Bundan önce izlediğim dizilerden sadece "Hanazakari no Kimitachi"den bahsedebilirim. Kore versiyonu sanırım "To the Beautiful You" ama Kore versiyonunu izlemeye gerek duymadım. Zaten "Hana Yori Dango"nun Kore versiyonu olan "Boys Over Flowers'ı da izlemeye başladıktan sonra sıkılıp bırakmıştım. Ben Japonların bu işte çok daha iyi olduğunu düşünüyorum. Bir dizinin hem Japon hem Kore versiyonu varsa kesinlikle Japon versiyonu tercih ederim. Belki de animeler zaten Japon oldukları ve Japonlar animeleri daha aslına uygun uyarladıkları içindir.
"Hanazakari no Kimitachi" hayran olduğu erkeğe yardımcı olmak için yatılı erkek okuluna giren bir kızla ilgili. Sonra birbirlerine aşık oluyorlar filan, klasik şeyler işte. Ama zaten dizinin temel direği kesinlikle bu aşk değil. Aksine ikinci erkek Shuichi Nakatsu ve bir de rakip üç yurdun birbiriyle çekişmeleri. Nakatsu (Soldaki turuncu kafa) görüp görebileceğiniz en tatlı, en şebelek karakter. Ashiya'nın kız olduğunu bilmemesine rağmen ona aşık olup, kendini gay zannettiği için de dizinin sonun dek kafayı yiyen, bizi de kahkahalara boğan bir tip:) Ben Ashiya'nın yerinde olsam kesinlikle onu seçerdim hani... Bunun dışında dizinin acayip derecede Hababam Sınıfı havası içermesi de diziyi sevmemi sağlayan şeylerden. Evet 3 rakip yurt var, sözde birbirlerini alt etmeye çalışıyorlar ama her sorunda da birbirlerinin yanındalar. Bence çok samimi, çok tatlılardı. Tekrar izleyebileceğimi düşündüğüm tek Asya dizisi mi acaba... Şu an düşündüm de, neden olmasın?:)
Evet, esas konumuza gelecek olursak... Bu "Playful Kiss"in adını bir aralar çok fazla duymuştum, o kadar ki kendisi benim izlemeye çalıştığım ilk Kore dizisidir. Tabi o zamanlar Kore dizilerinin havasına yabancıydım, ilk 10 dakikaya zor katlanıp "Bu ne saçma şey" diyerek bırakmıştım diziyi:D Sonra "Güneşi Beklerken"in etkisiyle kendimi bir anda olayın içinde buldum, bir baktım ki alışmışım:) O yüzden son komite sınavıma 2 gün varken (yani vücudum sınava çalışmak yerine yapabileceği her aktiviteyi yapmaya yöneliyorken) kendimi diziye başlamış buldum.
Evet ilk 5 dakikanın saçma sapan bir hayalden oluşması hala sinir bozucu. İlk bölüm tamamen sıkıcı, hatta bir ara ikinci defa ilk bölümden bıraksam mı diye düşünmedim değil ama kızın oğlanın evine taşınacağı sahnenin gelmesini bekleyerek izlemeye devam ettim. İyi ki de devam etmişim diyebilirim:) Bunu "Playful Kiss"i çok beğendiğim için değil, beni Japon versiyonuyla ve animesiyle tanıştırdığı için söylüyorum:) Yaşasın Japonlar!!:D
Diziye dönecek olursak... Oh Ha-Ni lisenin ilk gününden beri okul birincisi Baek Seung-Jo'ya aşık bir kızdır. Okulun en kötü sınıfında olmasına rağmen neyine güveniyorsa gider çocuğa aşk mektubu yazar ve karşılığında topluluk önünde aşağılanma ve mektubu için de D- alır, ki şahsen ben bunu çok komik buluyorum:D Seung-Jo aptal kızlardan nefret ettiğini belirtir (ki aynen katılıyorum) ve Ha-Ni aşkını ve aşağılanmasını içine gömüp çocuğu unutmaya karar verir. Ta ki evlerinin bir depremle yıkılması sonucu kendini babasının eski en yakın arkadaşının, yani Baek ailesinin evinde bulana dek. Sonra olaylar olaylar, sonu tabi ki mutlu son.
Diziyle ilgili yorumlarıma ilk olarak dizinin adından başlayacağım. "Playful Kiss"???? Pardon ama bunun için dizide azıcık öpüşme sahnesi olması gerekmiyor mu? Korelilerin ve Japonların en katlanamadığım özelliği bu. Dizilerde yeterince öpüşme sahnesi yok! Hadi normalde bunu kabulleniyorum da adı "hınzır öpücük" olan bir dizide de böyle yapılmaz ki. Bir de öpüşme sahnesi koymakla ilgili bir sıkıntıları yok, belli. Kız her bölümde en az bir defa rüyasında çocukla öpüşüp durdu çünkü, hayır bunu gerçekte yapsanız da azıcık insana benzeseler?! Evlendikten sonra bile kardeş kardeş takıldılar ya ben ona uyuz oluyorum. Bunlar 18-20 yaşlarında (dizide sözde iki yıl geçmiş olmalı da) birbirlerine aşık iki genç. Tamam çocuk soğuk nevale, kız da azıcık aptal ama yine de bu kadar olmaz bence. Bari gerdek gecesinde doğru düzgün öpüştürseydiniz şunları, dudakları birbirine değdiii (buna öpüşmek diyorlar, evet), sahne atladı resmen. Grrr, uyuz oluyorum! Karakterlerin insan gibi davrandıkları tek sahne bu yağmur altındaki ilan-ı aşk öpüşmesi. 13 bölümün sonunda doğru düzgün duygularını açtı ya soğuk nevale oğlumuz, rahatladım.
Bu arada kızın aptal ve sırılsıklam aşık olması bilinen bir gerçek ve dizi süresince beni nedense çok sinir etmemişti ama ne zaman ki dizi bitti özel bölümleri izlemeye başladım, kıza uyuz oldum. Hayatımda gördüğüm en yapmacık, en gurursuz, en yavşak karakter! Her hareketi beni delirtmeye başladı bir noktadan sonra. Hala daha çocuğun neden buna aşık olduğunu anlayabilmiş değilim, anlayan varsa açıklasın.
Oğlumuza gelince o da uyuzluğun zirvesinde, kendini beğenmiş, kaba, ruhsuz bir şey. Ama arada bir kızla dalga geçip gülümsedikçe içindeki insanı gördük, güzel oldu. Hayır ergenimizin derdi de şu: "Ben her şeyi çok kolay öğreniyorum. Artık öğrenecek bir şeyim kalmadı. Hayat çok sıkıcı. Puff." Bunu söylerken de henüz 18 yaşında olması düşündürücü.. Sonradan keşfetti ki küçük bey, tıp dünyası hakkında bir şey bilmiyormuş, allah allah ne kadar ilginç! Sonra da tıpa yöneldi ki dizinin tıpla ilgili HER BİR KISMI inanılmaz saçma! Belki de kendi alanım olduğu için bu konuda biraz hassasım ve zaten hiçbir dizi tıp öğrenciliği konusunda iyi bir şeyler ortaya çıkaramıyor çünkü hala anlayamadıkları şey tıp öğrencilerinin bir dizi karakteri olabilecek kadar boş olmadığı! Ama bu dizi saçmalığı bir adım öteye taşıdı; çocuk tıp okumaya karar verdikten beş dakika sonra biyokimya testleri yorumluyor, miyokart enfarktüsü tanısını koymayı geçtim tedavisi için doktora önerilerde bulunuyordu ki kendisine bir tarafımla güldüm çünkü tıpta 3. yılımı bitirdim, hala daha tedavi yöntemlerini ben görmedim, kendisine vahiyle geldi heralde:D
Kıza ve oğlana bu şekilde nefretimi kustuktan sonra bir de şunu belirtmek istiyorum. Korelileri güzel/yakışıklı bulmadığımı fark etmiş bulunmaktayım. Bu da şu şekilde oldu; normalde ben kore dizisi izlerken arada başka dizi/film izlemem çünkü zaten 1-2, sınav haftasıysa 3-4 günümü alıyor diziyi bitirmek; arada başka şey izlemek saçma. Ama bu sefer valiz hazırlamam gerekiyordu ve ben valiz hazırlarken ses olsun diye film izlerim hep. Ama ne yazık ki Korecem bir kaç kelimeyle sınırlı olduğundan altyazılara bakmadan anlamam imkansız, bu yüzden de iki tane Amerikan filmi izledim valiz hazırlarken. İzlediğim filmler de saçma sapan Disney filmleri bu arada, öyle aman aman çok güzel/yakışıklı oyuncular yok yani. Ama yine de araya bu iki Amerikan filmi girince tüm Koreliler bana bir çirkin, bir tipsiz geldi ki sormayın:D İlla o gözler maviş maviş bakacak, saçlar gözlerimin alıştığı gibi sarı sarı parlayacak. Oh be, neymiş öyle çekik göz, sarımsı ten, siyah saçlar... Yüz yapıları, burun yapıları bile bizden farklıymış, arka arkaya görünce anladım. Bundan önce kızı tatlı, çocuğu da az biraz yakışıklı buluyordum; bu olaydan sonra silindi tabi:D Ama az önce buraya koymak için resim ararken tekrar baktım da, çocuk fena değilmiş aslında:D Kim Hyun-Joong bu arada baş karakterin gerçek adı. Baya beğenilen bir oyuncuymuş sanırım, SS501 diye grubu mu ne varmış bir de.. Beğenilen erkekler bunlarsa bu Kore'de iş yok, yurdum erkekleri daha tatlı (mesela sevgilimmm:) )
Arada yağcılığımı da yaptıktan sonra diziyi yorumlamaya devam edebiliriz:) Burada da ikinci erkeğimiz Bong Joon-Gu çok tatlı, eğlenceli bir karakter. Zaten şu dizilerde ikinci erkekleri bizim aklımızı karıştırmak için mi böyle yaparlar bilmem. Bence hepsi daha tatlılar ama yine de hepsi kaybetmeye mahkumlar. Dizinin animeden alıntı olduğunu Joon-Gu karakterinden, ha bir de Seung-Jo'nun annesinden anladım. Tam animelik karakterler, ikisi de çok eğlenceli:)
Şimdiiii, esas anlatmak istediğim diziye geldik!:) Bence bu çekişmenin açık ara galibi olan "İtazura na kiss: Love in Tokyo"ya. İlk olarak ad-dizi uyuşmazlığı olayı kesinlikle bunda da var. Öpüşme sayıları tam olarak aynı, gerçi yağmur altındaki sahnede aşkını ilan ettikten sonra bir öpücük daha kondurarak insana daha çok benzeyip benden aferini kapmıştır kendisi:) Adının oluşturduğu beklentiyi karşılamayı animeye bıraktım zaten artık, çünkü "Hana Yori Dango"da da dizide eli eline değmezken animesi "Aşk-ı Memnu" çekmişti resmen, o yüzden umudum yüksek:D Hayır bunları söyleyince de acayip öpüşme meraklısı gibi görünüyorum ama bence gerçek hayatta nasıl oluyorsa öyle olmalı bu işler. Ve gerçek hayatta kesinlikle böyle olmuyor. Tabi bir de dizinin adını böyle koyduktan sonra dalga geçer gibi bunu yapmalarına uyuz oluyorum hepsi bu. Yoksa dizide iki ergen öpüşmüş öpüşmemiş bana ne...
Neyse, tavrımı koyduktan sonra belirtmek isterim ki "Korelileri beğenmiyorum" dedikten sonra bunlara ne desem boş:D Aslında kızın yüzü çok tatlı, ama o kulaklar!! Çok mu aramışlar bu kadar kepçe kulaklısını yoksa dizide lafı geçmemesine rağmen Kotoko'nun kepçe kulaklı mı olması gerek çünkü 96 yapımı ilk dizide de Kotoko kepçe kulaklı. Tesadüf mü? Aslında bu kızla ilgili bir durum değil, kendisi rahatsız olmuyordur, yaptırmamıştır kulaklarını. Zaten daha 16 yaşında ufacık kız, onun neyine estetik. Ama hangi gerizekalı dizinin HER HER HER sahnesinde kızın saçlarını ya taçla, ya bağlayarak kulaklarının arkasına tutturmuş onu anlamadım. Hele son bölümlerde kızın arkasından ışık gelip de kulağını kırmızı kırmızı fosforlu parlıyormuş gibi gösterince... Anlatılmaz yaşanır, berbat.
Zaten dizinin ışıkla ilgili olayını anlamadım. Marjinallik yapmak için mi tüm ışıkları karakterlerin arkasından gelip yüzleriyle birleşip yüzlerini net göstermeyecek şekilde yaptınız? Tüm perdeler, sokak lambaları, evdeki lambalar, her türlü ışık kaynağı benim sinir bozucu bulduğum bir çekim yöntemiyle gözlerime gözlerime parladı. Tekrar, grr!
Naoki'yle ilgili söyleyecek çok bir şey yok, tatlı bence. Ama dizi boyunca çocukta o kadar "kendini büyük göstermeye çalışan ufak tatlı çocuk" edası vardı ki biri onun şu kaküllerini karıştırsın da yüzündeki o ciddi ifadeyi bozsun diye bekledim durdum. Diziyi bitirdikten sonra "adamın" 87 doğumlu olduğunu öğrenmemle de bu fikir suya düştü:D Adama ne kadar makyaj yaptılarsa artık, bildiğin 16-17 görünüyordu. Kızla arasında 10 yaş fark olduğu hiç belli olmuyor, hatta ben kız daha büyük diye bile düşünmüştüm...
Genel eleştirilerimi geçtikten sonra dizideki ennn sevdiğim şeyi anlatıyım. Dizinin tüm karakterlerinin görünüşleri, davranışları, yüz ifadeleri, sesleri; dizinin çoğu sahnesinin çekimi; olayların gidişatı; her şey her şey her şey "ben bir animeyim" diye bağırıyordu. Çoğu sahnede zihnim diziyi kendi kendine animeye dönüştürdü, o kadar barizdi anime olduğu. Ve belki de bu yüzden ben bu karakterleri çok çok çok daha fazla sevdim:) Hani klasik anime başrol kızı vardır ya. Azıcık salak olur, herkes tarafından dalga geçilir, buna çabuk sinirlenir ama kalbi temizdir, sinirli kalmaz, iyi niyetlidir, herkese yardım etmek ister, hep de yüzüne gözüne bulaştırır ama herkes ister istemez sever onu. İşte Honoka Miki bunu o kadar güzel yapmış ki kızı sevmemek mümkün değil. Hatta ben Honoka Miki'nin anime izleyerek büyüdüğünü düşünüyorum çünkü kaşını gözünü ağzını her türlü tuhaf anime mimiği yapmada kullanabiliyor. Kız hani şu "Şimdi çok öfkelendim" yüz kararmasını ve "Bunu çok pis ödeyeceksin" kalınlaşmış kısık kahkahasını ve sesini yaptı ya, o an anladım bu diziye aşık olduğumu.
Kızı ne kadar çok sevdiğimi bu şekilde anlattıktan sonra oğlana geçersek... En baştan beri Kore versiyonundakinden çok daha tatlıydı, daha yardımseverdi, kıza karşı en baştan çok daha ilgiliydi. Son 4 bölüm iş hayatına atıldı, sarardı soldu yavrucak, yüzü gülmez oldu, bizim de kızın da içini sızlattı. Neyse ki son bölümde kendine getirdiler. Ha bu arada bu dizinin en büyük eksisi evlilik hayatlarına hiiiç değinmiyor olması. Gerçi ikinci sezon dedikoduları dolanıyor ortalıkta ama çıkar mı, çıkarsa ne zaman çıkar bilmiyorum. Ama evlilik hayatları demek bu dizinin de tıp dünyasına adımını atacağı demek olduğu için aman eksik kalsın. Bu diziyi de kötü anılarla bozmayalım, böyle güzel hatırlayayım nolur...
Sanırım anlatmak istediklerim bu kadardı... Bu kadar dediğim şey de muhtemelen kimsenin okumayacağı uuuuuuuupuzun bir yazı oldu ama napalım, aklımdan geçenler bu kadarmış:) Şimdi sıra animesinde, en çok onu seveceğimden eminim, belki bitirince edit yapar, ondan da bahsederim. O zamana dek... Ağzımı kapattııım!:)
Edit: Sevgilim bu destan gibi yazıyı editlemektense direkt kitap haline getirmemin daha mantıklı olacağını söylese de kendime engel olamadım. "İtazura na Kiss"in animesini az önce bitirdim ve söyleyecek bir kaç lafım var. Öncelikle: Kesinlikle, kesinlikle, kesinlikle izleyinnnn!
Sonra: Hem Kore hem Japon versiyonlarının birleşimlerinden oluşuyor, ki esas olanı bu olduğu için ben olayların buradaki gidişatını daha çok sevdim doğal olarak. Sadece o çok sevdiğim "aynı yatakta uyuma" sahnesi yoktu, ama bu kadar kusur kadı kızında da olur:) Adının beklentisini bu da karşılamıyordu ama nedense diğerlerindeki gibi batmadı gözüme. İlişkilerinin içeriği, gidişatı çok daha güzel işlenmişti çünkü. Zaten içimi titreten romantik sahneler için 18. bölüm diyorum. Her ne kadar ilk "ikinci erkek" Kin-chan insanı tiksindirecek kadar yapışkan ve sinir bozucu olsa da ikinci "ikinci erkek" Keita, yani bu içimi titreten sahnelerin sahibi, mü-kem-mel-di! Evlilik hayatlarını izlemek çok güzeldi, özellikle de özel bölüm diyebileceğim 25. bölümde en sonunda Naoki'nin de kıza aşık davranışlarını gördüm de mutlu oldum:) Son bölüm diyebileceğim 24. bölüm ise ağlattı, güldürdü, duygulandırdı. İzlediğim bu üç versiyon içinde en beğendiğim, en sevdiğim, en izlenmesi gerektiğini düşündüğüm budur. Benim düşüncelerime önem veren birileri varsa... :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder