Tatilde Ahmet Ümit'in Kukla kitabını okuyacaktım sözde ama nasıl olduysa kendimi tekrardan Çalıkuşu'nu okurken buldum. En sevdiğim yerli kitabın o olduğunu söylemiş miydim? O yüzden de onlarca, yüzlerce kez okuyacağım belki de bu kitabı. Şimdiden 20 olmuş mudur? Kim bilir...
Diyorum ki okurken fon müziği olarak Çalıkuşu'nun o çok sevdiğim müziğini mi açsam. Yeterince duygulanmıyormuşum gibi... Oturur ağlarım artık:)
Son birkaç gündür dinmek bilmeyen bir yağmur var bu şehirde ve çoğu şehirde. Sanki tarlam bahçem varmış gibi yağmur yağdıkça mutlu oluyorum "Ohh, ne güzel, bereket bu bereket" diye... Yok bu şehirde de yağıyormuş, şu şehirde sel olmuşmuş, o şehirde yollar kapanmışmış; duydukça bir "Ohh" çekiyorum içimden, "Yağsın yağsın, göller barajlar dolsun, ohh ne güzel". Sanki gölle barajla çok işim var, zannedersin balıkçıyım. Hep şu birkaç yıl önceki kuraklık yüzünden. Hani şu bahçe sulamanın, araba yıkamanın yasak olduğu; haberlerde her gün göllerin doluluk oranının verildiği zamanlar... O günlerden kalma bir alışkanlıkla sürekli yağmurları bekliyoruz ülke olarak. "Aman yağsın, kuraklık olmasın" diye... Bu sene kuraklık olur mu bilmem. Yağmurlarıyla bilinen benim şehrimde iki ya da üç defa ancak yağdı bu kış yağmur. Pek hayra alamet değil...
Yarıyıl tatili demek pek çok kişi için olduğu gibi benim için de avm demek, alışveriş demek, sinema demek... Ama ne yazık ki şimdi bunu yapacak hiç kuzenim yok yanımda. En yakın olduğum kuzenim ablasının yanına, İstanbul'a gitti. Kendi şehrimde yanında kaldığım kuzenim de buraya geldi tatil için ama kendisinin üç aylık çok şeker bir bebeği var, yani çok avm'ye gidebilecek bir pozisyonda değil. Kardeşim ve erkek kuzenim ise tüm gün "yazın çalıştığım bilindik dondurmacı"dalar. Kuzenim çalışmak, kardeşim yiyip içmek için:)
Aslında kardeşimle birlikte oraya gidebilirim ama orası beni geriyor. Yazın kasada çalıştığım ve babam oranın patronu gibi bir şey olduğu için oranın para kazanıp kazanmama durumu beni fazlasıyla ilgilendiriyordu ve işi bıraktığımdan beri de orasıyla ilgili bir şey duyduğum an geriliyorum. Ailemin yanına her gittiğimde mutlaka orasıyla ilgili bir sorun oluyor, babam telefonda birilerine bağırıyor; ben odadan kaçıyor, duymamaya, bilmemeye çalışıyorum. Çünkü bildiğim zaman karışmadan duramıyorum. Mesela yılbaşında canlı müzikli, yemekli, mükemmel ve bana göre fiyatı fazlasıyla uygun bir program hazırladılar. Yılbaşından bir gün önce kardeşimle konuştuğumuzda bana kimsenin rezervasyon yaptırmadığını söyledi. Hadiii, sonra tüm günümü foursquare, facebook gibi yerlerde duyurulmuş mu araştırarak; duyurulmadığını görünce orada çalışan teyzemin kızını arayıp bir sürü ültimatom vererek; en yakın olduğum kuzenimi arayıp arkadaşlarına söylemesi, face'inde paylaşması için ikna ederek geçirdim. Sonraki bir gün boyunca kafamda sadece bu vardı: kaç kişi rezervasyon yaptırdı, rezervasyonsuz gelen kaç kişi olur, canlı müzik şu kadar yemek bu kadar tutsa kaç kişiyle kara geçebiliriz... Bu mekan bana kafayı yedirtebilir! O yüzden bulusmak istemiyorum hiçbir işine. Duymayayım, bilmeyeyim. Yeter ki midemde o sıkıştırılma hissi olmasın; kafam rahat, içim huzurlu olsun. Geçen gün birkaç saatliğine uğradığımda bile kaç masa dolu, kimler ne kadarlık şey sipariş ediyor, kaç saat oturuyor, ciro kaç olmuş, pastaların tezgah ömrünün dolmasına kaç gün kalmış, sütlü tatlılar ne kadar satılmış bunları incelemekten kendim bir şeyden keyif alamadım. Ben mi çok tuhafım?
Neyse, kuzenlerim diyordum... O benimle beraber "bilindik dondurmacı"da çalışan teyzemin kızı işi bıraktı, yüksek lisans için çeşitli üniversitelerde sınavlara giriyor. O yüzden şehir dışında şu ara ama bugün yarın gelecek ve inşallah inşallah inşallah onunla gezeceğiz! Kızı ne kadar hevesle beklediğimi tahmin edemezsiniz:) Aslında annemle de geziyoruz, alışveriş yapıyoruz, güzel de vakit geçiriyoruz ama yine de kuzenlerim gibi değil.. Hem ben çok özledim teyzemin kızını da, en yakın olduğum kuzenimi de... Ne yazık ki en yakın olduğum kuzenim İstanbul'dan dönene kadar ben de ailemin evine dönmüş olacağım.
Bu ev olayı biraz karışık benim için. Kendi şehrim diye bahsettiğim, ev dediğim yer; üniversiteyi okuduğum, işte o çocuklu kuzenimin yanında kaldığım yer. Ailemin evi dediğim yer; ilkokulu liseyi okuduğum, hayatımın çoğunu geçirdiğim yer. "Yazın çalıştığım bilindik dondurmacı"nın olduğu, tüm akrabalarımın kuzenlerimin yaşadığı yer ise memleketim. Hayatım çoğunlukla bu üçü arasında mekik dokumakla geçiyor.
Neyse ki bu ev olayı biraz daha basitleşecek bundan altı ay sonra. Babamın emeklilik yaşı geldi. Emekli olduktan sonra da orada yaşamak için bir sebepleri kalmayacak. O yüzden de ya benim yaşadığım şehre gelecekler, ya da buraya, memlekete... "Kısmet..." diyorum, "Hayırlısı neyse o olsun."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder