, zevkle izleyebilirsiniz:) Diziden aklımda başka da bir şey kalmamış valla:D Ev arkadaşlarını da çok sevdiğimi söylemeliyim bu arada:) Bitti:D
Cheongdamdong Alice hakkında cidden pek bir şey söylemek istemiyorum. Başrol erkekten başta nefret etmiştim çünkü kindar insanları hiç sevmem ama çok güzel sevdi, çok duygusaldı, üstelik de cidden insanın içini titreten bir gülümsemesi vardı o yüzden sevdim yine de:) İnsan öyle gülümseyen, öyle tatlı bakan birine nasıl yalan söyleyebilir? Diziyle ilgili hoşuma giden şeyler var, evet, ama genel olarak bu "her insan kötüdür" olayını sevmiyorum. Evet, ben de farkındayım gerçek hayatta insanların siyah-beyaz değil gri olduğunun. Ama bu bir dizi, gerçek hayat değil. O yüzden de başta para için olsa bile sonradan akıllanmalı, sadece kalbini dinlemeliydi Han Se Kyung. Tabi ki para önemli, ben de fakir biriyle evlenmek istemem, rahat yaşamak isterim. Zaten ben fazlasıyla maddiyatçı biriyim bile denebilir. Ama bu kadarını ben yapmazdım, içinde insaniyet olan kimse yapmazdı. Biri kindar, biri açgözlü; mutlu olmayı hak edip etmediklerini cidden sorguluyor insan... Tabi ki bu bir dizi, farkındayım. Ve tabi ki gerçek bile olsa yargılamaya hakkım yok, onun da farkındayım. Ama ben bir izleyici olarak bu durumu sevmedim. O yüzden de çok tavsiye ettiğim bir dizi değil. Yine de izlemek isterseniz siz bilirsiniz, güzel tarafları da var sonuçta:)
Son olarak da Bride of the Century:) Lee Hong Ki sevgimi depreştiren, diziyi izlemediğim zamanlarda bile sesini duyayım diye full FT Island dinlettiren, bazı yerleri klişeleşip içimi baysa da genel olarak zevk alarak ve heyecanla izlediğim bir dizi Bride of the Century. Bir noktaya kadar "lanet gerçek mi" diye götürüyor zaten heyecanını, sonra "kavuşabilecekler mi"ye bağlıyor, tam her şey halloldu derken o klasik 15. bölüm ayrılığını koyuyorlar ve işte o noktada bayıyor! Bu bir Kore dizisi geleneği sanırım. Bir bölüm arttırmak için mi yapıyorlar bilmem ama her dizinin sondan bir önceki bölümünde eften püften şeylerle ayrılıyor, uzaklara gidiyor, sonra nasıl oluyorsa son bölümde geri dönüyorlar, bitiyor. "E madem hiçbir şey değişmeden geri dönebiliyorsun, o zaman en başta neden gidiyorsun?" diye sormazlar mı adama...
Choi Kang Ju rolüyle benim bildiğimden çok farklıydı Hong Ki. O şirin mi şirin mimiklerini bile çok az görebildik. Genel olarak soğuk ama aşkı için her şeyi yapabilen bir karakterdi Kang Ju. Ha, ama bu hali de gitmiş Hong Ki'ye o ayrı:) Özellikle de ben son zamanlarda Hong Ki'yi hep turuncu, mor gibi absürd saç renkleriyle gördüğüm için bu siyah saçlarla pek bir yakışıklı geldi gözüme:) Kilo da vermiş sanırım biraz, yanaklarının tombulluğu azalmış en azından. Yanlız Hong Ki'cim, öpüşme şeklini geliştirmelisin şekerim. Öyle arkadaşına yapar gibi omzuna elini atıp ensesinden tutup öpülmez bir kız. Ama neyse; alan memnun satan memnun; bana laf düşmez:D Yan Jin Sung'la da pek bir tatlı oldunuz, hani bir şeyler olacaksa filan... :p:D
Dalgayı geçecek olursam ben bu diziyi sevdim:) Entrikalar filan kol gezse de Hong Ki'den midir, Doo Rim karakterinden midir bilinmez, bir tatlılık hakimdi diziye. Yi Hyun karakterini de çok sevdim. Hiçbir zaman onun tarafını tutmadım gerçi, çünkü karşısındaki "Hong Ki" ama yine de tatlıydı. Bu arada fanı olduğun birinin dizisini izlemenin de farklı bir zevki varmış. Full ona odaklı izliyorsun diziyi, ilginç bir bakış açısı oluyor. Allahtan Hong Ki başroldü de finalde moralim bozulmadı:) Bilirsiniz, Yong Hwa fanı olarak bir dizi izlemek kalbinizi kırmaktan başka bir işe yaramaz. Buradan anlayacağınız üzere hala Marry Him If You Dare ve The Three Musketeers'i izlemedim:D Ama izlemeyi planlıyorum, indirilmiş bir şekilde duruyorlar bilgisayarımda.
İndirmek demişken... Dizi önerisine ihtiyacım vaaaar! Lütfen biri yardımcı olsun. Resmen dizi kıtlığı çekiyorum:( Bride of the Century'yi de bitirdim, taze taze de anlattım, şimdi ne izleyeceğim acaba....

Kirli Beyaz Kedi...

Şu aralar oldukça depresif bir moddayım. Bu olay aslında pediyatriye çalıştığım zamanlarda başladı. Depresyon... Ciddi anlamda... Günün 12 saatini uyuyarak geçirmek, uyanık olduğun sürelerde durup durup ağlamak, aileni özlemek, kendini yalnız hissetmek, ölmeyi istemek... Atlatmıştım aslında o evreyi. Yani ben öyle düşünüyordum. En azından durduk yere ağlamaya başlamıyorum artık. Gerçi hala hiç enerjim yok, hala çok fazla uyuyorum, hala ailemi özlüyorum. Ama bunların üzerimdeki etkisi yavaş yavaş azalıyordu kiiii "Unutursam Fısılda"yı izledim.
Bugün oturdum 20 küsür sayfa ekşisözlük'teki yorumları okudum filmle ilgili. Aslında 37 sayfa var ama 20'den sonra artık gına gelip atlaya atlaya okuduğum için 20 küsür sayfa... Bu sırada da bir yandan Unutursam Fısılda albümünü tekrar tekrar dinlediğim için bir yandan duygulanıp bir yandan sinir olarak baya uzun zaman geçirdim. Çoğu kişi çok fazla eleştirmiş filmi. Tabi ki eleştirilebilecek yerleri var ama genel olarak Türk sineması ortalamasının baya baya üstünde bir film. Zaten ben Çağan Irmak'ın filmlerinin neredeyse tamamını çok seviyorum. Tek istisnamız Issız Adam, o da ekşi tayfasının bu filmi suçladıkları şekilde "ağlatmalık" film olması yüzünden. Hayır yani, sonu o şekilde bitmeseydi, herkesi göz yaşlarına boğmasaydı ne kalırdı o filmden geriye? Ki şimdi de kalan sadece son 15 dakika ve "Anlamazdın"... Neyse canım, Issız Adam eleştirisi değildi bu yazı:)
Unutursam Fısılda'nın şarkısız fragmanını elli defa izlemiştim Youtube her video'nun önüne koyduğu için ama gitmeyi pek düşünmemiştim. Sonra "Gel ya da Git"li fragmanı gördüm ve "Gidiyoruz!" oldum:) Şarkıları gerçekten, gerçekten, gerçekten mükemmel. Zaten filme gittiğimin ertesi günü albümünü satın aldım iTunes'tan, o zamandan beri aralıksız dinliyorum. Favorim Kirli Beyaz Kedi. En başta Gel ya da Git daha çok hoşuma gitmişti ama Farah Zeynep Abdullah'ın sesi yeterince güçlü değil bence, biraz yetersiz kalıyor şarkının bazı kısımlarında. O yüzden arka arkaya defalarca dinletmiyor şarkı kendini. Oysa Hümeyra'nın sesi çok güzel uyuyor Kirli Beyaz Kedi'ye. Beni de çok etkiliyor tabi şarkı. Şarkılarını, anılarını unutan Ayperi'nin; en sonunda ablasına hak ettiği yeri verdikten sonra kendi gençliğine, kendi kendisine söylediği şarkı... Hem daha güçlü bir sesten dinlemek isteyenler için Kenan Doğulu'nun söylediği versiyonu da var albümde.
Kenan Doğulu demişken... O adama aşık olmamak mümkün mü?? Filmdeki tüm şarkıları Kenan Doğulu bestelemiş. Ve şahane bir iş çıkarmış. Son zamanlardaki albümleriyle hiç alakası olmayan çok güzel işler koymuş ortaya. Benim filme yakıştıramadığım tek şarkı Sevdim. O da Kenan Doğulu'nun fazlasıyla bilinen, üstelik de Farah Zeynep'in sesinin güçsüz kaldığı bir şarkı olması dolayısıyla. Keşke Kenan Doğulu kendisine de bu tarz şarkılar yapsa da onun sesinden güzel güzel dinlesek...
Bunun dışında "Hümeyra ve Işıl Yücesoy'un oyunculuğu!!" diyorum ve çekiliyorum. Zira söylenebilecek tek söz yok. Bir de karakterlerin gençlik ve yaşlılık hallerinin birbiriyle bu kadar uyumlu olması için ne yapmışlar?? Bakışlar, mimikler, konuşma tarzı; her şey uyuyordu genç ve yaşlı halleri arasında. Görünüş olarak da andırıyorlardı gayet birbirlerini. Ben çok başarılı buldum o açıdan. Amaaaa... Bence filmde oyunculuk konusunda çuvallayan bir kişi var ki o da Kerem Bursin. Evet yakışıklısın, ölüyoruz bitiyoruz ama olmamışsıııın. Kerem'in benim kendisine acayip yakıştırdığım hafif tiki bir konuşması var. Hafif değil hatta, baya bariz bir şekilde tiki konuşuyor adam. Ama Amerika'da büyüdüğü için biz bu tiki konuşmayı, sürekli "Iıı"lamasını, el-kol hareketlerini kabul ediyoruz normalde de karaktere uymuş mu? Ki anlamadığım şey Güneşi Beklerken'de bu kadar bariz değildi bu konuşma, burada role mi girememiş nolmuş anlamadım ama karşımda Erhan'ı değil direkt Kerem Bursin'i gördüm ben. Yine de Erhan karakterini çok sevdim, sonunda Ayperi'yle olmalarını isterdim herşeye rağmen. Zaten o Tarık herşeyi mahvettiği için.....! Tüm bencillikleri, kıskançlıkları, alkolikliği... Hele de Ayperi'ye el kaldırdığı an... Neyse...
Bunu çok düşündüm de Ayperi'nin Aşk ve Gurur'daki Lydia'dan pek de farkı yok, değil mi? Ama o kitapta Lydia'yı aşağılarken, küçük görürken burada Ayperi'yi destekliyor, yüreğinin peşinden gitmediği için Hanife'ye kızıyoruz. Bu da anlatımın gücünü gösteriyor sanırım. Gerçi ben yine de Ayperi'yi küçük görüyorum. Lydia'da olduğu gibi; tek albenisi gençliğin verdiği iyi huyluluk olan, düşüncesiz, bencil bir kız Ayperi. Ablasının şiirlerini çalıp ablasının aşık olduğu erkekle kaçması... Aslında ablasının aşık olduğu erkek olmasının çok da önemi yok. En azından fragmanda anlatıldığı kadar önemi yok. Hatta erkek karakterlerin genel olarak pek bir önemi yok filmde. Biri yüreğinin peşinden gitmiş, biri gidememiş iki kardeşin hikayesi bu. Onların arzuları, kızgınlıkları, onların hesaplaşmaları anlatılıyor sadece. Bu beklentiyle izlemek gerek bence.
Başka söylemek istediğim neler vardı? Bu yazıya ilk başladığımda çok fazla şey vardı aklımda. Ama üzerinden bir hafta geçti, bunlar kalmış sadece aklımda, demek ki önemli olanlar bunlarmış:)
Bence Unutursam Fısılda çok çok güzel şarkılara sahip güzel bir film. İzleyin, ama daha da önemlisi dinleyin:) Özellikle de Kirli Beyaz Kedi...
"Nasılsın kızım, anlat bana hikayeni, kimler üzdü gözlerini?
Nasılsın kızım, söyle bana kendini, neler kırdı kalbini?
O taze saçlarda kimlerin eli, yaşlanmış dumanlı nefesleri;
Hoyratça itişleri; görgüsüz, asaletsiz üzüşleri...
Sen neler neler çektin, ben biliyorum
Dokunsam ağlarsın, hissediyorum
Hüzün zamanı geçti, onlar eskidendi, bitti, hepsi geçti.

Kirli beyaz kedi
Yıkan gözyaşınla
Kurtul anılardan
Sarıl yarınlara..."

29 Kasım 2014 Cumartesi

Love Cell:İlk defa bu blog'da!:p

Başka bir blog'da varsa da ben bilmiyorum, görmedim. Yani tabi ki başlayacak haberi var ama izlemiş birinin yorumunu bulamadım. O yüzden de izleyip bitirmiş biri olarak yorum yazayım dedim.
Love Cell şirin bir mini dizicik. Mini dizicik diyorum çünkü 6-7 dakikalık 15 bölümden oluşuyor kendisi, bir mini dizi boyutunda bile değil anlayacağınız. Bu yüzden de bazı yerlerde boşluklar var, zihninizde fazlasıyla soru oluşuyor ama yine de izlenilebilir bir dizi. Zira dizideki karakterlerin hepsi çok şirin. Süresinden de mütevellit çerez gibi gidiyor; başlarsınız, bir buçuk saat sonra biter.
Amaaaa... Dizide Kim Woo Bin'in oynadığına dair haberler okumuş olabilirsiniz. Hayır. İnanmayın. Boşverin onları. Oynamıyor değil, oynuyor tabi ki ama final bölümünde, o da dört dakika kadar. Onda da neredeyse hiçbir hareket, söz, mimik; hiçbir şey yok işte. Yani Woo Bin için başlayacaksanız büyük bir hayal kırıklığı olur. Sadece bir saniyeliğine çooook hafif bir kötü adam gülümsemesi yerleşiyor suratına (O bile kızların kalbini hoplatmaya yetebilir tabi) ama değmiyor Kim Woo Bin için izlemeye. Bu arada hayır, ben Kim Woo Bin için izlemedim, oynadığını bile bilmiyordum hatta. İyi ki de öyle olmuş.
Amaaaaa... :D Bir de güzel haber verebilirim ki final bölümünün sonunda Woo Bin "Benim hikayeme başlayalım mı?" diyor. Kısacası dizinin bir devam sezonu veya devam dizisi olabilir ki o da Woo Bin'e yoğunlaşacak gibi görünüyor. Tabi ki ben "Eveeet! Hadi başlayalım, hemen başlayalım, şimdi başlayalım." oldum ama adamlar ne zaman çeker, ne zaman yayınlar bilemem. Yine de umudumuzu yüksek tutuyoruz ve parmaklarımızı çaprazlayıp bekliyoruz:)

Not:Dizinin sonu bence azıcık hızlı ve saçma oldu ama zaten dizinin kendisi de fazlasıyla kısa olduğu ve çok mantık içermediği için gözünüze batmıyor:) Hiç spoiler işareti koymam ama şu anda koymalıyım çünkü direkt olarak sonunu söyleyeceğim ve bunu ben bile okumak istemezdim:D

Spoiler:Finalde Dae Choong'un aşık olduğu Nebi'nin ölmesi ama ikinci bölümde adı geçen "ev sahibinin yurt dışında okuyan kızı"nın Kore'ye dönmesi ve onun Nebi'yle aynı görünümde, yani aslında Dae Choong'un aşka küsmesine sebep olan ilk karşılıksız aşkı çıkması!? Ki Nebi öldüğüne göre artık Dae Choong'un içinde aşk hücresi kalmamış olması gerek, yani o kıza nasıl aşık olacak bu çocuk? Bir de anlamadığım nokta: Dae Choong'un birine aşık olması aşk hücresinin ölmesini engellemeyecek miydi? O zaman Nebi'ye aşık olmasına rağmen neden öldü Nebi?

Spoiler Sonu:Böyle sorular sorular işte:D Devam sezonu olsa da cevabını alamayacağım muhtemelen ama çok da önemli değil:) Boooomboş olduğunuz bir günde oturun izleyin, başrol çocuk çok şeker:p:D

18 Kasım 2014 Salı

Eric Moon-Jeong Yoo Mi temalı yazı:D

Bu sene okuldaki dördüncü senem. Yani stajlara başladığımız yıl. Ve hayatımda ilk defa bir gerçekle yüzleştim ki ben yeterince zeki değilim. Sınavlara herkesten üç hafta sonra çalışmaya başlayabilecek kadar zeki değilim. Bir kere okumakla her şeyi ezberleyecek kadar zeki değilim. Konuların yetişmeyeceğini anladığımdaki psikolojik baskıya dayanabilecek kadar güçlü değilim. Değilmişim yani, düşündüğüm gibi biri değilmişim. Ama bana iyi bir ders oldu bu. Bundan sonra üst dönemlerin, hocaların sözlerini dinleyip günü gününe çalışacağım.
Ha bu kadar laf diyorum, kaldım mı? Hayır kalmadım. Neyse ki şanslıydım, sözlüme iyi bir hoca geldi ama kalmaya çok yaklaşmıştım. Hayatımda bir dönüm noktası ilan ediyorum Pediatri stajını. Bundan sonraki tüüüüm stajlara günü gününe çalışacağım. Bunu unutursam bu stajda ne kadar zor zamanlar geçirdiğimi hatırlat bana, olur mu sevgilim?
Bu klasik sınav sonrası idealist öğrenci tiplemesini bir kenara bırakırsak... :D Pediatri'yi, dönem 4'teki en zor stajı, geçtim ya ohh... Artık rahatım, sırtım yere gelmez:p Bunu geçtiysem diğerleri çantada keklik:p Boşver yaaa, gez dolaş, tadını çıkar üniversite hayatının:D (Bendeki idealistlik buraya kadar:D )
Evet tabi ki size fena halde sıkıcı okul anılarımı değil üst düzey heyecanlı dizilerimi anlatacağım, merak etmeyin:D Pediatri'yi geçmekten ümidi kesip çalışmayı bıraktığım sınav öncesi dört günlük sürede izlediğim, izlemek ne kelime, başından kalkamadığım iki diziden:) Aslında ikincisi tamamen ilkinin hatrına izlendi ama neyse...
İlk dizimiz Discovery of Romance! Kendisini zannederim daha 6.-7. bölümü yayınlandığı zamanlarda keşfetmiş, sırf bitsin de sonu iyiyse öyle izleyeyim diye dişimi sıkıp 10 hafta beklemiş, bittiği halde kimse sonuyla ilgili bir yorumda bulunmayınca "Yeter artık!" deyip indirmiş, indirdiğim gibi bir çırpıda izlemiş, izlediğim gibi aşık olmuş, ölmüş bitmiş...... Kısacası ben bu diziyi sevdim arkadaş!
Bir kere daha ilk anda Korece konuşmalı Amerikan dizisi kıvamında başlaması (diğer Kore dizilerine göre daha serbest ama eli eline değmemeli anti-gerçekçi Kore dizilerinden bunalmış bünyemde soğuk su etkisi yaratmış, kana kana içilip üstüne de bir ohh çekilmiştir:D ); kızın iki adamla da ilişkilerini başlangıcından beri olabilecek ennnn tatlı şekilde anlatması; araya serpiştirilen röportajların çikolata sosu etkisi yapması; bir değil, iki değil, tam üç adet dizi konusunu içinde barındırıyor olması... Daha sayayım mı? :D
Üç dizi konusu dediğim: 1)Kang Tae Ha-Han Yeo Reum-Nam Ha Jin aşk üçgeni. 2)Nam Ha Jin-Ahn Ah Rim arasındaki eski bağlar, ihanetler ve şefkatle örülü ilişki 3)Han Sol'un aşk sorunsalı. Aslında bu olay klasik "Oppa'dan sevgiliye dönüş" teması olarak da nitelendirilebilir (Reply serisi işte hep buradan ekmek yedi) ama Choi Eun Kyu ve onunla olan ilişkisi de ilginç olunca aşk sorunsalı demek daha uygun geldi bana.
Kızın iki adamla olan ilişkisini de başlangıçtan bitişe çok güzel anlatmasına gelince... İyisin hoşsun da sayende ilk 8-9 bölüm kimseyi seçemedim ben:D Hatta seçememek de değil, kimle olursa olsun mutlu olacaktım resmen, iki ilişki de o derece tatlı. Ama tabi bir noktadan sonra Nam Ha Jin'in yalanları; gözünün hala ilk aşkında, bir elinin hala ilk aşkının üzerinde olması insanın canına tak edebiliyor ama aynı zamanda o kadar tatlı da aşık ki bizim kıza (ikisine birden nasıl aşık sorgulamayın işte, Korece konuşmalı Amerikan dizisi diyorum:D ) yine de onu sevmekten vazgeçemiyorsunuz. Öyle ki final bölümünde sırf benim gibiler için yapılmış bir erken final anı var:D Baktınız final istediğiniz gibi gitmiyor, son bölümün tam 9 dakika 36 saniyesinde durdurun diziyi, bir saniye ileriye gitmeyin, alın size istediğiniz son:D Ben durdurdum, çok düşündüm "Burada bırakayım mı, diğer son daha iyi olur mu" diye ve sonunda devam etmeye karar verdim. Ha, daha iyi bir son muydu? Hayır. Ama yine de pişman değilim. Zaten şimdilerde ikinci defa izlemeye başladım, belki bu defa orada bırakırım:D
Nam Ha Jin'den bahsetmişken söylemeden geçemeyeceğim, bu Ahn Ah Rim dünyanın en itici insanı! Ama öyle ki bir başka dizide olsa başrol olur, hatta muhtemelen de Park Shin Hye tarafından canlandırılırdı:D You're Beautiful ve Heirs'daki PSH rollerinin birleştirilmesi gibi bir şey çünkü kız. Yalnız şunu diyeyim; "Ben hiçbir şey yapmıyorum, herşey beni buluyor" tarzında; gururlu, sözünü esirgemeyen, mert, dürüst bir ikinci kız da hiç çekilmiyor! Hatta başrol olarak niye hep öyle rollerin olduğunu bile sorgulattı bana Ahn Ah Rim. Diziye bu perpektiften baktığımızda Ahn Ah Rim gururlu, dürüst, iyi kalpli birinci kızımız; Han Yeo Reum da kendisini sevmeyen bir adamın peşinde koşan, o adamın sevdiği kadına zor zamanlar yaşatan, kıskanç, pislik ikinci kadın karakterimiz. Ama tabi ki ben kesinlikle bu açıdan bakmıyor ve Ahn Ah Rim'den güzel güzel nefret ediyorum:D Yavrum adamın sevgilisi var, üstelik de seninle görüşmesini istemediğini biliyorsun. Niye hala giyinip süslenip onunla buluşuyor, onun peşinden koşuyor (aslında ikisi de birbirinin peşinden koşuyor ama bence tüm suçlu kadın!-An itibariyle feminist dernekleri tarafından taşlanarak öldürüldüm:D-), sevgilisini umursamadan aşk yaşıyorsun? Kusura bakma ama başka bir dizide "Yaaa ama adam zaten sevmiyordu ikinci kadını, hep aileleri/kız yüzünden lafta çıkıyorlardı, aşık oldular birbirlerineeee" tarzında destek nidalarıyla karşılanacak olabilirsin ama bu dizide Out'sun, diptesin, ikinci kadınsın. Oh, içimi döktüm rahatladım:D Bunun dışında bu kızın oyunculuğu an be an iyileşiyor, takip etmek gerek...
Do Joon Hoo-Han Sol "Oppadan sevgiliye dönüş" temasını da anlatmak isterdim uzun uzun, zira kendisine bayılmış bulunmaktayım ama ne yazık ki yeterince yazdım. Sadece; tatlılıktan ölün siz ya:) Gerçi son bölüm iticiydiniz, bazı çiftler gibi ilişki başladıktan sonra tatlılıklarınızı kaybetmişsiniz ama olsun, ben zaten son bölümü komple silebilirim kafamda, no problem:D
Sıra geldi dizimizin odak noktası, kalp çarpıntılarının zirve yaptığı, kimya patlamasından ölen Kang Tae Ha-Han Yeo Reum çiftine! Ya bu nasıl bir ilişkidir, nasıl bir birbirine yakışmadır, ayrıca da nasıl bir rol kabiliyetidir, iyi-kötü ilişkinin tüm anları bu kadar mı güzel yansıtılır. Daha söyleyecek çok şey var. Bölüm bölüm, saniye saniye her hareketlerini, mimiklerini, sözlerini yorumlayabilirim; ilişkilerinin giriş-gelişme-sonuç-tekrar karşılaşma-gelişme-sonuç-kavuşma aşamalarını ayrıntılarıyla anlatabilirim ama eminim ki benden dinlemek yerine kendiniz izlemeyi tercih edersiniz. Hala etmiyorsanız mutlaka etmelisiniz:) Bence çok şey kaçırıyorsunuz:)
Allahım bu kadar övdüm ya; biri hata kaza görür de izler, üstüne bir de beğenmez kesin:D Neyse, bunlar tamamen kişisel düşüncelerimdir. Dizinin bazı Kore dizisi severler tarafından pek beğenilmeyebileceğini kabul ederim. Çünkü diğerlerinden ayrıldığı pek çok nokta var; o saf, masum aşkı arayanların bu diziyle çok işi olmaz. Bocalamalar, yalanlar, nispeten aldatma... Gerçi bu ikilinin bir diğer dizisi olan Que Sera Sera'yla kıyaslanınca gayet masum bir dizi:D Onu da bu dizinin verdiği gazla oturdum izledim hemen. Aralarındaki kimyanın nereden gelmiş olduğunu çözmüş oldum en azından:D O dizide böyle bir kimya yok mesela. Ama tabi dizi sürecinde elli defa yakınlaştırınca bunları, ister istemez oluşuyor.
Que Sera Sera bana göre bile abartılı bu arada. Benim kaldırma kapasitemin üzerinde. Zaten ben "aldatma" temalı filmleri de hiç sevmem. Başkasına aşık olabilirsin, tamam. Ama adam gibi ilişkini bitirip sonra diğer ilişkiye başlamalısın. Sen sevgilinle geldiğin tatilde, sevgilinin kız kardeşinin (gerçek kız kardeş değil, hatta eski sevgili) sevgilisiyle yiyişip, basılıp sonra onları bırakıp kaçıyorsan; bir de üstüne üstlük beş gün sonra gelip sevgiline "Ben senin evlenme teklifini kabul edemem." diyorsan kusura bakma ama şerefsizin önde gidenisindir. 1)Aşkından ölsen bile senin sevgilin var, başka bir erkeği öpmen...!? 2)Sevgiline açıklama bile yapmadan o erkekler kaçman!? 3)Sonra da gelip yüzsüz yüzsüz evlilik teklifini reddetmen!!!!?
Neyse, Que Sera Sera uzun uzun anlatılmaya değecek bir dizi değil. Ha, ben anlatırım, onda sorun yok:D Ama boşuna zamanınızı vermeyin diye... Yalnız bu kadar laf söyledikten sonra olmayacak ama ben diziyi sevdim:D Genel ahlak kurallarıma uymayan yerlerini atarsak dizide beni etkileyen pek çok sahne sayabiliriz ki şu an ilk aklıma geleni Han Eun Soo'nun hamile olduğunu öğrendiğinde Kang Tae Joo'nun verdiği tepki... Bu arada evet, adamın canlandırdığı iki karakter arasında bir hece fark var sadece. Kadının da soyadı ortak. Ama zaten bence Kore'de bariz bir soyadı sorunu olduğu için bu çok önemli değil:D Keşke onun da adı biraz daha benzeseydi ama... Zaten sırf Discovery of Romance hatrına izledim. Yoksa başlayıp da ilk bölümün yarısında yarım bıraktığım bir diziydi Que Sera Sera.
Bu arada bir noktayı netleştireyim. Discovery of Romance'de de aldatma olduğunu söylesem de kız çok daha ahlaklı diyebiliriz. Merak etmeyin yani:D
Sonuç olarak Que Sera Sera'yı önermiyor, Discovery of Romance'i de fazlasıyla öneriyor ama yine de bir başkasının fikrine de bakın diyorum. Şimdiden iyi seyirler:)

Çok uzun zaman olmadı mı?

Son birkaç haftadır baya uzun (neredeyse kitap çıkaracak kadar uzun) bir yazı yazmakla meşguldüm. Tabi acayip bölük pörçük; çoğu zaman saçmaladığım; içimdeki tüm ergenlikleri, fangirl'lükleri ortaya serdiğim laneeet piiis bir yazı oldu:D O yüzden de hepsini sıfırlayıp az ve öz olarak burada bahsetmeye karar verdim:)
Şimdilerde CNBLUE dinlemiyorum. Bıraktım gibi bir şey. Ama hala tüm CNBLUE sayfalarını takip ediyorum, o da alışkanlık olarak kaldı işte:D Ama sanırım yakın zamanda tekrar başlayacağım CNBLUE dinlemeye. Biraz kıymetini anladım gibi bir şey. Sebebine hemen geliyorum.
Daha önceden çok eleştirdiğim için ilginç gelecek ama şu ara Super Junior dinliyorum:D Mamacita'yı dinleyip aşık olmam sonucu biraz kendisine sarmış durumdayım. Önce şarkıyı sevdim, sonra şarkı sözlerini ezberlemeye çalıştım, sonra kim nereyi söylüyormuş, kim kimmiş derken bir baktım Türkçe altyazılı programlarının çoğunu izlemiş, İngilizce altyazılı (taaa 2006'da çekilmiş Full House'dan bu hafta yayınlanmış SJ-M Guest House'a kadar-onun henüz İngilizce altyazılısı yok ama ben Korece de izliyorum:D-) programlara başlamışım.
Doğal olarak favorilerim, sevdiklerim, sevmediklerim var (bundan önceki yazının yayınlanmıyor olmasının sebebi bu kısmın şiddet, cinsellik, çocukların zihinsel ve bedensel gelişimini bozabilecek ögeler içermesiydi:D ) ama çok uzun uzadıya konuşmaya gerek duymuyorum. Sıkı bir Eunhae fanıyım (Programları izleme sebebim biraz da bu) ve onları birlikte görünce çok mutlu oluyorum. Kyuhyun benim KRY'den dolayı en sevdiğim-ve aslında tek bildiğim- üyeydi, hala da öyle. Özellikle de mükemmel "evil" karakterini daha iyi tanıdıktan sonra iyice sevmeye başladım:D Çoğu üyeyi seviyorum aslında. Kangin, Heechul ve Yesung'u tenzih ederekten... Aslında dediğim gibi, bu konuda söyleyebilecek çoook fazla (zannederim dört sayfa boyutunda) şeyim vardı ama ne gerek var? Ergenliğimi kendime saklayıp yazıya devam ediyorum:D
Ses tonu açısından şu ara favorim Ryeowook. Önceden Yesung'du KRY'den dolayı. En yakışıklı bulduğum 2014 itibariyle Eunhyuk. O çocuğa bir şeyler olmuş bu sene ama çözemedim. Eskiden ciddi olarak maymuna benziyorken şimdi inanılmaz çekici. Tabi ki geneli baz alırsak Siwon, o konuda kimsenin aklında soru işareti yok heralde:D Adam hem ultra zengin, hem kibar, hem yakışıklı; ideal erkek resmen. Dolayısıyla kiminle çıkacağı/evleneceği benim için yoğun merak konusu:D
Yine konudan sapmakla beraber hemen toparlıyorum. Yaptığı müzik türü normalde sevmediğim bir tür olmasına rağmen Mamacita'nın beni etkisi altına almasıyla dinlemeye başladığım Super Junior'un bazı şarkılarını (Mamacita, U, ıııı, sanırım hepsi bu kadar:D ) seviyorum, çok sevmemekle birlikte çoğu şarkılarını da grubu sevdiğim için az biraz dinliyorum. Amaaaaaa, bu Super Junior maceram bana gösterdi ki CNBLUE ciddi anlamda iyi bir grup. Evet son zamanlarda rock'ı bırakıp pop'a daha yakın şarkılar yapmalarıyla gözümden düşmüş olabilirler ama en azından enstrüman çalıyorlar ki bunun cidden önemli olduğunu düşünüyorum. Aynı şekilde Super Junior'la kıyasladığımızda yaş olarak çok daha küçük olmalarına rağmen daha olgun, mantıklı insanlar olmaları; ne özel hayatta ne sahnede saçmalamamaları sebebiyle kıymetini anlamış bulunduğum bir grup CNBLUE; zannederim tekrar dinlemeye başlayacağım.
Bundan bahsettiğime göree.. Şu ara MAMA 2014 oylamaları var. Ben de bunu yeppudaa boice'ten öğrendim, her gün de oy veriyorum filan ama hiçbiri CNBLUE'ya değil:D Best Male Group zaten Super Junior. Union Pay Artist of the year da aynı şekilde:) Best Band Performance'daysa cidden daha iyi olduğunu düşündüğüm için FT Island-Madly'ye oy veriyorum. Union Pay Song of the year değişkenlik gösteriyordu benim için. Bir kez CNBLUE-Can't Stop olmak üzere dört beş farklı şarkıya oy vermiştim (Bu alanda Mamacita yok, anlamışsınızdır:D ) ama sonra her alanda birinci olduğu için bu neymiş diye açtım EXO-Overdose'u dinledim ve bayıldımm! Bu yüzden de 2-3 gündür ona oy veriyorum. Garanti o alacak zaten ödülü, ki hak ediyor da. Best Female Artist ve Best Vocal Performance Female'de IU'ya oy veriyordum hep ama bugün yine her şeyde birinci olduğu için Ailee-Singing got better'ı açtım ve ciddi anlamda aşık oldumm! Hem kadının sesi çok güçlü, çok güzel; hem şarkının sözleri, müziği, herşeyi güzel işte. O yüzden yarından itibaren o alanlarda da oyumu değiştimiş bulunmaktayım. Kendimi acayip satıcı hissediyorum:D Ama daha iyi olduğunu bildiğim halde sırf seviyorum diye birilerine oy veremem ki. Ne yazık ki kaybettin CNBLUE:/ Gerçi zaten ben oy veriyim ya da vermeyeyim hiçbir şey değişmiyor. Best Band Performance'da %41'le ezici bir üstünlüğü varken Union Pay Song of the year'da hiç şansı yok. Ama Super Junior'ı öne geçirebilirim. Ki bu oylama direkt sonucu belirlemediği için hala umudum yüksek. Fighting!!
Bunu da geride bırakırsak sırada izlediğim diziler var:) Yine olabildiğince kısa tutacağım. Hatırladığım kadarıyla Coffe Prince, Emergency Couple ve King of High School Life Conduct. Evet, evet bu kadar. Bir an düşündüm başka var mıydı diye ama yoktu. Baya az izlemişim şu ara. E tabi, azıcık yoğun yaşayınca şu aralar...
Coffe Prince'ten başlayacak olursak... Kendisini bana çok tavsiye ettiler. Hem çoğu blogger'ın en iyiler listesinde, hem de yakın zamanda bulduğum tek Kore dizisi seven arkadaşımın en sevdiği diziymiş; ben de başlayayım dedim. Bitirdim ve herkese katılıyorum, mutlaka izlenilmesi gerekilen dizilerden. Bir kere kendi türünün en iyisi. Erkek kılığına girmiş kız dizilerinin klişelerini yıkıyor. Özellikle de adamın kızı erkek sandığı halde ona aşık olması, bunu bile bile kendini tutamayıp ilişkiye başlaması çok güzel anlatılmıştı. İkisinin olduğu çoğu sahnede kalbim pır pır etti. Ama aynı kimya kızın kız olduğu ortaya çıktıktan sonra yok mesela. İlginç bir şekilde orada ilişkilerini sönükleştirip yan karakterlere ve yan olaylara yoğunlaşmayı tercih etmişler. Zaten son 4-5 bölüm öylesine başlayıp öylesine bitti diyebiliriz. Mesela dizi bittiğinde üzülmedim çünkü diğer tüm bölümlerde de bitirebilirlerdi, öyle boş bir finaldi yani. Ha tabi "yapacaklar mı, yapmayacaklar mı" klişesini (gerçi bu bir Kore dizisi klişesi olmadı sanırım hiçbir zaman ama benim izlediğim dizileri baz alırsak inanılmaz yaygın bir klişe) seviyorsanız son bölüme kadar heyecanınızı koruyabilirsiniz. Ama "yapacaklar mı-yapmayacaklar mı" klişesini çoooook daha güzel sunan en az 10 amerikan dizisi önerebilirim, o ayrı:D Amerika bu işi biliyor ya:D
Bunu kısaca anlattığıma göre Emergency Couple'a geçebilirim. Tıbbi dizileri sevmediğimi söylemiş miydim? Yani aslında tıbbi dizileri seviyorum. Grey's Anatomy, Scrubs, House filan izlemişliğim çok var ama Grey's Anatomy ve Scrubs'ı izlediğimde henüz tıp okumuyordum ve House'un tıbbi kısmına da bir kulp takabilen azdır zaten. Oysa bu dizi çoğu tıbbi dizinin yaptığı gibi tıbbın-afedersiniz ama- içine sıçmış. Başka bir tabir yok. Belki anlamayan biri sevebilir ama tıbbın T'sinden haberiniz varsa bu diziyi izleyemiyorsunuz. Dünyanın ennnnn basit işlemlerini, tanılarını o kadar absürd tepkilerle karşılıyorlar ki... Arkadaşım alt tarafı bir damar klemp'lemişsin, sanki bomba imha etmişsin gibi ne o ifade? Hastaya diyaliz yapılırken "Niye diyaliz yapıyoruz?" diye sorman, sonra da "Aman allahım" ifadesiyle böbreklerin iflas ettiğini çakman... İntern olduğumda böyle bir soru sorsaydım hocam hiç sinirlenmeden gayet nazik bir şekilde "Çık dışarı" derdi ve bir daha hastaneye giremezdim. Sonra ennnn basit tanıları bile birbirinize açıklamanız... Tamam anladık izleyiciye anlatmak için bu ama tıp fakültesi ikinci sınıfta öğretilen şeyi bir intern'e açıklamak komik durmuyor mu? O adam o vakte kadar onu bilmeden geldiyse gitsin ölsün bir zahmet. Ayy, hatırladıkça sinirleniyorum yine... Tamam, sakinim.
Bunları yok sayacak olursak güzel diziydi... Uzun zamandır ilk defa ikinci erkeğin bu kadar şansının olduğu bir dizi izledim. Hatta öyle ki kız son ana kadar ikinci erkeğe varacak gibiydi, son dakikada döndürdüler. Bana booool bol kalp titremesi yaşattıran bir dizi oldu ama. İkinci erkeğin şansı bu kadar çok olunca "Şimdi ne olacak?" olayı gerçekten bir heyecan kazanıyor. Ben en başta ikinci erkekle olsun çok istemiştim her zamanki gibi ama birinci erkek o kadar tatlı ki ve o kadar tatlı aşık oluyor ki onun tarafını tutmamak imkansız. İşte bu yüzden ikinci erkeği sevmediğim nadir dizilerden oldu bu da. Adam kızın eski kocası, kıza hala aşık, bunu da gelmiş sana söylemiş, kızın da onda gönlü var gibi gibi, e o zaman sen niye hala aralarındasın?? Birazcık insaniyet diyorum... (Resim uyarısı: Azıcık çok mu tatlılar ne?:) )
Bunu da geçecek olursak sıra geldi King of High School'a. Aslında kendisini hala bitiremedim. 6.-7.-8. bölümlerin sonları fazlasıyla kalbimi titretti, evet. Ama sonra nedense bir sıkıcılaştııı, bir sıkıcılaştı... Belki ben ilk bölümde gösterilen flashforward'dan dolayı farklı bir beklenti içine girdiğim içindir ama benim için dizi geçmek bilmedi. Ben düşünmüştüm ki kız onun liseli olduğunu öğrenecek, ona bu ikili hayatı sürdürmesi konusunda yardımcı olacak, bir süre böyle devam ettikten sonra aşık olacaklar. Oysa tam tersi oldu; aşık oldular, çıkmaya başladılar, çooook sonra öğrendi kız onun liseli olduğunu. Böyle olunca da bence gereksiz sahneler daha fazla oldu. Ama başroldeki adamı (Seo In Guk) sevdiğim için yine de zevkle izlediğim bir dizi:) Tabi ki asla bir Reply 1997 olamaz ama çok pişman da değilim izlediğime... Bir de bitirebilseydim iyiydi tabi:D

Bu yazının buradan önceki kısmı neredeyse bir ay öncesine aittir, belirtmek isterim:D King of High School'u zorlaya zorlaya bitirdim. "BENCE" saçmalıklar, saçmalıklar... Ama ben fazla mantık çerçevesinde bakıyor da olabilirim, siz bana takılmayın yani:D (Ayrıca bence resim bile çekiyor diziye:D )

4 Ekim 2014 Cumartesi

Bayram geldi, hoşgeldi!

Bayram geldi, memleketime döndüm!:) Ama tabi bu iyi mi, kötü mü tartışılır... Bir kere kendi şehrim 30 küsür derecelerde seyrederken, akşamları bile etek üzerine kısa kolluyla çok rahat deniz kenarında oturulabilirken buraya bir geldim; aman allahım, resmen kış! Şu an üzerimde üç, ayağımda iki kat var ve evin içinde ancak normal vücut ısımı koruyabiliyorum. Zaten hastalığım yeni yeni geçme aşamasına gelmişti, kesin yine yeni yeniden başlayacak:/ Neyse, hasta olacaksam evimde olmam daha iyi. Valla prensesler gibi bakılıyorum burada, zaten ailemin bana hitap şekli bile prenses:D Azıcık şımartılıyor muyum ne:) Dışarıda okurken eve dönmek hep güzel oluyor bu bakımdan:)
Eve dönmenin bir diğer güzel yanıysa sınırsız internete kavuşmaak! Hazır buradayken yine dizi depoluyorum kendime ama tabi depoladığım hızla bitirdiğim için sonuç sıfıra sıfır, elde var sıfır:D Aslında yurtta da sınırsız internetim var ama her katta sadece iki wireless olduğu için çoğu zaman internete bağlı bile kalamıyorum, bırak dizi indirecek hıza ulaşmayı... Gerçi evde de işler çok iyi durumda değil çünkü babam gerizekalı bir çocuk koruma paketine geçmiş; tüüüüüm video'ları açıyor, vk video'larını açmıyor! Dolayısıyla dailymotion indiriyorum ama vk kadar kolay değil indirmesi, bir de part part veriyor zaten 1 saatçik olan bölümleri, uğraş dur... Babama söyledim dizi indiremiyorum diye, indirme dedi, dizi indiremeyeceksem niye sınırsız internet var dedim, ders için dedi, ders için 1 gb bile yeter ki dedim, demez olaydım. Benim yüzümden annemler sınırsız internetlerinden olabilirler ama hadi hayırlısı:D
Bu arada mutlaka önceden belirtmişimdir ama kurban bayramı benim en sevmediğim bayram:/ Bir kere ben zaten öyle aman aman et seven biri değilim. Bırakın sakatatı, çoğu normal eti bile yemem. Benim yiyeceğim et sıfır yağ, sıfır sinir, sıfır damar olmalı; kısaca ben et yemiyorum bile denilebilir:D Çoğu meyve ve sebzeyi de yemediğim için benim nasıl hayatta kaldığım arkadaşlarımı derin merakta bırakan bir konu:D Neyse işte, bunlara ek olarak kurban eti taze olduğu için inanılmaz derecede kokuyor bana, tüm kurban bayramını o kokunun verdiği mide bulantısıyla geçirmek zorunda kalıyorum. Son 4-5 yıldır kesmek yerine bağış yapıyorduk ben rahatsız olduğum ve babam da taze eti çok sevmediği için ama bu sene nasıl olduysa danaya girmişiz, evde kilolarca et var:s Çok şükür ki hastayım da hiç koku alamıyorum:D Zaten pişirmeyeceğiz de onları. Çoğunu dağıtıyoruz, az bir kısmını da aylar sonra kullanılmak üzere buzluğa atacağız. Malum, taze et sevmiyoruz. Kurban bayramında yenilmek üzere kasaptan et aldık işte biz de:D Sevgilim çok garipsiyor bizi ama zannederim alışması lazım, ileride de kurban eti yiyebileceğimi sanmıyorum. Eti parçalayıp buzdolabı poşetlerine koyma işlemini bile gaz maskesiyle yapmak zorunda kalabilirim:D
Aa, bu arada hayallerimin erkeğini buldum!! Ve hayır, sevgilim değil:D Rich Man Poor Woman diye bir Japon dizisi var. Geçenlerde izledim bitirdim. Orada Hyuga Toru diye bir karakter var, işte o! Dikkatinizi çekerim oyuncuya değil karaktere aşığım:D Şimdiden uyarıyorum, birazdan sizi fazlasıyla Hyuga Toru resmine boğabilirim:D Hyuga Toru'ya aşık olmam üç aşamalı bir olaydır ve ben de bunu bu aşamalarla anlatmaya bayılıyorum:D Öncelikle dizinin en başında, adamı ilk gördüğümde "Yakışıklıymış" diye düşündüm (Ki bir Asyalıyı yakışıklı bulmamın ne kadar düşük bir olasılık olduğunu blogumu daha önce okumuş olanlar bilir:D ), varan bir. Bu arada belirtmek isterim ki şimdiye dek izlediğim tüm Japon dizilerinde Oguri Shun (Hyuga Toru'yu oynayan aktör) oynuyormuş ama ben ilk defa onun yakışıklı olduğunu düşündüm. Ya yaşlanınca daha bir hoş olmuş bu adam ya da ilk anda anlamışım zengin egoist manyağın teki olduğunu, ondan yakışıklı gelmiş:D Neyse efenim, sonra adam etrafındaki herkesi ezip dalga geçmeye, bu sırada da çok eğlenmeye başladı ve ben "Adam çok eğlenceli, karakter süpermiş" moduna geçtim, varan 2.







Varan 3 için ayrı bir paragraf açmayı uygun gördüm zira yukarıdakilerle hiçbiiiir ilgisi yok:D Tüm bunlara rağmen yine de öyle aman aman ilgilenmemiştim adamla kiiiiii; adam sabah kalkıp garajına gidene dek! İşte şu aşağıdaki manzarayı gördüğüm saniye "Hyuga Toru benim hayallerimin erkeği!!!!" oldum:D An itibariyle "Hyuga Toru neden gerçek bir insan değiiiiil" diye depresyondayım:D Yakışıklı, bilgisayar dehası, espritüel, duygusal, mükemmel bir zevki var ve en önemlisi BU garaja sahip! Sevgilime bundan bahsettiğimde böyle bir insanın gerçek hayatta olamayacağını, gerçekte böyle bir garajın sahibinin Ali Ağaoğlu olduğunu söyledi; ben de eğer bu garaja sahipse Ali Ağaoğlu'nun bile çekici gelmeye başladığını söyledim:D Şimdilerde sevgilim benim inanılmaz derecede paragöz olduğumu düşünüyor:D Ama tek değilim. Bu hikayeyi aynen bu şekilde anlattığım ve hikayenin sonunda tabi ki garajın resmini gösterdiğim bir erkek arkadaşımın ilk tepkisi "Eğer adam gay'se ilk ben yazıyorum" oldu:D Ki bu sırada yanında sevgilisi vardı ama kız oğlanın araba aşkına alışkın olduğu için duymazdan geldi bu lafı:D Sanırım bende de hafiften bir araba aşkı var, özellikle de klasik arabalara karşı ki bu mükemmel arabaları gerçekte bir arada görürsem heyecandan bayılabileceğimi düşünüyorum.
Bu konudan sevgilimi uyuz edecek kadar uzun süre bahsettiğime göre artık susabilirim:D Bunun dışında bu sene şimdilik 0 bayram harçlığı aldığımı, babam da ben de hasta olduğumuz için henüz babaannemin mezarına bile gidemediğimizi, şimdilik odamda (kardeşimin odasında) yalnız başıma takıldığımı söyleyebilirim. Bu arada kardeşimin odasında olmam da ayrı bir olay. Benim yatağımın full ortopedik olduğunu keşfeden kardeşim kendi odasını bırakıp benim odama yerleşmiş yokluğumda:D Ben de mecburen onun odasında kalıyorum şimdilik ama onun odası benimkinden daha büyük, wireless'e daha yakın ve batı güneşi aldığı için çok da şikayetçi değilim:D Ama mükemmel yatağımı özlemiyor değilim, itiraf edeyim:D
Bu arada harçlık olayında da her sene olduğu gibi bu sene de bir çifte standart yaşanıyor. Ben üniversitede okuduğum, yani aslında paraya daha çok ihtiyaç duyduğum halde bana harçlık vermeyen halam 12 yaşındaki kardeşime harçlık vermiş. Hadi artık buna alıştım tamam da, sonra kardeşim bana gelip "Sen öğrenci adamsın, ihtiyacın olur" diye parayı cebime sıkıştırmaya çalıştı, o çok ağrıma gidiyor:p:D
Kardeşimi gittikçe daha çok sevmeye başladığımı söylemiş miydim? Gittikçe büyüyor, çocukluğun verdiği kıskançlıklarından kurtuluyor. Bu yüzden biz de gittikçe daha yakın, iki arkadaş gibi oluyoruz onunla. Hatta burada değilken 1)geçen sene birlikte yaşadığım kuzenimin 11 aylık oğlunu (görmeniz lazım, dünya tatlısı bir şey) 2)kardeşimi özlüyorum. Diğerleri sonra...
Yeğenimden bahsetmişken söylemeden geçemeyeceğim, İstanbul'da yaşayan kuzenim bayrama gelirken köpeğini de getirmiş; orta boylarda, kumral, çok hareketli ve arkadaş canlısı bir şey. Yeğenimle köpeği yakınlaştırmaya çalıştık ama köpek ilk denememizde yanağını yaladığı, ikinci denememizde de patilerini yeğenimin omuzlarına koyacak şekilde üstüne atladığı için yavrum çok korkuyor köpekten:D Bu denemelerden sonra ne zaman köpek yanına yaklaşsa bizden öğrendiği gibi işaret parmağını sallayıp "Ayıııııy" (=hayır) yapıyor:D Sayemizde çocuğun artık köpek fobisi var:D
Şimdilik benden bu kadar sanırım. Umarım hepinizin bayramı güzel geçiyordur:)

28 Eylül 2014 Pazar

Hastayım, yatıyorum, dizi izliyorum...

İki gündür berbat bir gribin pençesinde kıvranıyorum:( Yurtta tek kişilik odada kaldığım için hastalandığımda bana bakacak kimsem yok, odada ordan oraya sürünüyorum. Bu arada da bolca "Ben annemi istiyoruuuuum" geçiyor.
Evde olsaydım ne güzel, salona veya oturma odasına, televizyonun karşısındaki baş köşeye yatağım kurulur (peluş oyuncaklarımla birlikte tam tekmil oraya taşınıyorum her hastalıkta); ilaçlarım, saat başı ya çorbam ya bitki çayım elime verilir; tüm günü elimi bile kıpırdatmadan mızmızlanarak geçirebilirdim. Ahh, evim evim güzel evim... Yurtta hasta olmak çok zor, çoook.
Hastalıktan dolayı full yatakta olduğum için kucağımda bilgisayarım, bu iki günde bir dizi bitirdim. Lie to Me...
Dizimiz iyi güzel hoş da birazdan geleceğim çooook büyük bir eksisi var. Önce artılarını konuşalım ama:) Bir kere dizi çiftimizi daha altıncı bölümden bir araya getirip (bir araya gelmediler ama kazara veya kızgın oldukları için değil, gerçekten bir şeyler hissettikleri için öpüştüler, yetmez mi?:) ) bizi ha oldular ha olacaklar şeklinde sürünmekten kurtarmıştır. Tabi bu kadar erken bir araya gelince sonraki 10 bölümde olabilecek her türlü engelle karşılaştılar, o da bir eksi aslında.
Ne kızın ailesi, ne oğlanın ailesi full kötü değildi, insanı delirten entrikalar pek yoktu dizide. Ne oluyorsa doğrudan oluyordu hep. Kız da oğlan da dürüsttü ayrıca. Aman duygularımı şöyle saklıyım, aman bu oldu hadi geri çekileyim gibi bir durum olmadı. Bir tek sonunda artık bir engel de bu olsun diye kızın kararsızlığı, oğlandan kaçıp Jeju'ya taşınması filan gereksizdi ama ona da katlanılır. Zaten ayrılmamışlardı o zaman bile, hatta çok sevimli sahneleri de oldu bu süreçte.
Entrikaların çok olmadığını söylemiştim zaten, bir tek ikinci kızın ufak bir çabası oldu ama çok kötü sonuçlar doğurmadı bence. Yani sonuçta adam sokakta Ah Jung'un elini tutup "Ben Gong Ah Jung'a aşığım" diye bağıra çağıra duygularını söylemek zorunda kaldı, bir kız daha ne ister:) Bir de ben ikinci kıza can-ı gönülden hak verdiğim için bir şey diyemiyorum. Sonuçta ben de şu anda üç yıllık bir ilişki içindeyim. Verilmiş sözlerin sonsuza kadar süreceğini düşünüyorsun ilişkideyken, seni asla unutamayacağını düşünüyorsun. Özellikle de bizden kaynaklanmayan sebeplerden dolayı ayrılmak zorunda kaldıysak, bu sebepler ortadan kalktıktan sonra eski halimize dönmemizi beklemem absürd değil bence. Ki ben sevgilime "Senden ayrılsam bile beni asla unutmayacaksın, asla benden başka biriyle olmayacaksın, söz ver." diye saçma baskılar bile uyguladığım için Yoon Joo'ya fazlasıyla hak veriyorum:D Sadece bir noktada psikopata bağlamasaydı iyiydi.
Bu arada haziranda izlediğim Heirs'den sonra ağladığım ilk dizi kendisi. Dram izlemiyorum, çoğu dizideki dram sahneleri de yapmacık geliyor zaten bana. Ama burada kızın arabadaki bir yandan kendi kendine "sorun yok" derken bir yandan da hıçkıra hıçkıra ağlaması nedense etkiledi beni. Kendimi çok rahat koyabiliyorum onun yerine. Bir öyle bir böyle davranan, sizin yanınızdayken farklı başkasının yanındayken farklı konuşan, belki kararsız belki maymun iştahlı erkekler... Çok adisiniz ve ne yazık ki biz her seferinde kanıyoruz sizlere... Gerçi Ki Joon adiliğinden değil sorumluluk duygusundan dolayı böyle davranmıştı ama olsun. Şu ara hasta olduğumdan mıdır nedir, fazlasıyla empatik bir modumdayım, dizideki herkesin yerine koydum tek tek kendimi:D
Dizinin eksilerine gelecek olursak ilk olarak; bu ikinci erkeklerle derdiniz neeeee!? Daha doğrusu olmayan ikinci erkekler, silik ikinci erkekler, hayalet ikinci erkekler... Kısaca yok yani ikinci erkek. Daha doğrusu var ama yok. Madem ne Ah Jung, ne Ki Joon öğrenmeyecek bunu; madem dizideki hiçbir şeyi, kimseyi etkilemeyecek Ah Jung'u sevmesi; o zaman neden Sang Hee Ah Jung'a aşık oldu? Kendi içinde bir iki bölüm acı çekmesi sonra unutması için mi? Ne gerizekalı bir şey bu ya. Ben çok umutlandım biri ha öğrendi ha öğrenecek; son iki bölüm oldu, artık engel kalmadı, bir engel de bunu çıkaracaklar kesin diye ama olmadı, olmadı. Öyle mal gibi kendi kendine sevdi, mal gibi kendi kendine unuttu Ah Jung'u. Bir de dizinin ilk 7 bölümünde her an Ah Jung'un yanında olan Sang Hee, Ah Jung'a aşık olduğunu fark ettikten sonra diziden çıktı resmen. Ne halası arayıp sordu, ne abisi, ne Ah Jung... Ah Jung'un resmini yaparken gösterdiler bir kaç defa, bir iki defa da abisiyle Ah Jung'u görüp kıskandı, bu. Madem Ah Jung'u unuttu neden Yoon Joo'yla yapmadılar onu da anlamadım. Sen çocukluğundan beri bu kızı sevmişsin, kız abinle nişanlanınca kıskançlıktan delirip nişanlarını bozmuşsun, aradan üç yıl geçmiş kız geri dönmüş hala ona aşıksın, sonra bir anda "A ben Ah Jung'a aşık oldum, abimle mutlu olun hadi" !?? Bu ne? Direkt böyle söylemedi tabi ama buna getirdi işte olayı. E sonra bir iki acı çekti, Ah Jung'u da unuttu, Yoon Joo hazır boşta, abin onu sallamamış, kız her gün senin yanına uğruyor, hala mı olmaz bir şey? Dizi bu konuda çok sinir etti beni, çooooook.
Bu arada Sang Hee'yi de dizi boyunca benzetmediğim adam kalmadı:D You Who Came From Stars'daki ikinci erkeğin abisine mi benzetmedim, Big Bang'deki T.O.P.'ye mi, Reply 1994'daki Chil Bong'un bakışlarını bile gördüm bir ara:D Gerçi o bakışlar "başkasını seven bir kadına sırılsıklam aşığım" bakışları olduğu için ikisinde de olması doğal:D
Diğer hayalet ikinci erkeğimiz de (biraz uzun bir tanımlama olacak ama:D ) Ah Jung'un babasının aşık olduğu kadının dükkanında çalışan, Ah Jung'un babasının aşık olduğu kadına aşık olan adam. Ben o kadın bu adamla olacak diye bekledim ama sonra nasıl olduysa Ah Jung'un babasıyla oluverdiler bir anda. Hatta bir baktım ki bunların çıkmaya başlamasını kutladıkları gecede bunların fotoğrafını o adam çekiyor. Baya hızlı bir geçiş oldu yani. Diyorum ya, bu dizinin ikinci erkeklerle bir sorunu var. Arkada kırık kalp bırakmamaya mı çalışıyorlar napıyorlar bilmiyorum ama resmen harcamışlar iki ikinci erkeği de. Özellikle de Sang Hee'yi... Sang Heee! Yavrum ya, oysa sen de bir açılsaydın Ah Jung'a, kız sana "Ben abini seviyorum." deseydi. Abin yaptığın resmi görüp duygularını öğrenip "Senin için Soon Joo'dan vazgeçtim ama Ah Jung'dan vazgeçmem." deseydi. Bir dövüşseydiniz şöyle yumruk yumruğa. Sonra Ah Jung düzeltseydi tekrar aranızı, yine yakın arkadaşın olsaydı ilk zamanlardaki gibi. -saydı, -saydı, -saydı... Benim hayalimdekiler bunlardı ama işte dizide resmen boşa yazılmış, boşa oynanmış bir karakter oldu Sang Hee.
Yine ne kadar uzun yazdım öyle. Her yazının başında kendi kendime söz veriyorum bu sefer kısa anlatacağım diziyi diye ama sonra yine monologa bağlıyorum. İşte bunlar hep etrafımda Kore dizilerinden konuşabileceğim kimse olmamasından... Yok, bundan sonra kararlıyım, bir sonraki yakın arkadaşımla mutlaka ortak zevklerimiz olacak. Ne bu böyle konuşmak istediğin her şeyi bloga yaz, onu da zaten kimse okumasın, bildiğin kendi kendine konuşmanın meşrulaştırılmış halini yaşıyorum şu ara:D Adı da deli değil blogger oluyor. Bir nevi kendi kendini kandırmaca... :)

26 Eylül 2014 Cuma

Gayet kısa tutulmuş bir dizi yazısı:D

Bu sefer cidden az ve öz konuşmak üzere geldim:D Geçtiğimiz süre boyunca Operation Love adlı bir Japon dizisini, After School Bokbulbok adlı bir mini diziyi ve Flower Boy Ramen Shop'u izledimm. Hepsi hakkında birkaç cümle söyleyip dizi mevzusunu burada kapatacağım, kesin kararlıyım:)
Operation Love güzeldi ama bir noktadan sonra oğlanın mallığı, bir türlü açılamayışı çok bayabiliyor. Bir de o kadar şansı kaçırıp sonra "En güzeli şimdiki zaman" modunda olabilecek ennnnn kötü ortamda, kızın düğünündeki konuşmasında, kıza olan aşkını söylemesi... Bir de belirtmek istediğim bir şey var ki, en güzeli şimdiki zaman değil! Elli defa geriye gidip tüm anılarını düzeltmeseydi kız o itiraftan sonra asla adama gelmezdi. Tüm o düzelttiği anıların hatrına, adamın yıllardır kendisini sevmekte olduğunu gördüğü için geldi adama. Yoksa dizinin ilk başladığı anda yapsaydı itirafı, görürdü bakalım geliyor mu kız... Neyse işte, dizimiz iyi güzel hoş da dediğim gibi azıcık bayabiliyor. Kendisinin bir de Kore versiyonu varmış sanırım ama bence Japon versiyonları hep daha iyi olduğu için hiç bakmadım kendisine, o nasıldır bilmiyorum.
Mini dizimiz After School Bokbulbok şirin, absürd, eğlenceli bir dizicik. 13'er dakikalık 12 bölüm... Daha ne neymiş, kim kime aşıkmış, hangi aşk üçgenleri varmış, geçmişten gelen sır neymiş anlayamadan dizi bitiyor:D Aslında o kadar da çabuk bitmiyor, bunların hepsinin cevabı var dizide. Ama ne yazık ki sonunu yine net bağlamamış, daha doğrusu son gibi değil bölüm sonu gibi yapmışlar. Kimin kimden hoşlandığı bizim için bariz olsa da karakterler arasındaki ilişki gelişimini ne yazık ki göremiyoruz. Gelişimini değil başlayışını bile göremiyoruz:D Ama yine de sevdim ben diziyi; bir gecede, güle eğlene izledim. Ha bir de 5urprise nedir öyle ya, hepsi birbirinden tatlı, maşallah:)
Flower Boy Ramen Shop'a gelecek olursaaak... O kızın yerinde olmak isterdim, ne diyim:D Bir bölümde kızın kimchi yapmasına yardıma gelmiş teyzelerimiz kıza "öğretmenim", "noona", "karıcığım", "tatlım" diye gelen dört flower boy'umuzu görüp ağızları açık kalmıştı:D En başta çok takmasam da (erkeklerin hiçbirini beğenmediğim için bana ahım şahım bir şey gibi gelmemişti) bu tepkiyi gördükten sonra bir korelinin bakış açısından baktım da kız malı götürüyor ya:D
Cha Chi Soo ilk 3 bölüm beni ciddi anlamda sinir etti. Buz kalıbı itici birinci erkeği öyle dibine kadar oynadı ki full böyle kalacak diye çok korkmuştum hatta ama sonra düzeldi tabi ki:) Zaten bu "soğuk görünüp de aşık olunca aptala dönen erkek" de olmasaydı Kore dizileri nereden ekmek yiyecekti ki:D Bu arada Cha Chi Soo'yu oynayan Jung Il Woo 49 Days'den dolayı (her ne kadar diziyi yarım bırakmış olsam da) çok sevdiğim bir oyuncu. Burada da çok tatlıydı. Yalnız Monstar'daki başrolü de sürekli Jung Il Woo'ya benzetmiştim. Diziyi araştırırken, indirirken, ilk izlediğimde filan; elli defa o olmadığını kontrol ettim de ancak aklıma kazındı:D Ki aslında öyle aman aman çok da benzemiyorlar ama çağrıştıran bir şeyler vardı demek ki... Aklıma geldi de tekrar izlemek istedim, Monstar çok tatlı bir diziydi:) Öyle deyince sanki bu değilmiş gibi oldu ama hayır, Flower Boy Ramen Shop da çok tatlı bir dizi ve kesinlikle tavsiye ederim:) Sadece sonunu çok basit buldum, onun dışında gayet güzel her şey.
Yalnız dizi Verbal Jint'in You offended me'sinin başlangıç kısmını resmen aklıma kazıdı, çıkmıyooor. Bunun çaldığı bölümü yarıda durdurup şarkının adını sanatçısını bulup 4-5 defa dinleyip öyle dönebilmiştim diziye, "neon naran namjaege moyokgameul jwosseo, nae jasineul tataedo neujeosseo" kısmı zihnimde dönüp duruyordu sürekli:D Aslında hiç benim tarzım bir şarkı değil ama kazınınca kazınıyor işte:D
Eveeet, gayet kısa tutulmuş bir dizi yazısının daha sonuna geldik millet, üç diziyi de böylece üzerimden atmış oldum, oh:D

25 Eylül 2014 Perşembe

CNBLUE ÖZEL Vol.5

Uzun zamandır CNBLUE'yla ilgili birşey yazmadım. Uzun zamandır CNBLUE'yla ilgili bir şey de takip etmiyorum. Evet, CNBLUE saplantımın sonuna geldik, belli. Ama en azından sevdiğim, şarkılarını takip edeceğim bir grup olarak kalabilirdi, sanırım artık o bile olamaz.
Uzun zamandır ilk defa eve erken dönünce açtım bilgisayarı, azıcık CNBLUE'yla ilgileneyim dedim. Mesela çok önce çıkmasına rağmen Radio'yu tamamen dinlememiştim. Açmış, yarısında kapatmıştım sıkılıp. Şimdi bir şans daha vereyim dedim ama keşke vermeseydim...
Buraya kadar olan kısmı bir-iki hafta önce yazmıştım. Radio'nun pop rock'tan bile çıkıp, direkt pop, sadece pop olmasıyla ilgili söylenecek bir şey var mı? Diğer şarkılara bir şans vereyim dedim, hayır. Hiçbiri rock değil, hatta en ufak bir rock esintisi bile taşımıyorlar. Can't Stop albümünü ilk dinlediğimdeki hayal kırıklığımı hatırladım birden. Ama sonra onu da öyle, ayrılık şarkıları albümü olarak kabul etmiş; hatta Love is, Cold Love ve Can't Stop'a bayılmıştım. Truth'un hayal kırıklığını ise Go Your Way unutturmuştu ama bu!... Kelimeler kifayetsiz kalıyor gerçekten.
Daha Wave'in yarattığı hayal kırıklığını atlatamadan Sweet Melody geldi çattı. Bir grubun sadece tek bir üyesine hayran buluşması yapmanın mantıksızlığını zaten yeterince sorgulamış ve takmamaya karar vermiştim ama sonra solo albüm, solo konser, solo dünya turu (!!!?) laflarını duyunca dayanamadım. Ciddi anlamda sinirden kudurdum! Ben Jong Hyun'un CNBLUETORY'de gelecek planlarında hep bireysel düşünmesine çok kızmış, solo albüm çıkarılsa grubu bırakıp gidecek heralde diye düşünmüştüm. Şimdi Yong Hwa'nın tam olarak o şekilde davranması!! Zaten lanet solo albümü de bu kış çıkıyormuş, hayırlı olsun. Biri şuna sesinin öyle aman aman çok güzel olmadığını, arkasında grubu olmadan hiç çekilmeyeceğini söylemeli bence. Zaten şarkıların gidişatına bakacak olursak yakında grup olarak bile çekilmeyecekler benim için ama...
Jong Hyun da bir yarışmadaki bir kızın çıkış parçasının yapımcılığını üstlenmiş. Teaser'ını dinledim de cidden kötü. Kötü demeyeyim ama Kpop işte. Sevene gideri var ama benim gibi CNBLUE'nun rock tarzını sevip dinleyenler için değil. Wave albümü de benim için dinlenilmeyecek, hatta indirilmeye bile tenezzül edilmeyecek bir albüm olarak kalacak o yüzden... Ha, bence tek bir artısı var Wave'in; o da Lonely Night. Ama tabi ki Yong Hwa'nın söylediği, arkasında sadece elektronik müzik seslerinin duyulduğu, gitardan iz olmayan hali değil. Biliyorsunuzdur zaten, face'de Yeppudaa Boice diye bir sayfa var. Oradaki adminlerden purpledream'in söylediği hali... Hala dinlemediyseniz mutlaka dinleyin, hatta direkt linkini de vereyim: https://www.youtube.com/watch?v=3WJbv8-HoLw  Hem kızın sesi mükemmel, hem de sadece gitarla çok hoş olmuş şarkı. Hatta aklımdan atamıyorum diyebilirim. Benim için Wave'in tek artısı işte:)
Bundan başkaaa... Haa, Sweet Melody'ye geri dönersek... Sweet Melody'nin fan çekimi video'sunu yüklemişler, açtım ilk şarkıyı dinledim sonra dayanamayıp kapattım. Bir kere Feeling'i söylüyorsan o piyanoyu çalacaksın Yongie'cim. Elinde ne piyano ne gitar, öyle mal gibi durdun. Zaten dans edemiyorsun bir şey yapamıyorsun, alışkın da değilsin, elinde enstrüman olmadan sadece şarkı söylerken ancak aptal gibi gözüküyorsun. Tabi ki bu sadece benim fikrim, beğenenler olabilir. Aman niye kasıyorsam, sanki blogumu okuyan var...
Kısacası çooook sinirliyim millet. Zaten bunlar evleri ayırmış, hepsi kendi başlarına takılıyor. Yong desen kendi başına ünlü olma derdine mi düşmüş napmış... E şarkıları iyice pop'a döndürmüşler, Japonya'dakileri bile. Bu gruba neler oluyor??

Ekleme: Bu yazıdan sonra Sweet Melody'yi izlemeye devam ettim, o yüzden bir şeyler daha söylemek istedim... Sonraki iki parça daha slow'du yani dans etmese de kurtarıyordu biraz ama yine de rahat olmadığı, sahneye hakim olamadığı belli. Acaba bu enstrümanlarının yokluğu mu yoksa arkadaşlarının yokluğu mu? Onlarsız sahnede olmak tuhaf hissettiriyor mudur? Bilmek isterdim...
Bir de merak ediyorum... Madem gitar sololarının olduğu, yani kısacası arkada çalan bir gruba ihtiyaç duyulan şarkılar olacaktı neden grubu yok arkasında? Başka insanların doldurabileceği bir yer mi Min Hyuk, Jong Hyun ve Jung Shin'in yeri? Bazen o kadar yakın duruyorlar ki insan onların sadece iş arkadaşı değil de en yakın arkadaş olduğunu düşünüyor. Oysa belki de öyle değil durum. Bilemiyorum. Keşke CNBLUE'yu seven en azından bir kişi tanısaydım. Böyle konularda konuşabileceğim, beni aydınlatabilecek biri...

18 Eylül 2014 Perşembe

Haftalar geçti...

Haftalar geçti, okulum açıldı, tekrar kendi şehrime taşındım. Çeşitli diziler izledim, çeşitli şarkılar dinledim. Nedense fırsat olmadı hiçbirini yazmaya... Şimdi burada toplu bir anlatım yapmak istiyorum; birkaç haftanın, birkaç dizinin toparlaması gibi bir şey.
Öncelikle Reply 1997'den sonra, onun mükemmelliğinin verdiği gazla izlediğim Reply 1994 var. Dizi baştan sona hayal kırıklığıydı benim için. Belki de 1997'yle kıyasladığım için, belki de gerçekten kötü. Kim bilir...
Dizinin tamamına hakim olan iç karartıcı temayı mı söyleyeyim, kesinlikle kesinlikle kesinlikle çok itici olan Na Jung-Oppa çifini mi, diğer karakterlerin hikayelerinin (dizi hayatımda izlediğim ennnnn uzun-yarıda bırakmayı düşündürecek kadar uzun- Kore dizisi olmasına rağmen) ilerlemeyişini mi, daha neler neler...
Bende spoiler kavramı olmadığından bahsetmiştim. Bu yüzden de zannederim nabrut'ta okuduğum Na Jung-Chil Bong veda konuşması sayesinde kocanın Chil Bong olmadığının farkındaydım. Ama yine de "Nolur Chil Bong olsun, ben yanlış hatırlıyor olayım" modunda 5-6 bölüm gittim. Sonraki 15 bölüm benim için "Bitse de gitsek" tadındaydı. Arada Chil Bong'un tatlı gülümsemesini görüyoruz diye izledim diyebilirim.
Çoooook uzun zamandır ilk defa birinci erkekten bu kadar nefret ettiğim bir dizi oldu. İlk bölümlerde yine idare ederdi ama özellikle de Na Jung'la çıkmaya başladıktan sonra bir itici oldular, bir itici oldular; resmen atlamak istedim onların sahnelerini. O kadar yapmacık bir aegyo görmedim hiç bir yerde. Resmen "Al eline sert bir şey, çarp suratına" diyordu. Hayır bir de dizi "Oppa'yla evlenmek çocukluk hayalimdi" diye başladı, Oppa'yla evlendiler bitti. E o zaman biz bu diziyi gerizekalı gibi niye izledik bir buçuk saatten 22 bölüm? O kadar bölümün sonunda değişen, şaşırtan, "Vay be" dedirten bir şey oldu mu? Olmadı. Hayır ben Kore dizilerini acayip büyük beklentilerle izleyen biri de değilim oysa ki. Tek istediğim azıcık hoş vakit geçirtmesi, dizi onu zaten baştan yapmadığı için bari sonu güzel olsaydı dedim ama o da yok.
Kısacası dizi benim için hayal kırıklığıydı. Hatta yarıda bıraktığım dizilerden bile (Bunların Goong, BOF ve 49 Days olması...? ) daha fazla hayal kırıklığıydı. Onlar sıkınca bırakmışım en azından, bunu neden bırakmadım onu da çözemedim zaten. Gurur mu yaptım nedir... Neyse arkadaşlar, ben ettim siz etmeyin; bence bu diziyi hiiiiç izlemeyin. Bu kadar da netim.
Ayy, baydı bu konu. Dizi hakkında konuşmak bile içimi karartıyor resmen. Hadi bakalım diğer dizimize geçelim o zamaaan: Dal Ja's Spring.
Çok eski bir dizi olduğu için oldukça düşük beklentilerle izlediğim, beklentilerimin aksine çok güzel bir dizi. Özellikle Dal Ja'nın müthiş hayal gücüne bayıldım. Zengin annenin para verdiği sevgili rolüne girmesi hele... :D Daha ilk bölümden hayallerinde neler yaptı küçücük oğlana:D Dal Ja gibi bir karakterle zaten artıyla başladı dizi. Bir de bölüm sonundaki çizimler çok sevimliydi.
Dizide olabilecek her klişe vardı sanırım. Ama zaman zaman Dal Ja'nın tam bir drama kraliçesi olması üzerinden klişelerle dalga geçmeyi de eksik etmediler. Dal Ja'nın aşk konusunda olgunlaşmasını, fikirlerinin değişmesini Dal Ja iç sesinden dinlemek; kadınların yüzyıllardır düşündükleri sorulara bir de Dal Ja'nın yanıt aramasını görmek de çok güzeldi.
Dal Ja ister istemez kendinizi bulduğunuz bir karakter. O kadar güzel yazılmış ki; aslında her gün yanından geçtiğimiz yüzlerce kızdan biri. Bu yüzden de çok doğal geliyor her şey. Benim ya bilerek ya da çekildiği yıldan dolayı abartıldığını düşündüğüm bazı sahneler -mesela intihar sahnesi- de dahil.
Özetle; beğendiğim, sevdiğim, tavsiye ettiğim bir dizi. Dal Ja'nın sizi asla sıkmayacağından emin olabilirsiniz. Ha bir de yine yılı baz alarak söylüyorum; Lee Min Ki hiç fena değilmiş... :)
Sıradaki ve sonuncu dizimizse taze bitirdiğim Monstar!
Benim sevdiğim, sıcak, sevimli bir diziydi. Bunda Seol Chan'ın bana pek çok açıdan Kim Joo Won'u anımsatmasının da payı olabilir:) Hatta sanırım biraz fazlaca da olabilir bu pay... Ama bunun dışında şarkılarının cidden çok güzel olmasının de etkisi yadsınamaz. Özellikle All For One'ın yarışmadaki şarkısı yeni favori şarkım bile olabilir, cidden çok etkileyiciydi.
Şarkılar dışında Seol Chan-Se Yi sahnelerini de çok sevdim. En başta kız baya sinir davransa da Seol Chan'ın tatlılığıyla gitti olay, kız da hoşlanmaya başladıktan sonra zaten pek şekerlerdi. Gerçi biraz daha yakınlaşma sahnesi, ilişkilerinin gidişatıyla ilgili biraz daha bilgi olsaydı daha iyi olurdu ama bana çok batan şeyler değil.
İlk defa bir ikinci erkeği ciddi anlamda sevmediğim bir diziyle karşılaştım, bunu bir yerlere not etmeliyim:D En baştaki soğuk, kendini beğenmiş tavırlarını sevmedim; sonlardaki kıskanç ve yapışkan halini daha da sevmedim. İlk defa bir Kore dizisinde kız gelmiş, fazlasıyla net bir şekilde diğer çocuğu sevdiğini söylemiş (Kızı baya bir takdir ettim yalnız, oldukça sağlam karakterli bir davranış gösterdi), sen hala neyin yapışkanlığındasın? Finalde de Na Na'nın aşkını en sonunda kabul eder gibi bir tavır sergiledi, sonunda beyefendi. Kız daha napsaydı acaba ilgini çekebilmek için...
Yarışmada kimin kazandığını göstermemeleri konusunda da bence bir sorun yok bu arada. Bence All For One kazandı. Zaten fazlasıyla hak etmişlerdi bu sefer. Gerçekten yetersiz bir performanstı Color Bar'ın performansı, kimse inkar edemez.
Her şey iyi hoş da bence bir ikinci sezon gerek bu diziye. Seol Chan-Se Yi ilişkisinin atlatması gereken bir milyon engel olmasını mı desem, Na Na-Sun Woo çiftinin aşık oluşunu görmemiz gerekmesi mi desem, ben daha ne desem?? Havada bıraktıkları çok fazla şey var. Hiçbir şey çözülmüş değil hatta. O yüzden bence bir ikinci sezon olmalı ama olmayacağını da çok iyi biliyorum. Zaten üzerinden bir yıl geçti, artık olmaz ama bir yıl geçmeseydi de belli olmayacağı; finaldeki o kadar sahne arkası resminden sonra...
Neyse efendim, bu dizimiz için de diyebilirim ki: Eğer sağlam finalli, etkileyici biten bir dizi istiyorsanız izlemeyin; ancak sinir olursunuz. Ama eğer olayınız benim gibi hoş vakit geçirten bir dizi izlemekse tavsiye ederim, Seol Chan+şarkılarla baya hoş vakit geçirtir:)
Bugünlük de bu kadar:)

2 Eylül 2014 Salı

Reply 1997

Bu diziyle ilgili duygularımı nasıl tarif etsem bilmiyorum...
Benim için Reply 1997 dediğimde aklıma tek bir şey geliyor: Joon Hee, Joon Hee, Joon Hee. Benim nedense en kendimi özdeşleştirdiğim, en onun hissettiği duyguları hissettiğim, en sevdiğim, mutlu olmasını en çok istediğim karakterdi Joon Hee. Hatta şöyle diyeyim, ne zaman Yoon Jae Joon Hee'ye bir yakınlık gösterse Joon Hee'yle birlikte benim kalp atışlarım da hızlandı. Hele de 16. bölümdeki back hug sahnesinde heyecandan kafayı yiyordum. Sonuçta kendisinden hoşlandığını bildiği halde, üstelik de bir nevi vedalaşırken o şekilde sarılması... Ahh ah..... Gerçi o sarılma bu sarılma değil ama orada ikisinin de yüz ifadeleri fazla yoğun, fazla tuhaftı. Bu resimde çok daha tatlılar. Zaten benim için dizinin en çok yakışan çifti Joon Hee ve Yoon Jae'ydi. Hatta uzun süre Shi Won Tae Woong'la olsun da Yoon Jae Joon Hee'yle olsun istedim. Ama tabi ki bu imkansız bir hayal. Daha Amerika eşcinselleri kabul edip dizilerde filmlerde eşcinsel çiftleri işleyeli ne kadar oldu ki Kore'den bekleyeyim. Daha normal çiftlere öpüşme sahnesi koymayan ülkede ne eşcinsel çifti... Gerçi bir ara umutlanmadım değil Joon Hee Yoon Jae'nin dudaklarına yapışır mı diye ama olmadı, olamazdı. O kadar tatlı, o kadar özverili, o kadar acı çeken bir karaktere en sonunda bir sevgili bulmaları (bize göstermeseler de) biraz olsun içimi ferahlattı ama yetti mi, yetmedi. Ah Yoon Jae ah, 9 yıl Shi Won diye sürüneceğine her daim yanında olan, her daim seni seven Joon Hee'yi görebilseydin... Bu konu bu kadar yeter yoksa birazdan ağlamaya başlayacağım "Neden Yoon Jae Joon Hee'yi sevmiyoooooor" diye:D
(Bu resim Kimbapsushi'nin blogundan bu arada, o nereden aldı bilmiyorum.) Bu replik benim dizideki en sevdiğim repliklerden. Joon Hee'nin aşkının güzelliği ve çaresizliği... Joon Heeeeeee! Aynı şekilde dizide pek çok güzel replik var. Hatta ben ilk defa bir dizideki replikleri bu kadar sevdim, hepsini tek tek yazmak, saklamak istedim. Tabi yapmadım o ayrı:D Ama keşke yapsaydım. İkinci izleyişim olursa (ki olacak, dizi bittiği andaki kalbimin burulmasından hissettim olacağını) bu sefer beğendiğim replikleri not alacağım. Aşkla, özellikle de ilk aşkla, hayallerle ilgili o kadar güzel sözler vardı ki dizide. Normalde böyle şeyleri fazla ucuz bulurum ama bu sefer beni kalbimden yakalamayı başardı bu dizi. 
Diziyle ilgili diğer şeylere gelecek olursaaaak... Tae Woong karakteri de benim sevdiğim diğer bir karakter oldu. Gerçi Yoon Jae'ye "Senin için herşeyden vazgeçerim ama Shi Won'dan vazgeçmem. Daha beni sevmesi için elimden gelenin en iyisini yapmadım." dediği zaman ufak çaplı bir nefret dalgasına kapılıp ağzıma gelen her şeyi saymış olabilirim. Ama sonra kendi elleriyle Shi Won'u Yoon Jae'ye gönderdiği için kendisini tamameeeen affetmiş ve dizideki en sevdiğim ikinci karakter yapmış bulunmaktayım:) Bundan sonra bile tatlı tatlı Shi Won'la flört etmesine, Shi Won-Yoon Jae ilişkisini destekleyip yanlarında olmasına da ayrıca alkış tutuyorum. Oppa'lığını fazlasıyla gösterdi bence, kızın tüm dizi boyunca "Oppa, oppa" diye yalaklandığı kadar vardı:)
Dizideki ikinci karakterleri bu kadar övdükten sonra Yoon Jae-Shi Won çiftini sevmediğim gibi bir izlenime kapılmış olabilirsiniz:D Tamamen yanlış. Özellikle de birlikte büyümelerinin getirdiği yakınlıklarını; Shi Won'un Yoon Jae'nin gıdısını gıdıkladığı, Yoon Jae'nin de onun yüzünü ittirdiği (o hareket nasıl tanımlanabilir) klasikleşmiş hareketlerini; ilk öpüşme anlarını; Yoon Jae'nin ilk aşık oluşunu; evlilik yüzüklerini ve bunun anlamını; "Cevap vermezsen seni 10 kere öpeceğim" tehditlerini; aslında kısaca onlarla ilgili pek çok şeyi çok seviyorum. Sadece çıkmaya başladıktan sonra biraz fazla odun, fazla ruhsuz bir ilişkileri oldu; onu hiç sevmedim. Bu da özellikle kızdan kaynaklıydı tabi ki. Tae Woong'a veya Tony'ye karşı bu kadar sıcak ve sevgi dolu olan biri gerçek aşkına karşı nasıl bu kadar odun kalabiliyor anlamış değilim.
Belki de bu odunlukları yüzünden başrol kız bana Yoon Jae'yle olan çoğu sahnesinde azıcık itici geldi. Sevemedim kızı pek. Ama başrol erkeği (yine baya tipsiz olsa da) sevdim, sesini daha da çok sevdim, şarkılarını dinleyeceğim sanırım. Hazır bir tane solo erkek sanatçı bulmuşum, dinlemek gerek:) Gerçi dizi Ost'larında kızla birlikte söylediği şarkıları sevmedim, kızla uymamış bence ses tonları. Bir de adamın kendi şarkılarını dinleyeyim bakalım...
Evet, son sözlere gelecek olursaaak:) Bence dizinin kurgusu, geçmiş ve 2012 arasındaki geçişler, dizinin ilerleyişi gerçekten güzeldi. Zaten daha ilk bölümde Yoo Jung çıkma teklifi ettikten sonra Yoon Jae'nin Shi Won'a gelip "Onunla çıkmamalı mıyım?" diye sorduğu sahnede anlamıştım kurgunun güçlülüğünü. İlk defa bir Kore dizisinde bir arka planı olan, daha gerçekçi bir ilişki ortaya konulmuştu çünkü. Yine bu gerçekçilik korundu dizinin sonuna kadar. Ne dramda ne de romantizmde abartılı hiçbir sahne yoktu. Her şey gerçek hayatta olabileceği gibiydi. Ha dramda Yoo Jung'un babasının öldüğü zamanki konuşması abartılıydı, pardon.
Bunun dışında; Hak Chan karakterini çok sevdiğinden bahsediyordu herkes, ben sevmedim. Daha doğrusu karakteri sevmedim değil ama sevdim de değil. Yeterince sahnesi yoktu bence. Fazla geri plana atılmıştı. Oysa cidden ilginç bir karakterdi, üzerinden daha çok konu işlenirdi. Senaristin Shi Won'a yoğunlaşmak istemesinden veya sadece bölüm süresinin ve sayısının yetersizliğinden dolayı yazık edilmiş karaktere. Ben şahsen daha çok görmek isterdim kendisini. Aynı şekilde Sung Jae de yazık edilmiş karakterlerden.
Daha söyleyecek belki çok şey var, belki de gereğinden uzun bile konuştum. Ama şimdilik aklıma gelenler bunlar. Ben de Shi Won gibi Fanfiction olayına soyunup kafamda Joon Hee ve Yoon Jae'ye alternatif bir son oluşturabilirim, düşünmüyor değilim:D