23 Ağustos 2013 Cuma

İçimdeki Küçük Kız...



Son birkaç gündür köydeyiz. Babam ve annem iki haftaya bir, hafta sonu için geliyordu zaten köye ama ben ve kardeşim çalıştığımız için onlarla gelmiyorduk çoğunlukla. Artık çalışmadığım için ve küçük halamlar da İzmir’e tatile gittikleri için (bu da onlarda kalamayacağım, yani çook sıkılacağım anlamına geldiği için) bu sefer ben de onlarla geldim.

Eskiden her yaz bir ay kamp yaptığımızdan bahsetmişimdir mutlaka. Son 3-4 yıldır babamlar artık kamp yapamadığı için köydeki evde kalıp, dağa da günübirlik piknik yapmaya gittiğimizden de bahsetmişimdir. Bu ev bize dedemden kalma; iki katlı, bahçeli, garajlı, şirin bir ev. Üst katı anne tarafından en iyi anlaştığımız büyük teyzemlere, alt katı ise bize ait. Ama biz yılın büyük çoğunluğunda burada olmadığımız için evin, bahçenin bakımıyla; bahçeye ekilecek sebze-meyvelerle köydeki bir akrabamız ve aslında ilgilenmese daha iyi olacak olan anneannem ilgileniyor.
Eskiden buraya daha çok gelirdik. Daha kalabalık olurduk eskiden. O zaman daha çok çocuk vardı etrafta. Büyük teyzemin kızları, torunları; küçük teyzemin benden 3 yaş küçük olan kızı; ortanca teyzemin üç çocuğu… Her kış en az bir defa gelirdik buraya. Gelir gelmez soba yakılırdı her odada, ama öncelikle üst katın salonunda. Çünkü o oda kışın ortak alanımız olurdu. Yemekleri orada yer, akşamları orada oturur, geceleri biz çocuklar hep beraber orada yatardık.
Soba yakılır yakılmaz patates atılırdı içine. Büyükler temizlik yapar, odaları hazırlarken; biz çocuklar sıcak salonda oturur, televizyon izler ve patateslerin pişmesini beklerdik. Akşam yemeğimiz sobada patates, soğan ve haşlanmış yumurtadan oluşurdu o ilk gün. Yufkanın içine üçünü birden koyup biraz da pul biber atınca mükemmel olur, yiyen bilir:) Gerçi ben çıkıntılık yapar, patatesi yarıp içine terayağı ve kaşar koyarak kendi kumpirimi yapmaya çalışırdım bir yandan da:D Eğer ben köye gelmeden önce zorlayıp aldırdıysam yemekten sonra da kestane pişirirdik sobanın içinde.
Bu yıl geldiğimde yaz olmasına rağmen sobada patates istiyorum diye tutturdum. Zorla yaktırdım artık anneannemin odasına alınmış olan o büyük sobayı. Yine sobada patates, soğan ve haşlanmış yumurtadan oluşan çok sevdiğim yemeği yedik o ilk gün. Hani duyular anıları canlandırır ya… İşte o patatesin tadı çocukluğumdu.
Köyde, evimize çok yakın bir park var. Ama ben küçükken orada düşüp kolumu çatlattığım için biz çocukların o parka gitmesini istemiyordu büyükler. Bu yüzden de evimizin bahçesine bir tane dört kişilik, bir tane de tek kişilik demir salıncak yaptırıldı. O dört kişilik salıncak yapıldığı günden beri benim hakimiyetimdedir. Oturakların arkasındaki demirin üzerine basar, kenarlardaki iki demirden tutunur; bir tarafındaki erik, diğer tarafındaki ceviz ağacının dallarını kıracak; benimle binenleri yerlerinden hoplatacak kadar hızla; birileri çığlık atmaya veya ağlamaya başlayana kadar sallardım salıncağı. Saçlarım ağaç dallarına takılırdı; salıncağı asılı tutan demirler, salıncağın asıldığı demire çarparlardı; ben durmazdım. Küçük çocukları benimle bindirirken hep uyarırlardı beni “Bu defa yavaş salla” diye. Onlar için biraz daha yavaş sallardım, en azından salıncağın iki tarafındaki demiri, yukarıdaki salıncağı asılı tutan demire çarptıracak kadar hızlanmazdım bu uyarıyı alınca. Ama mutlaka çocuklardan biri ağlar, çocuklar ağlamasa anneleri “Yeter” diye bağırarak indirirlerdi çocuklarını yanımdan. “Korkuyorlarsa binmesinler salıncağıma” derdim savunma olarak.
Geldiğimizin ertesi günü, iki yıldır binmediğim, artık sadece bahçenin içinde oturmak için kullandığımız salıncağıma bindim. Oturakların arkasındaki demire basıp iki yandan tutundum ve otomatikleşmiş hareketlerle hızlandırdım salıncağı. Salıncak ağaç dallarına çarpana, başım yaprakların arasına girene, ayaklarım salıncağın hızıyla yerden kesilene dek… Gözlerimi kapatıp rüzgarı hissettim. Ve duyular anıları canlandırır ya… O rüzgar çocukluğumdu.

Belki şimdi sevmiyorum köyde olmayı, dağa gitmeyi. Ama içimde bir yerlerde o anılar yaşıyor hala. O küçük kız sobada pişmiş patatesi, son hız salladığı salıncağı, kuzenleriyle koşup oynadığı dağı seviyor hala. Yeniden o küçük kız olmayı seviyorum bazen. Her ne kadar artık 11 yaşında değilsem de, kuzenlerimle çevrili değilsem de; gözlerimi kapatıp patatesimi yerken veya rüzgarı yüzümde, saçlarımda hissederken; hala o küçük kız değil miyim ben?



Edit: Resimler sevgilim için yine:)
Bu ağaçtan akan şey reçine. Ne bu diye elimi atıyım dedim, yapış yapış oldum. Yıkıyorum, sabunluyorum, ıslak mendille siliyorum; çıkmıyor arkadaş, çıkmıyor! Öyle yapış yapış kaldı artık elim tüm gün, sonra nasılsa geçti kendiliğinden:)

Bir sonraki yazıma kadar, hoşçakalın!:)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder