23 Temmuz 2014 Çarşamba

Bence boşverin, hiç okumayın:)

Son zamanlarda biraz fazla Kpop dünyasına girdiğimi fark ettim. Özellikle de geçen gün tüm Kpop'u silelim dedikten sonra pişman oldum önyargılı davrandığıma; onu sever miyim, bunu sever miyim diye bir milyon Kpop şarkısı dinledim:D Artık kareografi kusacaktım, gözümün önünde dans eden kızlar uçuşup duruyordu:D
Ha hoşuma giden bir şeyler bulmadım mı, buldum. Mesela Secret'ın I do I do diye bir klibi var. Hem şarkının hem de klibin tarzı bana zamanında kardeşimle fazlasıyla izlediğim High School Musical filmlerini, özellikle de oradaki Sharpey miydi neydi, o sarışın kızın kısımlarını hatırlattı. Sharpey'in maceraları mı ne diye bir filmi çıktı o kızın bir de sonradan, aynen bu tarz şeyler. Disney'in filmlerini çok ayılıp bayılarak olmasa da zamanında fazlaca izlemiş, saatlerimi hoş ve boş bir şekilde geçirmiş olduğum için bu klibe de 5 dakikamı zevkle verdim. Hatta bir sonraki gün tekrar izledim. Belki bir üçüncüyü daha izlettirir ama işte o kadar.
Sonra f(x)'in Electric shock'ını da sevdim diyebiliriz. Özellikle daimi tekrar eden "Electric nananananana" kısmını. Zaten fark ettim ki bana böyle lala, nana, daridiridara du vb ses efektleri verin canımı yiyin:D Şekil 1a: CNBLUE. Gerçi onların aslında çok az şarkısında böyle efektler var ama nedense milletin en çok bildikleri bunlar, ki ben de bunları dinleyerek bağlanmıştım gruba:) Tabi sonra daha rock tarzı olan parçalarını da sevdim o ayrı:) Zaten baktığınızda bu tarz ses efektleri olan şarkılarından bir tek Still in Love'de Yong Hwa'nın ucundan eli değmiş, kalanının hepsinin bestecisi ve söz yazarı farklı. Yani tarzları aslında o değil ki FNC kendi şarkılarını bestelemelerine izin verdiğinden beri de hiçbir şarkılarında ses efekti yok ama neyse, konu dağıldı:D Seviyorum yani ben ses efektlerini. Sağolsun Kpop da bunu çoooook fazla kullanıyor o yüzden o an için dinlenebilir ama aklımda kalıcı yer edinmeyen şarkıları dinledim fazlasıyla. Ertesi gün hatırlayabildiğim bir bu ikisi vardı:D
Neyse, Kpop'a abartılı derecede girdiğimi fark ettim bugün. Sonuç olarak da silkindim, "Aman bana neyse..." dedim ve kendime geldim:) Cidden niye bu kadar abarttım bilmiyorum, sırf CNBLUE seviyorum diye ne gerek varsa bu kadar Kpop olayına girmeye... Sanki illa tüm grupları bilmem gerekiyormuş gibi bir moda girmişim:D
Bu furyayı da böylece bitirip eskiden sevdiğim şeylere döndüm işte. Mesela ben blog okumayı çok severim. Günlük tarzındakileri bile:) Zaten ben de öyle yazdığım için ve eskiden beri milletin düşüncelerini bilmeye saplantılı olduğum için... Lisedeyken bir ara şöyle bir süper gücüm olsun isterdim: bir insana dokunduğum anda onun tüm geçmişini, yaşadıklarını, hissettiklerini, şimdiye kadar aklından geçmiş olan her şeyi öğreneyim. Sonradan Alacakaranlık serisindeki bir kötü karakterin gücü çıkmıştı bu, özenmiştim adama:D
Neyse işte, blogger'da sol üstteki "Sonraki Blog" yazısına tıklayıp rastgele blog okumayı seviyorum. Bugün de aylardan sonra yapıyım dedim. Alçak Basınç diye bir müzik blogu çıktı şansıma:) Bu benim bu şekilde denk geldiğim ilk müzik blogu. CNBLUE'dan sonra müziğe daha çok önem vermeye başladığımdan bahsetmiştim. Üstüne tam denk geldi yani:) Bu blogda önerilen şarkıları dinlemeye başladım ben de. Özellikle ilk dinlediğim şarkı olan Sivu-Over&Over'ı sevdim:) Her ne kadar son zamanlarda full Korece şarkı dinlediğim, Kore dizisi izlediğim için en başta İngiliz İngilizcesi kulağıma acayip tuhaf gelse de:D
Sonra Blogdan bir kaç şarkı daha dinledim ama çok hoşuma giden bir şey olmadı. Sonra ocakta yazılmış bir caz yazısı ve caz listesiyle birlikte bayadır dinlemediğim, zaten normalde de çok dinlemediğim caz müziğe bıraktım kendimi:) Birkaç ay önce öylesine girdiğimiz bir barda caza yakın parçalar çalıyordu en son. Ben bayılmıştım ama tabi ki yine hiçbiiiiiir arkadaşımla ortak konumuz olmaması mevzusu... Ondan önce de Fizy mood'un Caz vokalistleri kısmını dinlerdim arada, cazla alakam bu:) Ha bir de The Simpsons'ın jeneriğindeki Lisa'nın okul bandosunda çaldığı saksafon:D
Saksafon çok ilginç bir müzik aleti değil mi? Aslında üflemeli çalgılara hiçbir zaman ilgim olmadı. Nefesim inanılmaz güçsüzdür çünkü. Hatta bugün doğum günü mumlarımı 5 defa söndürmeye çalışıp, dibine girmeme rağmen sadece bir tanesini söndürebilip en sonunda kardeşime bıraktım o işi:D Ama parmaklarım fazlasıyla uzun, o yüzden de gitar ve piyanoyla ilgilendim zamanında. Tabi iki farklı zamanda, iki farklı gitar aldırıp toplamda iki yıl gitar kursu almama rağmen yıllardır elime almadığım gitarım evin bir yerlerinde sürünüyor:D Hatta yeni evde bodruma bile atılmış olabilir, zavallım:D İlk dersten dönüşümde yalvara yakara aldırdığım piyanom da aldığım üç aylık kurstan sonra araya yaz tatili girmesi, sonra da hevesimi kaybetmem sonucunda iki yıl evde takılıp en sonunda bari yer kaplamasın diye satıldı:D Sonradan bir de bateriye ilgi duydum ama tabi ki bateri aldırmak gibi bir manyaklığa başvurmadım:D Zaten sonraki Guitar Hero çalışmalarım göstermiştir ki bateri hayvan gibi zor bir alet, Beginner modunda bile kollarım kopuyor:D
Müzik aletleriyle böyle aşkla başlayan ama devamı gelmeyen bir ilişkim oldu yani şimdiye dek:) Şu ara da bas gitara sardım, aldırsam çalabilir miyim diye düşünüyorum:) Hatta bu listedeki bazı şarkılarda da çok hoş bas gitar kısımları vardı, baya hoşuma gitti. Hoşuma gitmek demişken Mellow Mood cidden baya hoşuma gitti aralarında:) İlk şarkı da çok güzeldi: A Love Supreme Part 1. Zaten aslında saksafondan bahsetme sebebim buydu, yine konuyu dağıttım:D
Saksafon sizinle konuşuyor gibi geliyor mu size de? Özellikle bu şarkının başlarında çok da belli bir ritme sahip olmayan saksafon kısımlarında gerçekten iletişim kuruyormuşuz gibi hissettim. Benimle konuşuyordu ve ben de anlıyordum. Oyuncu bir enstrüman saksafon. Bir öyle bir böyle. Önce sesleniyor sana, sonra nazlanıyor biraz, sonra derdini döküyor, susuyor belki biraz, sonra tekrar ilgi istiyor senden, şımarıklık yapıyor, tekrar anlatıyor kendini, sonra vedalaşıyor yavaş yavaş. Her ortaya çıkışında bir dostumla karşılaşmışçasına gülümseyerek dinledim bu ve sonraki birkaç şarkıda. Bilmiyorum, belki de saçmalıyorum gece gece (sabah sabah) ama bana öyle geldi işte:)
Neyse, bu blogu geçince bu sefer de kendimi bir sinema blogunda buldum ama entel olanından:) Ki bu da bana bu sene katıldığım ama popüler kültürden uzak olduğu için ne yazık ki varlığını sürdüremeyen sinema kulübümüzü hatırlattı. Popüler kültürden uzak derken bir noktada Luis Bunuel ve Salvador Dali'nin filmi olan "Bir Endülüs Köpeği"ni izliyorduk sürrealist filmleri tanımak için, o derece uzak:D Ki ben o filmden bir anlam çıkarmıştım, bildiğin filmi mantığa oturtmuştum, hala da haklı olduğumu düşünüyorum ama sırf emin olmak için tekrar izleyemem, bünyem kaldırmaz:D
Üçüncü blog da ne olduğunu pek tanımlayamadığım, isimlendiremediğim bir blog:) Edebi yazılardan oluşuyor desek... Edebiyat diyemem. Günce desek... Değil, hayır, eksik işte bir şeyler... Bana özellikle lisede ve üniversitenin ilk senesinde yazdığım bazı yazıları anımsattı. Tanımlanamayan yazılar... Kuzenimde görüp ilk 5-6 sayfasını okuduktan sonra göz koyduğum Bulantı kitabını hatırladım bu yüzden. Eve dönünce sorayım da bitirdiyse alıyım ondan. Bugün eve gidiyoruz gibi. Öyle umuyorum. Nolur!
Oh be, özüme döndüm:) Sevgilim bu yazıyı görünce mutlu olacak sanırım. Artık iyice gına gelmişti çocuğa tüm o ergen hallerimden. Kendi yaş seviyeme döndüm küçük bey, mutlu olun:)

2 yorum:

  1. Oh be sonunda dedirten hareket bknz.ergenlige21yasindagirmek

    YanıtlaSil
  2. Ben senin fazlasıyla subjektif reklamlarını yaparken bu isimle yorum yazman...! :D Kel değilsin, ama olacaksın, o kesin:D Bence şişman, diğer insanlara göre normalsin ama ben şu ara 32 beden olmaya çalıştığım için beni kıstas almayabiliriz bence:D Paralı hiç değilsin, kusura bakma:D Eveeet, ergenliğe 21 yaşında girdim, napabilirim, bizim zamanımızda yoktu böyle şeyler:p:D

    YanıtlaSil